Ana SayfaGüncelKuğuların sessizliği – MİZGİN RONAK

Kuğuların sessizliği – MİZGİN RONAK

Kuğuların kendini ve alemi bilen sessizliğiyle, namlu takmış tüm “Evet”lere “Hayır” demek lazım.


MİZGİN RONAK


Kuğuların sessizliğine benzeyen soğuk bir akşamda kanat çırpan; olması gerekenlerin olmaması ve olmaması gerekenlerin olması, bir bir gerçekleşmesidir sanki. Yok, olması gerekenler ve olmaması gerekenler diye listeler dizmeye hacet yok. Çünkü her şey ayan beyan ortada, bilinçler berrak, duygular erkenci bir kiraz dalında. Ama yılgın kaplumbağa ayaklarıyla yürümemek lazım işte, ne gerçekte ne düşte. Çünkü “o ayaklar” ayak değil. Şimdi bize, rüzgar kanatlı yatları bile kıskandıran ayaklar ve adımlar lazım, şimdi bize cesur yürekler… Ötesi kurtarmaz asla. Şu “iç engel”, bu “dış hendek”, şu “olmaz” teorilerinin girdabı, bu çengel ve dikenli teller dememek lazım Sevgili Kanarya Adalılar.

Unutmuyoruz elbet, şanslıyız “bu adalardanız”. Sahil, dalgalar, kum taneleri ve kanarya sesleri derken “varolmanın sarılamaz yarası” (F. Nietzsche) “dayanılmaz hafifliğin” (M. Kundera) kuğu tüyleri, saadet ve nazikliğiyle kendimizden geçiyoruz. Ama bu “şanslar ve güzellikler zincirine” rağmen kaplumbağaya, ayaklarının yılgın hakikatini anlatmak, tavşanı geçse de hala kaplumbağa olduğunu hissettirmek lazım.

Mesela bahar gelecek; her bir aceleci badem çiçeğiyle açmak lazım. Kardelenden sırrını öğrenmek, aldansa da yılmayan kırlangıçla hemhal olmak lazım.

Baudelaire’e “Hayır üstat, ‘tapınılan ilkbahar’ kaybetmedi kokusunu” demek, kuğuların dirençli zarafetiyle hazırlanmak; olmaması gerekene, Sevgili Meltem’in (Cumbul) o en güzel kadın gülüşlerinden biriyle “Hayır” demek lazım.

Kuğuların kendini ve alemi bilen sessizliğiyle, namlu takmış tüm “Evet”lere “Hayır” demek lazım.

Apoletli, kudretli “Evet”ler “Evet” değil kerevettir ve biz, Sevgili Polinezyalılar’ın ölmeye niyeti yok bu bahar. Turnalarla, nar çiçekleri, yoncalar ve nergislerle sözleşilmiştir zira, tırtıllı ve kaplumbağa kabuklu “Evet”lere gönül indiresimiz yok; şu rüzgarın deliliği, bu bahçenin sarhoşluğu, şu gülün “hayırlı” hikayesi, bu baharın yüzyıllık geleceğiyle anlaşılmış, hemfikir olunmuştur artık.

Bu nedenle kuğuların sessizliğinden vazgeçip kuzuların kurbanlık sessizliğinde boğulamayız. “Kurban ya da cellat olacaksınız, seçim sizin” diyenler, ne kurban ne cellat olmayacağımızı, ama geçen gün kurtuluş yıldönümü kutlanan Kobanê olduğumuzu görecekler; vakti zamanında Barikatlar diyarı Madrid, Nazizmin mezarı Stalingrad olduğumuz gibi…

Kuzuların değil, kuğuların bembeyaz sessizliğidir bahar çiçeklerinde patlayacak olan; tüm ağaç diplerinde çimenlerle nöbet tutan, Yüzyıllık Yalnızlık’ın (G.G. Marquez) “gümüş balıklarında” dans ederek hayalden gerçeğe dönüşecek olan Sevgili kuğuların sessizliği her gece rüyalarımıza masal olurken, kuzuların sessizliği sessizlik değil, biliriz; olsa olsa teslimiyetin gözlerini bellettiği çaresizlik feryadıdır.

Ama sessizliğimiz beyler; fırtınanın amazon kızıdır. Kuzu kuzu değil kuğu kuğu yaşadığımız bu hayatı, sessizliğin nazlı konçertosuyla güzelleştireceğiz.

Mavi suları tanıktır Fırat’ın. Dalgakıranlara koşan yalın ayak çocukluğumuza bu bahar, Dicle papuç giydirir belki, “Meriç” sefer tasını hazırlar; Nil, piramitlere karşı “hayırlı” bir nazar boncuğu takar.

Neval El Seddavi papirüs elleriyle belki bu kez bizim için “Kahire Saçlarımı Geri Ver” diyerek çocukluğumuzun çalınan tüm can ve oyuncaklarını geri getirir, gecede çınlayan tahta papuçlarımızın kuğuvari süzülüşünde kuzu postuna bürünmüş ya da bürünmemiş tüm kurtlar; kuğuların nazik sessizlik dansıyla sobelenecektir diyor bu uzun kışın falı…

Führer’e sobe, el Bağdadi’lere, kurbanlık kuzulara ve kurtlara da. Sana da sobe ey yılgın kaplumbağa, ayaklarına göz kırpan.