Ana SayfaGüncelAhmet Türk: Kürtler arasında birlik sağlanırsa şiddet sarmalı son bulur

Ahmet Türk: Kürtler arasında birlik sağlanırsa şiddet sarmalı son bulur

HABER MERKEZİ – Gazete Karınca’nın sorularını yanıtlayan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk, Kürtleri baskılamaya yönelik iki yönlü bir süreç işlediğini belirterek, ulusal birliğin önemine dikkat çekti. Türk, “Kürtler arasında bir birlik sağlanırsa Türkiye, İran, Irak, Suriye’deki aktörlerle daha doğru bir diyalog kurulabilir, demokratikleşmenin önü açılır ve bu şiddet sarmalından kurtulma şansı olunur” değerlendirmesinde bulundu.


Bekir Avcı & Lokman Sazan


İçişleri Bakanlığı tarafından geçici olarak görevden uzaklaştırılan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk, Gazete Karınca’ya konuştu.

24 Kasım 2016’da tutuklanarak 3 Şubat’ta tahliye edilen deneyimli Kürt siyasetçi, gündeme dair sorularımızı yanıtlarken, ilkin siyasetin 1970’lerden bugüne genel bir seyrini ve bugünkü tabloyu değerlendirdi.

Tarihsel olarak ‘farklılıklara karşı tekçiliği’ esas alan yaklaşıma dikkat çeken Türk,Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri farklı kimliklerin inkarı üzerine inşa edilmiş bir devlet yapısına sahip” dedi ve şunları söyledi:

Bu mantık değişmedikçe gelen hükümetlerin köklü değişiklikler yapması veya değişim dönüşümü sağlaması mümkün olmuyor. Bu nedenle diyebiliriz ki tüm süreçler birbirine benzer süreçler. Hele hele konu Kürt meselesi olunca, burada çok farklı bir gelişme olmuyor. Çünkü kuruluşundan beri Ortadoğu’da çıkan ulus-devletlerin yapısına baktığımızda hepsi Kürtleri bir tehlike olarak görmüşler, Kürtlerin bir statüye kavuşmaması için adeta bir iş birliği içine girmişleridir. Bu nedenle Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler noktasında zaman zaman sanki çözülecekmiş gibi davranılıyor ama özünde İttihat ve Terakki mantığının hakim olduğu ulusalcı anlayıştan kendini kurtaramıyor.

Demokratik değişim ve dönüşüm olmadığı, Kürtlerin bir halk olduğu ve bir kimliklerinin olduğu gerçeği kabul edilmediği müddetçe benzer süreçlerin tekrar ettiğine ve edeceğine vurgu yapan Türk, “Yani aktörler ve hükümetler ne kadar değişse de Kürt meselesi içselleştirilmediği için çok fazla sonuç alınamıyor” dedi.

55 yıldır aktif siyasetin içerisinde olan Türk, 1970’lerden bugüne değin siyasetin akışına ve bugünkü duruma ise şu sözlerle dikkat çekti:

70’lerden günümüze geldiğimizde… 1980’leri yaşadık. O dönemde Kürtlerin çok aktif bir siyaseti olmamasına rağmen Kürtler o dönem de hedef alındı, 12 Eylül Diyarbakır zindanları benzeri şeyler yaşandı. 1990’lara geldiğimizde ise faili meçhul cinayetler, köylerin yakılması gündeme geldi. Bir sindirme politikası vardı. Ancak kaba bir şiddetle bastırma söz konusuydu.

Bugüne geldiğimizde ise 7 Haziran’dan sonra çözüm kabiliyeti olmayan, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini içselleştirmeyen anlayış olunca bu çözüm süreçlerini ileriye götürme şansı olmadı. Çünkü burada bir hakkın ve hukukun teslimi, bunun tanınması mantığıyla yaklaşılmadığı için süreç değişti, sistematik bir şey başladı. Türkiye halkları demokrasi kültürünü içselleştirmediği için süreçler kendini tekrarlıyor.

Geçmişe göre belki kaba şiddet yok ama geçmişten daha tehlikeli bütün kurumları, bütün her şeyi kontrol altına almaya çalışan bir mantıkla karşı karşıyayız.

