Ana SayfaGüncelİstanbul’un göbeğinde ‘Mona Lisa gibi’: Esmeray’ın tiyatro serüveni

İstanbul’un göbeğinde ‘Mona Lisa gibi’: Esmeray’ın tiyatro serüveni

HABER MERKEZİ – İnat ve aşkla tiyatroya tutunan ‘çok kişilikli tek kişilik’ bir kadın Esmeray. Yıllarca yaşadıklarını ve ona yaşatılanları sanatla birleştirerek kendi deyimiyle ‘insanların gözüne gözüne’ anlatıyor. “Sanat en cesurların işidir” diyen Esmeray, seks işçiliğinden midyeciliğe sonra da oyunculuğa uzanan serüvenini Gazete Karınca’ya anlattı.


Röportaj: PELİN ÖZKAPTAN


Esmeray feminist, trans ve Kürt kimliğiyle toplumun baskısına rağmen küçük yaşta içine düşen tiyatro sevgisinin peşinden koşan bir kadın.

Memleketi Kars’ta taklitle başlayan yeteneğini zamanla keşfederek çamur ustasının toprağı şekillendirmek için verdiği özen gibi eğitmiş kendini bu alanda.

16 yaşında geldiği İstanbul’da hayatını devam ettirmek için bir çok işte çalıştıktan sonra edindiği acı tatlı tecrübeleri ‘Cadı Bohçası’ oyunu ile izleyiciye aktarmaya başlıyor.

‘Cadının Bohçası’nın devamı niteliğindeki ‘Yırtık Bohça’yı ise ‘Kestirmeden Hikayeler’ takip ediyor.

İnsanların cesaret ve iradesine şaşırdığı Esmeray, midyecilikten tiyatroculuğa uzanan hikayesini Gazete Karınca’ya anlattı.

Tiyatroya uzanan yolculuğu

Tiyatro ile yolun nasıl kesişti? Hep içinde olan bir şey miydi?

Köyde doğduğum için sinema-tiyatro kültürü içinde büyümedim. Ama köylerde adı konulmamış tiyatral bir şeyler var. Taklitler hatta alaylar dahi bir nevi oyundur. Bunu özellikle Kars bölgesinde kadınlar çok yapar. Bazen düşünüyorum da o kadınların hepsi ayrı bir oyuncu.

Böyle bir yetenek vardı küçüklüğümden beri. Düğünlere giderdik, dönüşte bana gelinin, damadın ya da kaynananın taklidini yaptırırlardı. Ben 10 yaşındayken köye televizyon gelmişti. Oradaki reklamları izler, okulda taklitlerini yapardım; tahtada ‘gürültü yapanlar’ kısmında en üstte benim adım yazardı bu yüzden hep.

Profesyonel anlamda tiyatroya başlaman nasıl oldu?

Cinsiyet kimliğimi ortaya koyup o kimlikle görünür olduktan sonra bir süre seks işçiliği yapmak zorunda kaldım. Tabi o dönemde köreliyorsun, var olan yeteneğini keşfedemiyorsun. Neyse ki mesleği sevmedim dayatıldığı için. Politik bir ailenin içinden geliyordum ben ve politize olmuş bir yanım vardı. Dolayısıyla sorguluyordum, ‘Niye bunu yapmak zorundayım başka bir yolu olmalı’ diye.

5 yılın sonunda seks işçiliğini bıraktım. Tiyatro ile ciddi anlamda ilk buluşmam Sokak Sanatçıları Atölyesi’nde oldu. ‘Neden tiyatromuz olmasın?’ dedik ve sokak tiyatrosu yapmaya karar verdik. En zoruyla başladım yani tiyatroya. Canlandırdığım karakter de Akmerkez’di (alışveriş merkezi). Sonra atölye malum sebeplerden dağıldı (Yürütücülerinden Pınar Selek’in tutuklanması) ama ben tiyatronun peşini bırakmadım.

Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro kursuna başladım. Orada tiyatroya dair 2,5 yıl A’dan Z’ye iyi bir eğitim aldım. Ardından Amargi kuruldu, burada ‘feminist bir tiyatro yapalım’ diye yola çıktık. 11 kişilik gerçek hikayalerden oluşan ‘Yazılara Dökülenler’ adlı bir kadın oyunu çıkardık. Ben orada bir Kürt anneyi canlandırdım, na-trans bir kadın trans bir kadını canlandırdı. Neden trans bir karakteri illa trans bir kadın oynasın ki? Tabi amatör tiyatroların kaderi belli devam edemedik.

