Ana SayfaYazı / AnalizBüşra Şahinİki kuşaktan iki kadının hikâyesi: ‘Silahı Seçmek’

İki kuşaktan iki kadının hikâyesi: ‘Silahı Seçmek’

HABER MERKEZİ – Alman edebiyatının geleceği olarak nitelenen Judith Kuckart’ın ilk romanı Silahı Seçmek, Süheyla Kaya’nın çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan okuyucularla buluştu. Büşra Şahin, alışık olunmayan bir üslupla yazılan iki kuşaktan iki kadının hikâyesinin anlatıldığı romanı Gazete Karınca için yazdı. Şahin’e göre ‘zor ama sağlam’ bir metin önümüzde duruyor.

BÜŞRA ŞAHİN

Algıladığımız zaman ile rasyonel zaman aynı değildir. Algılanan zamana hatıralar/çağrışımlar karışıyorsa zihnimizdeki zaman akışı daha da karmaşıklaşır. Çevremizdeki uyarıcılar yüzünden zihnimizdeki zaman artık bulanık bir akıştadır ve olaylar birbirinden ayırt edilemez hale gelir. Edebi eserlerde de üzerinde sıkça oynanan bir olgudur zaman. Klasik anlatılarda giriş-gelişme-sonuç olarak çizgisel bir anlatımda ilerleyen zamanı kimi yazarlar kırmaya çalışmış ve farklı teknikler denemişlerdir. Bilinç akışı, ileri/geri sıçrayışlar veya betimlemelerde tutulan ritimler hep zaman kavramı üzerinde oynamanın sonuçlarıdır.

Kimi yazarlar ise zamanı çizgisel ele almaz, sanki yuvarlanan büyük bir topun içindeymiş hissi uyandırır okurda. Judith Kuckart’ın romanı Silahı Seçmek de böyle bir kurguya sahip. Sayfalar arasında ilerlerken karakterin zihninde derinlere indiğinizi ve hatıraların akışı ile olay örgüsü zamanının birbirine geçtiğini görüyorsunuz. Kurmaca ile hakikatin birbirine yedirilmesi de bu zihinsel zaman karmaşasına eklenince okunması zor ama sağlam bir metin duruyor önünüzde.

Süheyla Kaya’nın başarılı çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan okura sunulan Silahı Seçmek, Judith Kuckart’ın ilk romanı. Alman edebiyatının geleceği olarak nitelenen yazarın bu sıfata yakışır bir tarz benimsediği ilk romanından kendini belli ediyor.

İlk sayfadan itibaren alışık olunmayan bir üslupla karşı karşıya olduğunuzu hissediyorsunuz. Katia’nın Jette’yi arama yolculuğunu izlediğimiz romanda, iki farklı kadının birbirlerini nasıl etkilediğini ve nerelerde kesiştiğini yakalamaya çalışırken kaybolduğunuz oluyor. Arayışı gerçekleştiren Katia da zamanla bunu fark ediyor zaten: “Jette hakkında ne kadar çok öğrenirse o kadar yabancılaşıyor” ve “ne kadar çok belge toplar ve yorumlarsa, o kadar genişliyor Jette’ye götüren iz. İşte o zaman yanılgıya düşüyor Katia.” Gitmek için her zaman bir nedeni olan Jette, katı Protestan disiplininin egemen olduğu bir ailede büyüyor, gençliğinde Katia’ya bakıcılık yapıyor, daha sonra çocuğunu da bırakıp kaçıyor, banka soygunlarına ve siyasi olaylara ismi karışıyor, sonunda kendini Filistin mücadelesine adıyor. Her zaman hayran olunan ve yakalanması zor olan bir karakter Jette. Aşkları da bu seyirde ilerliyor. Birbirinden çok farklı olan ama acının ortaklaştırdığı erkeklerde Jette’nin izini sürüyor Katia. Romanın sonuna doğru ise Jette’ye hayranlığını/bağlılığının derecesini biz okurlara gösteriyor. Jette’nin yüz hatları için kendini saydamlaştırıyor.

