Ana SayfaÇeviri‘1930’larla analojik bir ilişki var, aşırı sağ o dönemin antisemitizm ilkelerini yeniden benimsiyor’

‘1930’larla analojik bir ilişki var, aşırı sağ o dönemin antisemitizm ilkelerini yeniden benimsiyor’

HABER MERKEZİ – Faşizmin Yeni Çehreleri’nde [1] tarihçi “faşist matris”ten elde edilen Avrupalı aşırı sağ hareketlerdeki değişimleri inceliyor. Ona göre Müslümanlara yasaklar koyan “postfaşizm”le cihatçılık arasındaki “uçsuz bucaksız boşluk”u işgal etmek için sol “yeniden politik perspektifler sunmak” zorunda.


Grégory Marin

Çeviri: Evrim Şaşmaz


“Avrupa Birliği’nin çözülmesi, tekrar faşizmin musluğunu açabilir”

Avrupalı aşırı sağ hareketler (Almanya için Alternatif – AfD, Fransa’da Ulusal Cephe ve Macaristan’da Jöbbik…) faşizmin mi nazizmin mi ilkelerini yeniden benimsiyor?

Enzo Traverso: Öncelikle ortak özellikler gösteriyorlar; bunlar temelde Avrupa Birliği’nin reddi, yabancı düşmanlığı, özellikle de islamofobik boyutu. Bu imleçlerin ötesinde belirgin farklılıklar da görülüyor. Açıkça neofaşist veya neonazi hareketler var: Yunanistan’da Altın Şafak, Macaristan’da Jöbbik vb. Yunanistan’da Syriza’nın çıkışı bu dinamiği geri tuttuysa da bu hareketlerin radikalliği krizin derinliğine bağlı. Fransa’da Ulusal Cephe’nin faşist bir matrisi var. Elbet partide neofaşistler bulunuyor fakat partinin söylemi artık faşist değil çünkü hatırı sayılır bir ideolojik değişim çabası gösterdi ki başarısının anahtarı budur. Neofaşist ifadelere tutunmaya devam etseydi duyulamaz ve cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura yükselmeyi şüphesiz umut edemezdi.

Bu “faşist matris” partilerine neden neofaşist değil de postfaşist denmeli? Bu postfaşizmi ne ile nitelendiriyorsunuz?

Enzo Traverso: Bu geçici bir kategori. Postfaşizm; devam etmekte olan değişim sürecini kavramaya çalışan bir fikir: Ulusal Cephe artık faşist bir hareket değil fakat faşist matrise bağlı göbek kordonunu henüz düşürmemiş, yabancı düşmanı, aşırı sağa ait bir hareket olarak kalıyor. Bunun ne sonuç vereceğini bilemeyiz. Avrupa Birliği’nin çözülmesi, ekonomik krizin derinleşmesi durumunda geçmişte olduğu gibi tekrar bariz faşist bir alternatife dönüşmesinin musluğunu açabilir. Ya da yeni özellikler edinip, geleneksel solun bir bileşeni haline gelen, 1990’lardaki İtalyan sosyal hareketi gibi kendini sisteme entegre edebilir. Süreç devam etmekte zira postfaşist olarak betimlediğim bu hareketlenmede, İngiltere’nin Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ya da son yıllarda doğmuş İtalya’nın Kuzey Lega’sı gibi, örtüşseler de – Salvini ya da Farage’ın Ulusal Cephe ile iyi ilişkileri var – faşist kökenleri olmayan politik hareketler de bulunuyor. Bu kavram tehlikeyi küçümsemeyi ya da daha kabul edilebilir kılmayı değil, karşısında etkin olarak mücadele edebilmek için anlamayı amaçlıyor.

“1930’larla analojik bir ilişki söz konusu”

Antisemitizm tamamen kaybolmasa da islamofobi, aşırı sağın, özellikle de Fransız aşırı sağının temel bir takıntısı olarak antisemitizmin yerini doldurdu.