Midyecilik yılları

Bu sırada bir yandan da hayatını idame ettirmeye çalışıyorsun.

Evet, midyeciliğe başladım hayatımı devam ettirmek için. Toplumun dört, beş yüzü var. Bu sayede onların hikayesine de tanık oldum. Mesela bir gün çok yakışıklı bir adam geldi ve ‘Seni tanıyorum ve dayanışmak için geldim’ dedi. ‘Ankara’da seni bir seminerde dinlemiştim’ dedi. Tüm midyelerin parasını verdi, hepsini sokak çocuklarına dağıtmamı istedi. Sonra bana çok güzel bir yüzük ve şal verdi, ‘Farklı bir şey düşünme, içimden geldi ve aldım’ dedi ve gitti. Tabi ben yıllarca onu bekledim (gülüyor).

Başka bir adam bana aşık olmuş, habire gelip midye alıyor, karşıma oturup beni izliyor. Bir gün altın zincir almış. Baktım olacak gibi değil oturdum konuştum. Ona karşı bir şey hissetmediğimi, böyle bir arayışım olmadığını anlattım.

İşe yaradı mı?

Hayır, gelmeye devam etti. Sonra ben midye satmayı bırakınca o da kayboldu.

Midyecilerin arasında kadınlara fazla rastlamıyoruz. Bu da dikkat çekici geliyordur insanlara.

Bir gün Fransız bir gazeteci röportaj yapmaya geldi benimle. Gece midye tezgahının yanında yaptık röportajı. Şaşırdı, “Nasıl bir cesaretin var” dedi. Saçım da upuzun ve siyah o zamanlar. “Mona Lisa gibi oturmuşun Taksim’in göbeğinde korkmuyor musun?” dedi. ‘Ben seks işçiliği yaptım’ dedim. Orayı düşündükçe burası çok güvenli. Esnaf beni tanıyor zaten bir ıslık çalsam hepsi gelirdi.

Midyecilikten tiyatroya dönüş

Sonra midyecilikten tekrar tiyatroya dönüş. “Cadının Bohçası” nasıl çıktı ortaya?

Bu hikayeler bende birikti. İnsanların yüzüne haykırmak istedim. Yazarım, evet ama yazı tarihte kalır. Tiyatroda ise insanların yüzüne bakarak tak diye söylersin. ‘Nasıl yapsam?’ diye düşünürken bir arkadaşım beni evine götürdü ‘Gel ne istiyorsan anlat’ dedi. Ve ‘Cadının Bohçası’nın iskeleti o gece çıktı. Oyuncu Ayça Damgacı arkadaşımdı. Benimle birlikte çalışmayı sev seve kabul etti. Pazartesi Dergisi vardı o zaman. Bize orada yer verdiler çalışmamız için.

İlk önce feminist kadınlara oynadım. Feminist bir dil oturtmak için Jale Karabekir ile çalıştım. Çünkü konu bel altı ifadelere çok müsaitti. Sonra kadınlar bunun artık daha çok kişiye hitap etmesi, basında duyulması lazım dediler. Kadınlar çok güzel bir organizasyon yaptılar. Bilgi Üniversitesi’nde bir salon tuttular. İnanılmaz güzeldi.

Köşe yazarlığı

Köşe yazarlığı tecrüben de var. Yazı ile sahnede insanların yüzüne bakarak derdini anlatmanın arasında nasıl bir fark var?

Benim yazı yazma biçimim de anlatı gibi. Sahnede göz göze gelme olayı var ya bunu ceylan ile aslanın karşılaşmasına benzetiyorum. Kendi yaşadıklarımı, insanların bana yaşattıklarını anlatmak… İngilizce’de ‘Face to face’ diyorlar buna yüze tükürmek gibi. Direk göz teması kurarak anlatmak derdini, fark bu.

İzleyicilerin, sanatçıların tepkisi nasıl oluyor?