“Kürtleri baskılamaya yönelik iki yönlü bir süreç var”

Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşandığına dikkat çeken Türk, bunların başında Türkiye’deki sistemi değiştirmeye yönelik içteki gelişmenin geldiğini söyledi. Ortadoğu’da Kürtlerin önemli bir aktör olduğu bir dönemden geçildiğini ve Kürtlerin Türkiye’nin yanı sıra Rojava’da ile diğer bölgelerde de bir statüye sahip olmaması konusunda refleksler olduğunu dile getiren Türk, şöyle devam etti:

İçteki sindirme politikası bir tarafta, dışarıda da Kürtlerin bir statüye ve hakka sahip olmaması konusunda mevcut hükümet, iktidar büyük bir hassasiyet gösteriyor. Kürtleri baskılamaya yönelik iki yönlü bir sürecin içindeyiz. Bu sürecin has özelliklerinden biri tüm kurumları kendi tekeline almaya çalışan bir Cumhurbaşkanı ve buna destek veren bir hükümet. Çoğulcu, katılımcı demokrasi yerine tekçiliği esas alan bir Türkiye’ye doğru gidiliyor. Giderken 4 ülkede yaşayan Kürtlerin bir dinamik güç olması, bir politik güç olması birçok kesimi de rahatsız ediyor. Hem içeride hem dışarıda operasyonlarla Kürtleri sindirmeye çalışan bir mantıkla karşı karşıyayız.

90’lar ile bugün arasındaki fark

Türk, bugün yaşananların sıkça 1990’lar ile kıyaslanmasıyla ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yaptı:

90’lardaki uygulamalar şiddet politikalarını esas alan ve onun derinliğinde çok fazla projesi olmayan uygulamalardı. Kürtlere yönelik bir yaklaşım vardı. Şu anda ise sistematik bir uygulama var. Yani çevreleyen, tamamen kontrol altına almak isteyen bir yaklaşım var. Bunu yaparken de sadece Kürtlerle ilgili tedbirler alınmıyor. Türkiye’deki her kesimi sindirme ve susturmaya yönelik bir anlayış ortaya konuluyor: bir tarafta basın üzerinde, diğer tarafta akademisyenler üzerinde, yine diğer tarafta yargı kontrol altına alınıyor. Tüm kurumları kontrol altına alan, tekleştiren bir mantık var.

Geçmişte 93-94’lerde de Kürtlere çok ağır yönelimler oldu ancak hükümetin veya iktidarın istediği şekilde şekillenmemişti. Burada ise bir şekillenmeye doğru gidiliyor. Yani iktidara göre her şeyi şekillendirmeye yönelik bir bakış egemen. Bu nedenle bunu biraz daha farklı, biraz daha sistematik ve biraz daha faturası ileride çok ağır bir şekilde ortaya çıkacak bir dönem olarak değerlendirmek lazım.

“Devletin bu süreci bozduğunu sabırla izlemek lazımdı”

‘Devlet zaman zaman küçük tavizler veriyor’ şeklindeki sözlerini hatırlattığımız Türk, bu tavizlerin daha çok nerede, nasıl ve hangi koşullarda olduğu sorumuza ise İmralı’daki görüşmelerden 7 Haziran’a uzanan sürece değinerek yanıt verdi:

Sayın Öcalan’la görüşmeler oldu, heyetler oldu, ilk giden heyette ben de vardım, daha sonra bunu arkadaşlarımız sürdürdü. “Bu süreci belli bir noktaya getirirsek, küçük de olsa bazı adımlar atarsak –çünkü büyük adımlar atmaya müsait bir yapı yok- acaba şiddet sarmalından Türkiye’yi farklı bir noktaya götürebilir miyiz?” gibi bir hesap vardı. Ancak 7 Haziran seçiminde kazanan Kürtler oldu ya da Kürt siyaseti daha güçlü bir şekilde çıktı 7 Haziran’dan. Bu, onları rahatsız etti, bu da süreci bitirmeye yönelik bir adımın atılmasını beraberinde getirdi ve 7 Haziran’dan sonra masa devrildi, görüşmeler sona erdirildi.

Meseleyi sadece iç politikayla sınırlamak da doğru değil. Bir tarafta Ortadoğu’daki gelişmeler, diğer tarafta içeride tamamen devlete hakim olma ve kontrol altına alma hevesi, bu sürecin tamamen tıkanmasına ve şiddet sarmalının devam etmesine neden oldu.