Enzo Traverso: Sol Cephe’de hâlâ Fransız Cezayir’i ve eski rejimin antisemitlerinin nostaljisi var. Fakat antisemitizm politik söylemden kayboldu. Dahası, Marine Le Pen banliyö gençlerindeki yeni antisemitizme veya cihatçı “islamofaşizm”e karşı kendini bir kalkan gibi tanıtıyor. Diğer Avrupalı aşırı sağ partiler gibi, Ulusal Cephe de İsrail devletiyle iyi ilişkiler kurmak istiyor. Bu açıdan eski faşizmlerle bir kopukluk aşikâr. Yine de 1930’larla analojik bir ilişki söz konusu. Yahudiler nasıl Fransa’ya içeriden etki edebilen, devlete, güç çemberlerine sızabilen bir azınlık olarak görülüyordu, Fransa’nın Müslümanları da ulusu kangrenleştirmekte olan yabancı bir unsur olarak tanıtılıyor: İkisi de iç mihrak. 1930’larda Yahudiler de böyle tanıtılıyordu; dış mihrak Bolşeviklerle işbirliği yapanlar olarak. Bugün ise diyorlar ki Müslüman içeride cirit atıyor, İslamcı devletler, Katar gibi yabancı para güçleri de Fransa’yı tekellerine almak istiyor. 1930’lardan bugüne aşırı sağın karşı durmak için bir tehdit şekillendirmesi gerekti.

‘Popülizm’ kavramına dair

Zaman zaman sol vurgular da görebildiğimiz popülizm bu dinamiğe dahil oluyor mu?

Enzo Traverso: Bu hareketlerin yükselmesi semantik sorunlar oluşturuyor: Bunları nasıl nitelemeli? Nasıl betimlemeli? Popülizm kavramı uygun geldiğince kullanılır fakat bundan kaçınmalı. Popülist; retorik bir özelliğin kullanımı vesilesiyle hem sağa hem sola yetişen, sıklıkla demogojik bir politik tarzı betimleyen bir sıfattır : “Halk elitlere karşı”. Fakat popülizm kavramı bir partinin veya hareketin politik doğasını betimlemez. Sanders ve Trump’ı ya da Mélenchon ve Le Pen’i karşı karşıya getirmek için kullanıldığında esrarengizlik oluşturur zira anlamamıza yardımcı olmak yerine gerçeği büker.

Orada burada bu kavramı kullanan medya organlarına mı işaret ediyorsunuz?

Enzo Traverso: Evet çünkü batı dünyasında popülizm kavramı, popülizmin hitap ettiği kesime kıyasla popülizmi kullanan kesimin daha da nitelenmesine yarar. Hükümet partilerinin ve onları destekleyen medya organlarının her tür eleştiriyi olumsuz etiketlemek için kullandıkları bir silahtır: El Khomri yasasını eleştirmek popülist, Avrupa ekonomi politikalarını eleştirmek popülist. Totaliterlik kavramı da hem komünizmi hem faşizmi, her tür liberalizm karşıtlığını nitelendirmek için kullanılmıştır. Yani, baskın sosyal ve siyasi düzen tarafından belirlenen normun ötesindeki her şey popülizmdir. Kavramın tehlikeli ve işlevsel kullanılmasıdır.

Fakat farklıca da olsa solda da böyle bir kullanım mevcut. Jean-Luc Mélenchon bundan faydalandı [2].

Enzo Traverso: Latin Amerika’da popülizm, daima dışlanmış olan halk sınıflarını siyasi sisteme entegre eden hareketlerinkidir. Mélenchon, İspanya’nın Podemos’u gibi popülizmin Latin Amerikalı kullanımını uygulamak istemekte. Fakat İspanya’da sistem karşıtı aşırı sağ yok, bu sebeple Fransa’da tehlikeli bir retorik aracı olması söz konusu: kendi açısından bu kavramı kullandığı ölçüde – kavramın bu yanlı kullanımından ötürü – onu Marine Le Pen ile aynı kefeye koyacak medyatik bir kampanya yürütmeleri için muhaliflerinin eline koz verecektir.

“Bugün, 1930’larda faşistlerin radikal eleştiri oluşturduğu demokrasiden bahsediliyor”

Postfaşizmlere dönsek, belirli bir çağdaşlık ilan etme isteklerine… Ne ölçüde başarılılar?

