Ana SayfaGüncelYalnızlığın zarafetine, olamadığımız Garo’ya – MİZGİN RONAK

Yalnızlığın zarafetine, olamadığımız Garo’ya – MİZGİN RONAK


MİZGİN RONAK


Bırak da ay geceye etek olsun / Bihêle heyv, etegê şevê bit

Böyle demiş Güney Kürdistanlı şair M. Teyib. Bırak “ayın geceye etek olmasını” dilemek, aya bakmayı bile bilmeyenler, yıldız tozundan gelmiş olmanın bilinciyle bakıp yıldızlara, yıldızlarda kaybolmanın güzelliğinden bihaber olanların galebe çaldığı zamanlardayız. Ay yalnız, yıldızlar bakışsız, kavaklar “ah kavaklar…” şarkısıyla onları ihya eden dillerden mahrum.

Ve o, orada yapayalnız! Her zamanki gibi… Olamadığımız çoğulluğun, çoğulculuğun yalnızlığı. O, orada yapayalnız ve zarif.

Yalnızlık, hiç bu kadar zarif olmamıştı, bu kadar mahzun, şiirsel ve ölünesi. Ya da göçüp gidilesi, kimsenin bilmediği uzaklara veya hiçliğe.

Ah göçmen kuşlar! Nasıl da imrenir oldum size. Bu mekan zamandan, hapseden bu kafes-beden ve pranga-kelimelerden kopup gidesim var, birazdan kırılacak boyalı paskalya yumurtaları gibi yuvarlanasım, zarafetle süslenmiş hüzün sepetlerinde kaybolasım var; çocuk İsa’nın hüzünlü bakışlarının ışıltılı bir yalnızlıkla içe işlediği tabloda kaybolasım var, yalın ayak ve yalnız. Ah hüzünlü paskalya sepetleri! Bu zarif hazırlığın, bu narin süslenmenin anlamı; hep yalnızlaşmış olmak mıdır yoksa dağılan bir Nar’ın kanında kıpkızıl yok olup gitmek midir?

Ah o, orada yalnız, yapayalnız kaldı. Yalnızlık hiç bu kadar asil olmuş muydu? Bu kadar kırılgan ve yılmaz, bu kadar mehtap ve Ararat?

Ay, ey ay

uykusuz gözlerinle

sahip çık Ermeni kemiklerine

Olamadığımız Garo gerçekliğinin orada, dimdik ve yapayalnız bir Ararat, kuşatmaya alınıp yok edilmek istenen bir Ararat olduğunu gördüğümden beri; “Garo olamadık, hepimiz Garo değiliz!”in yankıları eşliğinde, adını bilmediğim Ermeni Ozan’ın bu mısraları çınlıyor kalbimde:

Ay, ey ay

uykusuz gözlerinle

sahip çık Ermeni kemiklerine

O, orada yapayalnız kaldı işte! Birlik-beraberlik sözlerinin bir anlamı kaldı mı ki? Şimdi kediler de inanmaz bu insanlığımıza, bu insanlığımızın dilinden dökülen “kardeş, birlik” teranelerine… Diller nasıl da yılana dönüşerek tıslamaya başladı, kan kokusunu alan kurt benlikler, nasıl da taarruza geçti. Yani “buraya kadar”dı, “işte bu kadar”dı her şey! Gerçeği zarafetle söylemeye çalışan bir insan güzeli, olamadığımız Ermeniliğimiz; nasıl da düşürdü maskeleri. Maskeler!

Ne düşünür teyyare yalnız kaldığı zaman

Ay ışığında hep bir ağızdan

Şarkı söylemesini bilir mi gaz maskeleri?

Orhan Veli mırıldanmıştır belki bu dizelerini yeniden. Çünkü size benziyor “adı geçen” o gaz maskeleri! Yani şiir, sizi, azametli ve muzaffer varlığınızı çok çok önceden haber vermiştir insanlığa…

Ay ışığında şarkı söylemeyi bilmeyecek olan gaz maskelerinin arzı endam ederek her yeri işgal edeceğini ve Garo Paylan kişiliğinde yalnız, yapayalnız kalacağımızı “muştulamıştır” bize şair, henüz bu kadar çok sene geçmemişken, maskeler bin bir surata bürünmemişken…

Saygıdeğer ve çok muhterem gaz maskeleri, ülkece size, kutsal varlığınıza minnettarız desek; şurda methiyeler dizip, burda anıtlar diksek de inanmayın. Gaz maskeleri, yalnızca ‘gaz maskeleri’dir. Ne ay ışığında şarkı söylemeyi bilirler ne de bir nar ağacının dalına gönül bırakmayı… Orada öylece kaskatı, simsiyah, pörtlek ve ışıksız gözleri, çirkin suratları, olmayan yürekleri ve şiirleriyle hazır ve nazır bekleyiş değil hani. Ama o bekleyiş de bekleyiş değil hani. Sevilen dostları getiren bir treni beklemek hiç değil. Baharı müjdeleyen çapkın kırlangıcı beklemek gibi değil, mektup getiren bir kağıt gemiyi beklemek hiç değil. Son anında yüzlerin ve sözlerin ışığa kestiği bir kavuşmanın bekleyişi de değil. Nedir öyleyse diye soran olursa da cevabım şudur:

Buyurun zat-ı şahaneleri, kendiniz arayıp bulun ya da “saygıdeğer gaz maskeleri”ne sorun. Bundan ötesi, sessizlik.

O, orada yalnız dururken, ay ışığıydı. Ebedi, arı ve romantik ışığıyla tenha. Sizlerse gaz maskeleriydiniz, kapkara ve sert. Tüm mehtaplı geceler onunlaydı, manadan oluşan gümüşi kanatlarıyla uçuşan gaz maskeleri, yalnızca gaz maskeleriydi.

Şair şiirinin (alıntılanmış kısmının) ilk mısrasını, ardındakilerle yeniden okuyordu:

Arzulu mudur bir tank, rüyasında

ve ne düşünür teyyare yalnız kaldığı zaman

ay ışığında hep bir ağızdan

şarkı söylemesini bilir mi gaz maskeleri?


NOT: Ay ışığı varken, gaz maskeleri sevilmez.