“Siyaseti dürüstçe yapmak lazım, kendi açımızdan da eksiklerimizi dile getirmemiz lazım” diyen Türk, diplomasideki eksikliklere dikkat çekerken, 7 Haziran’dan önce devletin süreci bitirme kararı verdiğini vurguladı.

Kolombiya örneği ile durumu açıklayan Türk, bir FARC yetkilisinin “Kolombiya devleti üzerimize geldikçe biz dünyaya çağrı yapıyoruz, savaşmak isteyen biz değiliz” sözlerini anımsattı:

O (devlet) bitirdiği zaman bizim de reste rest yapmamızın bir anlamı yoktu. Devletin bu süreci bozduğunu sabırla izlemek lazımdı, halkın bunu görmesi lazımdı, hatta Türkiye halkı ve dünyanın bunu görmesi gerekiyordu. Meşru makul taleplerimiz olmasına rağmen devletin savaş naralarına sabırsızca yanıt verilmesini siyaseten bir eksik olarak görüyorum.

Yasak, çatışma ve operasyonlar

Devamla bölgedeki yasak, operasyon, çatışma ve yıkıma ilişkin konuşan Mardin Belediyesi Eşbaşkanı Türk, şöyle devam etti:

Bu kadar tahribatın yapılması bizi üzdü. Devlet orada hendek kazıldığını görüyordu, bir tarafta Nusaybin’de hendek kazılırken polisler diğer tarafta seyrediyorlardı. Bence burada bir tuzağa çekilme oldu.

‘Artık geri dönülmez yoldayız’ açıklaması

Türk, yasak ve çatışmaların devam ettiği dönemde yaptığı “Artık geri dönülmez yoldayız” açıklamasına ilişkin “Bugün hala geri dönülmez yolda mıyız, eğer öyleyse bu yoldan nasıl dönülür ve eğer öyle değilse de bu yol ne durumda?” sorumuzu ise şöyle yanıtladı:

Bazı şeylerden dersler çıkarılacağına inanıyorum, bütün bu eleştirilerimi yaparken biraz daha demokratik siyaseti önemseyen bir mantıkla meseleye yaklaşılması gerektiğini söylemek istiyorum. Çünkü mücadele ve yaşam tek yönlü değildir. Birçok aktörü vardır, siyasette birçok doğrular vardır. Bu nedenle doğruları birleştirmek, eksikleri de ortaya koyup tartışmak lazım.  Böyle olunca daha sağlıklı bir yapı ve mücadele anlayışı ortaya çıkar diye düşünüyorum.

Ortadoğu ve Kürt meselesi

Kürt meselesi çözülmeden Türkiye ve Ortadoğu’da demokratikleşmenin mümkün olmadığını vurgulayan Türk, “Bu nedenle Ortadoğu’da Kürt meselesi çözülmek zorunda” dedi. Türk, Kürt sorununun çözümü durumunda Ortadoğu’da etnik çatışmaların da kalkacağını belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:

Kürt meselesi çözülmeden ne Suriye’de demokratik bir Suriye oluşabilir ne Irak’ta demokratik bir Irak oluşabilir ne de Türkiye demokratik bir Türkiye’ye dönüşebilir. Bu nedenle Kürtler bugün politize olmuş bir güç ve önemli bir aktör, 40 milyon nüfusuyla Ortadoğu’da yaşayan bir halk. Ama hiçbir statüsü yok.

Şunu ilave etmek istiyorum: Kürtler birlikte yaşadığı halklarla demokratik ve özgür bir yaşamı esas almış bugüne dek hep. Bugün bile Rojava’da demokratik bir Suriye’den söz ediliyor, Türkiye’de de Türkiye’yi bölme değil de demokratik bir Türkiye’den, ülkenin demokratik bir cumhuriyete dönüştürülmesinden bahsediliyor, bu talep var. Bunlara baktığımızda aslında Kürtlerin bu makul talepleri sadece Kürtleri demokratik özgür bir geleceğe taşımıyor o ülkelerin de demokratikleşmesine katkı sunacak bir proje olarak bakmak lazım. Biz bu nedenle şimdi Kürtlerin bu kadar yoğun yaşadığı bir coğrafyada sindirilmeye, susturulmaya çalışılırsa o ülkeler nasıl demokratik bir geleceğe sahip olabilir? Bu nedenle Ortadoğu’da Kürt meselesi çözülmek zorunda. Suriye’de, Irak’ta, İran’da demokratik bir yapı olsun ki oradaki halklar birbirini kucaklayabilsin.