Enzo Traverso: Seçmenlerin muhafazakâr refleksine ağırlık verdiklerine göre çağdaşlıktan değil ama dil değişiminden bahsedebiliriz. Bugün Ulusal Cephe cumhuriyetçi bir retorik benimsiyor ve kadın hakları, laiklik nizamında ırkçılığı azaldı… 1930’ların faşizminde kadın lider yoktu ve homoseksüellere tahammül yoktu. Bugün, 1930’lu yıllarda faşistlerin radikal eleştirilerine tezat demokrasiden bahsediyorlar. Seçmenlerin muhafazakâr refleksine ağırlık verdiklerinden çağdaşlıktan değil dil dönüşümünden bahsedilebilir. Bugün Ulusal Cephe cumhuriyetçi bir retorik benimsiyor ve kadın hakları ve laiklik namına ırkçılığı azaldı… 1930’lu yılların faşizminde kadın lider yoktu, homoseksüellere tahammül yoktu. Bugün, 1930’lu yıllarda faşistlerin radikal eleştiri oluşturduğu demokrasiden bahsediyorlar. Ulusalcılıkları da evrildi, artık düşman yabancı bir güç değil. Artık söz konusu olan çoğu Fransız vatandaşı göçmenlere, Müslümanlara, iç azınlıklara karşı “ulusal kimlik”i korumak. Bir devamlılık var fakat bir hedef değişikliği de söz konusu: Bugünün islamofobisi 1930’ların antisemitizminin bazı özelliklerini gösteriyor. Cumhuriyet’e dair de söylem evrildi: 20. yüzyılın başından beri Fransız faşizmi cumhuriyet ve parlamento karşıtıydı, halbuki bugün Ulusal Cephe cumhuriyetçi olduğunu söylüyor. Bu bizi bizatihi cumhuriyetçi söylemin çelişkilerine yönlendiriyor zira Cumhuriyet ne ola ki? Birinci Cumhuriyet, Paris Komünü, Vichy karşısında silinen Üçüncü Cumhuriyet, veya Cezayir’e savaş açan Dördüncü Cumhuriyet mi? Cumhuriyet’i ülküleştirmekle olmaz, içeriğini oluşturmak lazım.

“21. yüzyıl ‘şimdici’ bir dünyaya açılıyor”

Entelektüeller nereye gitti?’ de geliştirdiğiniz ütopyalar tutulması analizinizi yeniden ele alıyorsunuz. Berlin duvarının yıkılmasından sonra liberallerin kehanette bulunduğu gibi bu « tarihin sonu » mudur yoksa bir geçiş midir?

Enzo Traverso: 21. yüzyıl “şimdici” bir dünyaya açılıyor: Şimdiden, içe, kendine kıvrılmış, geleceğe kendini yansıtmaktan aciz yaşayan bir dünyadan başka bir şey yok. 20. yüzyılda Sovyetler Birliği, bu model çekici olmasa bile, kapitalizme bir alternatif olabileceğini gösteriyordu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin varlığı bile kapitalizmi daha “insancıl bir çehre”ye bürünmeye zorluyordur. Soğuk Savaş’ın sonlanmasının ardından kapitalizm arşınlanamaz bir ufka erişti, beliren bir alternatif olmayınca vahşileşti. Bu açıdan “ütopyaların sonu”ndan bahsedilebilir. Bir döngü tamamlandı. Başkaları olacaktır, insanlık ütopyasız yaşayamaz. Devrimler de olacaktır, göstergeler çoktan kargaşaların habercisi. Fakat an itibariyle bu hareketler geleceğe yansıtma acizliğiyle tıkanmış durumda. Örneğin, İspanya’da los Indignados (Öfkeliler) Podemos’u çıkardı, politik bir yapı, Fransa’da Gece Ayakta umudun heyecanın taşıyıcısı oldu fakat şu ana kadar dayanıklı bir şey kurmamış olan bir kıvılcımdan ötesi değildi.

Sömürgecilik karşıtı bir solun uyanışı nasıl mümkün?