Jette de 68 Hareketi ve RAF gençleri de silahı seçmişti; “çünkü bu öldüren dünya, her canlının bildiği gibi sadece şiddetle değiştirilebilirdi”. RAF’ın bir bildirisinde de şu sözler silahlı mücadelenin sebebini ortaya koyuyordu: “Silahlı mücadeleyi şimdi örgütlemenin doğru olup olmadığı, bunu yapmanın mümkün olup olmamasına bağlıdır ve mümkün olup olmadığı da ancak pratikte sınanabilir.” Bu şekilde protestodan direnişe geçen bu gençler, romanda belirtildiği gibi “şimdi ateş etmeyen, örtünün altında yatan ilk kişi olur” anlayışını benimsedikleri için silahı seçtiler. Katia’nın izini sürdüğü Jette de bunlardan biriydi ve siyasi hareketlere katılmadan, Filistin’e gitmeden önce banka soyguncusu olarak aranıyordu. Banka soygunu sebebiyle yattığı hapishaneden çıkınca Filistin’e gitmeye karar verdi ve Katia’nın “harita üzerinde bir ütopya; içinden süt ve bal akan ülke” olarak tanımladığı Filistin’e gitti. Zaten arayış da burada başlıyor, Jette’nin Filistin’de öldüğü haberinden yola çıkıyor Katia.

Katia, arayışı sırasında okuru zihnine davet ettiği için olayların kronolojik sıralamasını yapmak neredeyse imkânsız bir hale geliyor. Sürekli “bu hepsinden daha sonraydı” diye Katia’yı uyaran Kindermann karakteri gibi kronolojik akış bekliyoruz ancak zihin böyle işlemiyor ve Katia yaşanan ile yaşanılmış olanı aynı anda aktarmaktan vazgeçmiyor. Anlatı zamanı, hatıralar, çağrışımlar ve gerçeklik örülü bir şekilde ilerliyor roman boyunca. Jette’nin hayatındaki boşluklar iz sürmekle doldurulacak cinsten değil.

Silahı Seçmek, 60lı ve 70li yıllarda Almanya’da yaşanan politik gelişmeleri kurmacaya sindirebilmiş bir roman. Özellikle 68 kuşağı hareketi ve RAF eylemlerini gerek açık gerek kapalı göndermelerde okuyabiliyoruz. RAF’ın kurucu isimlerinden Ulrike Meinhof’un ünlü makalesi “Protestodan Direnişe”, Kuckart’ın romanını da açıklıyor aslında. Silahı seçenlerin, tepki gösterenlerin, değiştirmek isteyenlerin romanı bu. Doğrudan eylemi seçen ve harekete geçen gençlere şehir gerillaları denmesinin nedeniydi silahı seçmeleri. Silahı seçenlerden olan Jette karakteri üzerinden okuyabildiğimiz ayrıntılarda Ulrike Meinhof’a, Brecht’e, Kleist’a, dönemin önemli isimlerinden olan Peter Lorenz’e, Holger Meins’e ve daha pek çok isme rastlıyoruz. Bunlardan belki de en önemlisi, bir simge haline gelmiş olan Benno Ohnesorg.

Yazarın sonsözde belirttiği gibi, iki kuşaktan iki kadının hikâyesi Silahı Seçmek. Jette olabildiğine isyankâr, politik ve aykırı. Katia ise onun sonrasından gelen kuşak gibi apolitik, sessiz ve bir önceki kuşağa/Jette’ye öykünüyor. Biz okurları ise, hatırlamak ile kurgulamak arasındaki halkalardan oluşmuş zor ama güçlü bir metin bekliyor.

Benno Ohnesorg’un öldürülme anı

2 Aralık 1967’de İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Almanya ziyaretini protesto etmek isteyen öğrencilerin eylemleri sırasında, Benno Ohnesorg isminde bir genç polis tarafından başından vurularak öldürüldü. Ohnesorg’u öldüren polisin serbest bırakılması ve öğrencilerin lideri konumundaki Rudi Dutschke’nin saldırıya uğramasıyla olaylar iyice kontrolden çıktı, Ohnesorg’un ölümü (ve fotoğrafı) 68 Hareketinin simgesi haline geldi. 2 Haziran 1967 bu kuşak için bir kırılma noktasıydı. Romanda da önemli bir yeri var bu tarihin:

2 Haziran, 2 Haziran’da başlıyor.

Kurşun sağ kulağa isabet ediyor, fısıldıyor, 2 Haziran, bendim. Öylece yola çıktım. 2 Haziran 1967, saat sekiz buçuk sularında, polis memuru Kurras, Opera binasının karanlıkta kalan batı tarafında, Sihirli Flüt’ün ikinci perdesi oynanırken emniyet kilidi açık bir tabancayı indiriyor. Sahne girişindeki kapı görevlisi parmaklığı kapatıyor kimse avluya kaçamasın diye.

Kaldırımda bir kız, tanımadığı bir delikanlının başının arkasına mendil bastırıyor, şaşkın, soruyor, dudaklarından değil tüm gözeneklerinden dökülüyor soru.