‘Cadının Bohçası’nın devamı niteliğinde olan ‘Kestirmeden Hikayaler’i oynadığım yerin sahibi, “Sahneye bir çıktın tokatladın gittin bizi” demişti. Bazen nadir de olsa oyundan çıkanlar oluyor. Yüzleşemeyen erkekler çıkıyor. Zaten çıkmasa problem oluyor. Ezberbozan diyoruz ya, bu oyun gerçekten ezber bozuyor işte.

Altını çizerek şunu söylemek istiyorum; gerçekten çok iyi tiyatrocular, ustalar, hocalar geldi izledi oyunu. İnanılmaz güzel, umut verici eleştiriler geldi. Fakat hayatının bir döneminde tiyatroyla alakası olmuş ama sonra uzaklaşmış tipler de çok ukalaca, çok terbiyesizce eleştiriyorlar ki o eleştiri değil karalama oluyor.

Peki konu hakkında fazla bilgisi olmayıp gelenler, izledikten sonra fikirlerini paylaşanlar oluyor mu?

Çok oluyor. Zaten oyun ilk zamanlar bilinen çevrelerde sahnelendi ama sonra adı duyuldukça çok alakasız insanlar da gelmeye başladı. ‘Anlamak için birinci ağızdan dinlemek gerekiyormuş’ diyen oluyor örneğin. Antalya’da profesör olan biri arkadaşının ısrarı ile gelmiş. Oyunu izlemeden de söylenmiş, “Ben bu konuların kitabını yazdım” vs. diye, ahkam kesiyor yani, nereden bilebilir benim yaşadıklarımı?

Dario Fo’nun ‘Tecavüz’ oyununu da sahnelemiştin bir dönem. Performansın başarılı bulunmuştu.

Evet ama çok ağır bir oyundu. Normalde 10 dakikalık kısa bir oyun. Kendi yaşadıklarımdan da uyarlama yaparak sahneye koymuştum. 11 ve 16 yaşında maruz bırakıldığım tecavüzleri de eklemiştim. Sahneye 16 yaşında cinsel saldırıya maruz kalmış bir çocuğu canlandırarak çıkmıştım. Hikayemi anlatıp, Dario Fo’nun oyununa geçiyordum.

“Tiyatro politika üstü bir şey”

Geçen yıl Taksim’de yürürken iki kişi tarafından tehdit edilmiştin. Bu tehditlerle nasıl mücadele ediyorsun?

Yolda yürürken ‘Bir daha devlete karşı öyle yazılar yazma’ diyerek tehdit edilmiştim. İnsan içindeki cesareti keşfederse olay çözülür. O kadar şiddete, erkek zihniyetin saldırılarına maruz kalıyorsun ki koruma refleksleri gelişiyor. Yaşamak için bunu yapmak zorunda olduğunu kabul ediyorsun. Zaten canımdan başka kaybedecek neyim var ki?

Şehir Tiyatroları’ndan bir çok oyuncu ihraç edildi, Amed Tiyatro Festivali iptal edildi ve daha bunun gibi pek çok alanda sanata karşı büyük bir baskı var. Buna karşı nasıl bir yol izlenmeli?

Daha çok çalışmalı, daha çok üretmeli. Sevinç Erbulak’ın da dediği gibi ‘Sanat korkakların işi değil’. Sanat en cesur insanların işidir. Bu dönemde daha fazla tiyatro oyunun çıktığını da görüyoruz. Sanat özellikle de tiyatro politika üstü bir şeydir.

Cadının Bohçası oyunun için ‘Çok kişilikli tek kişilik oyun’ yorumu afişte yer almıştı.

Bunu o dönem beraber çalıştığım Kültür Merkezi’ndeki arkadaşlar yazmıştı. Çok kişilikli bir oyun yakıştırmasını yapmışlardı.

Oyun takvimi ve yeni proje

Yakın zamandaki oyun takvimini paylaşır mısın?

20 Ocak saat 20:30’da Sadri Alışık Kültür Merkezi Çolpan İlhan Sahnesi’nde ‘Cadının Bohçası’, 24 Ocak Salı günü Taksim’de Zebercet Cafe’de saat 20.00’de ‘Kestirmeden Hikayaler’ ile sahnede olacağım.

Yeni bir proje var mı?

Tek kişilik bir oyun projem var. Diğer oyunlar biraz meddah havasındaydı. Yeni çıkaracağım oyunda ise oyunculuk daha ön planda olacak.