IŞİD’in temsil ettiği neoliberalizm karşısında “gerileyen cevap”a karşı ancak “sömürgecilik karşıtı bir solun uyanışı” etkin olabilir diyorsunuz. Sizce bunun çeperi ne olacaktır?

Enzo Traverso: Ezici bir sömürgecilik geçmişi olan Fransa’da sol geçmişindeki muğlaklıkların bedelini ödüyor. Üçüncü Cumhuriyet’ten Cezayir savaşına kadar sömürgecilik karşıtlığı daima azınlıklar (“üçüncü dünyacılar”, anarşistler, troçkistler, vb.) veya entelektüeller (Sartre, Genet, Pierre Vidal-Naquet, vb.) tarafından taşındı. İşçi Enternasyonali Fransa Bölümü (SFIO) Cezayir savaşının partisiydi, Komünist parti 1930’lardan itibaren sömürgeciliği kabul etmişti… Frantz Fanon sosyalist veya komünist kültüre asla sızmadı. Sol daima ulusal cumhuriyetçi, ataerkil, sindirici, evrensel değerlerin taşıyıcısı bir ulusun “medenileştirici misyonu” mitini taşıyan bir söyleme tutundu. Sol daima sömürge sonrası (postkolonyal) bir gençliğin öz örgütlenmeci hareketinin çıkışını kabullenmekte en büyük zorlukları olandı. Halbuki solun kimliği eşitlik ilkesine dayanıyorsa bu ancak Fransa’nın çokkültürlü ve çoklu etnik yapılı karakterinin tanınmasından geçiyor. Örneğin, solu çoklu aktörlerin etrafında yapılanmış politik bir hareket gibi yeniden tezahür ederek İslam’la ilgili olarak biçimsel bir değişikliğe gitmek gerekir. Bu açıdan daima göçmenlerin yurdu olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri ilgi çekici bir örnek teşkil edebilir.

Banliyölerin rahatsızlığı” adı verilenle bir ilişki kuruyorsunuz.

Enzo Traverso Küresel seviyede, sömürgecilik karşıtlığının sonu, son yıllardaki neoemperyal savaşlar ve İslamcılığın yükselişi telafileri aldı götürdü. Banliyölerdeki gençlerde, «Acil Durum, Irkçılık !» ve küçük sarı el[1] tarafından yürütülen ulusal cumhuriyetçi ve ataerkil ırkçılık karşıtlığı, özellikle de Ulusal Cephe bundan cumhuriyetçi bir retorik devşirdiğinden beri, artık işe yaramıyor. Dindarlığa ve hatta bazı marjinal kesimlerde cihatçılığa ilginin doldurduğu sonsuz bir politik boşluk söz konusu. Ekim 2005’te olduğu gibi[2], Théo davasında şu son günlerde de görüyoruz ki banliyölerde olağanüstü bir başkaldırı potansiyeli, bir öfke ve buna perspektif verme acizliği mevcut. Bu hem banliyölerdeki aktörleri hem de solun tamamını ilgilendiriyor.


  1. Les Nouveaux Visages du fascisme (Faşizmin Yeni Çehreleri). Conversation avec Régis Meyran. Éditions Textuel.
  2. “Populiste, moi ? J’assume !”, entretien avec l’Express, 16 septembre 2010.

[Humanité’deki 17 Şubat 2017 tarihli Fransızca orjinalinden Evrim Şaşmaz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]

[1] Küçük sarı el, Yahudilerin etiketlendiği sarı yıldızı çağrıştıracak şekilde düzenlenmiş ırkçılık karşıtı bir kampanyanın sembolüdür (ç.n.).

[2] 2005’te benzer şekilde hak ihlali ve polis şiddetiyle Zyed ve Bouna katledilmiş, devamında halk direnişe geçmiş, sokakları uzunca süre terk etmemişti. Benzer bir halk direnişi 2016’da Adama’nın katledilmesi sonucunda da gösterilmişti (ç.n.).

Previous post
Türkiye'deki kadınlardan dünyadaki 8 Mart grevine destek: 'Hayatı İstiyoruz'
Next post
Milletvekilinin "Kadınlar zayıf ve daha az zeki" sözlerine soruşturma