Eğer Kürt sorunu çözülürse Ortadoğu’da etnik çatışmalar ve söylemler de gündemden kalkar. Tamamen demokratik bir Türkiye olduğu zaman Kürdün, Türkün özgür olduğu, kimsenin birbirine kin ve öfke duymadığı bir sisteme kavuşursa kimse ne Türklüğünden ne de Kürtlüğünden bahseder. Bizim zihnimizdeki gelecek budur, insanlar kimliğinden dolayı birbirini sorgulamamalı anlayışıyla meseleya bakmamız lazım.

İşin özüne baktığınızda halkların Ortadoğu’da kendi geleceklerini oluşturmaya yönelik Sayın Öcalan’ın bir dünya görüşü var: Önemli olan halkları yaklaştırmak, halkların birbirine düşman olmayacağı bir süreci Ortadoğu’da egemen kılmaktır. Burada halklar özgürleşmeden Türk ya da Kürt olmak çok da anlamlı olmuyor. Ama halkları kucaklaştıracak demokratik bir proje etrafında herkesin yoğunlaşması lazım. Ortadoğu’nun Türkiye’nin değişim dönüşümü ancak böyle sağlanabilir. Avrupa Birliği’ne ancak bu şekilde bir alternatif bir birlik oluşturabilir Ortadoğu halkları.

Ulusal birlik

Türkiye’yi ziyaret eden Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani ile de görüşen Ahmet Türk, ulusal birlik konusunda da açıklamalarda bulundu:

Bizim temaslarımız, çalışmalarımız oldu ama maalesef gerçekleşmedi. Bunu gerçekleştirmek için belki bu işin aktörleri hazır değildi. Ya da Kürt siyaseti içinde farklı ideolojik tartışmalar olduğu için bunu gerçekleştirme şansı olmadı. Ama bence bugün her dönemden daha önemli, önce Kürtler arasında bir birlik sağlanırsa bence Türkiye, İran, Irak, Suriye’deki aktörlerle daha doğru bir diyalog kurulabilir, demokratikleşmenin önü açılır ve bu şiddet sarmalından kurtulma şansı olunur diye düşünüyorum. Ciddi bir diyalog ortamı o zaman gelişir. Ama siz kendi içinizde bölük pörçükseniz etkili de olamazsınız.

Baykal’ın ziyareti, Bahçeli’nin çağrısı

Kendisi cezaevindeyken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Deniz Baykal’ın ailesini ziyaretini ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Tutuksuz yargılanmalı’ şeklindeki çağrıyı hatırlattığımız Türk, bu konuda ise ‘beşeri münasebetlere’ dikkat çekti.

Bahçeli’nin ‘Dışarıda da yargılanabilir’ dediğini söyleyen Türk, bunun insani bir yaklaşım olduğunu yineledi ve Baykal’ın ziyaretini ise siyasi dostluklarını anımsatarak yanıtladı:

Sayın Baykal’la biz uzun bir süre aynı partide siyaset yaptık. O dönem de aynı partide olmamıza rağmen biz Baykal grubunun karşısında bulunan sol kanatta yer alıyorduk ve kongrelerde karşı karşıyaydık. Ama sonuç olarak dostuz, arkadaşız ve bir vefa borcu var. Sayın Baykal’ın Mardin’e gelmesi benim açımdan önemlidir.

Yasak zamanı kimse aradı mı?

Yasak, çatışma ve ardından yıkımın sürdüğü dönemde başka partilerden siyasetçilerin kendisiyle temasa geçip geçmediğini de sorduğumuz Türk, bu soruyu ise şöyle cevapladı:

Zaman zaman ‘Neler oluyor, neler yaşanıyor?’ diye merak ettikleri için sohbet ettiklerim oluyordu ama ‘Geçmiş olsun’ diyen olmadı, böyle bir yaklaşım ortaya çıkmadı. Bunu engellemek, bu noktaya varılmaması konusunda siyasetçi olarak devreye girmek gibi bir durum yaşanmadı. Tüm bu süreçler yaşanırken bir iki duyarlı insan dışında kimse aramadı.

Devamla da CHP’nin ‘atıl’ siyasetini eleştiren Türk, şöyle konuştu:

Zaten bugün bizim kırgınlığımız nedir? CHP geçmişten beri kendisini ‘sosyal demokrat’ bir parti olarak tanımlıyor ama gerçekten Kürt meselesi konusunda suskun kalarak demokratik bir geleceğin inşası konusunda elini taşın altına koymadığı için Kürtler bugün CHP’ye kırgın. Belki de en az oyu alan parti durumuna düşmüş durumda. Kürtler CHP’ye düşman değil, CHP’nin misyonuna uygun bir siyaset ortaya koymadığı için bir kırgınlık var.

Mesut Yılmaz anısı üzerinden örnek

Bir demokrasi kültürüne sahip olmazsanız, demokrasiyi içselleştirmemişseniz hiçbir sorunu çözemezsiniz. İnanmak lazım. Bu inanç yok; bugünkü mevcut siyasi partilerde olmadı geçmişte de olmadı. Geçmişte deneyimlerimiz var. Bir gün Mesut Yılmaz’la konuşurken, ziyaret etmiştik kendisini. Vedat Aydın olayından sonra “Ben işin bu noktada, böyle olduğunu bilmiyordum. Kontrgerillanın ve derin devletin benden birçok şey sakladığını ben yeni yeni fark ettim” demişti. Başbakanlık yapmış biri. Böyle bir ülkede yaşayınca, o duyarlılık olmayınca da maalesef bu işi çok doğru bir noktaya taşıma şansına da sahip olamıyorsunuz. Yani siyasetin kendini bir yerde demokrasiye endeksleyemesi, demokratik geleceği esas alacak bir yaklaşımla siyaset yapılması lazım. Maalesef bugün kimsenin demokrasi derdi yok.

90’larda Lice’ye gelen Baykal, bugün ne yaptı?

Deniz Baykal’ın 90’larda Lice’ye geldiği yönündeki açıklamalarını hatırlattığımız Türk, “Baykal’ın bugün Nusaybin’den Koruköy’e uzanan süreçteki tavrı nedir, ne yaptı?” sorumuzu ise şöyle yanıtladı:

O dönemde Deniz Baykal’ın konumu farklıydı, bugün farklı, bir milletvekili sonuçta. Şimdi acaba genel başkan olsaydı gelir miydi, o duyarlılığı gösterir miydi, bilemeyiz.

Ortak demokratik bir gelecek için sorumluluğumuzu yerine getirseydik birçok şey yaşanmazdı. Bu, CHP için de bizim için de geçerli. Burada bir eksik yapıldı: Demokrasiye olan inancımızla ve demokratik bir ortak geleceği oluşturmaktaki hedeflerimizi tamamen o hedefe varmak için kendimizi hazırlamadığımız için bugün tabiî ki bir eksiklik olarak görmek lazım ve herkesin bir özeleştiri yapması lazım.

Referandum

Referanduma ilişkin fikrini de sorduğumuz Türk, bu konuda bölgedeki Kürt oylarının önemine dikkat çekti:

Referandum kritik bir noktada. Referandumla ilgili düşüncemiz ortada. Özellikle Kürt bölgesinde ‘Hayır’ın çıkması çok önemli. Devlet bunu kullanmasın, ‘Kürtler de bizi destekledi oy verdi’ diyebilirler.

“Umutsuzluğa gerek yok”

Türk son olarak da şunları söyledi:

Belki çok da layık değilim buna ama bugün Türkiye kamuoyunda “Ahmet Türk artık barış için rolünü oynamalı” deniliyor.  Tabi ki sürecin farkındayız, barışın şu süreçte kolay kolay kazanılmayacağını biliyoruz. Ama sonuçta bizim hayalimiz barış, hayalimiz demokratik bir gelecek. Biz bunun için, şartlar ne kadar olumsuz olsa da bunu zorlamaya çalışırız. Bence bundan sonra bize düşen de bu şiddet sarmalından nasıl kurtulacağımızın hesabını yapmak.

Siz eğer kendi halkınızı ve Türkiye halkını ikna etmezseniz, bu sonu olmayan kör bir dövüşe götürür sizi. Bu yüzden siyaset yapıyorsunuz, ikna etmeniz lazım. Bunun için umutsuzluğa da gerek yok. Biz inanıyoruz ki çatışma ne kadar sürerse sürsün bir gün muhakkak barış kazanır.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
'Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler': Prenslerini beklemeyen 100 kadının öyküsü
Sonraki Haber
KHK ile ihraç edilen öğretmen denizde yaptığı eylemde gözaltına alındı