Ana SayfaGüncelHarun Ercan: ‘Pasif özsavunma hali’ var, Kürtler öfkesini ‘Hayır’ ile dillendirecek

Harun Ercan: ‘Pasif özsavunma hali’ var, Kürtler öfkesini ‘Hayır’ ile dillendirecek

HABER MERKEZİ – Kürt illerinin ‘sessizliğinin’ tartışıldığı son dönemde katılımın yüksek olduğu 2017 Newroz’unu, referandumu, kayyumları ve tutuklu vekillerin durumunu Harun Ercan Gazete Karınca’ya değerlendirdi. Son Newroz’a işaret eden Ercan’a göre baskı ile sindirilmiş bir halk yok, ‘pasif özsavunma hali’ söz konusu ve Kürtler devlete karşı öfkesini referandumda ‘Hayır’ ile dillendirecek.


Röportaj: FİLİZ GAZİ


Toplum ve Kuram Dergisi’nin kurucu yayın kurulu üyeliğini yapmış olan, Türkiye’de Kürt hareketinin radikalleşme dinamikleri ve silahlı mücadeleye yönelme nedenleri üzerine akademik çalışmalar yapan Harun Ercan’la Kürt illerinin ‘sessizliğinin’ tartışıldığı son dönemde katılımın yüksek olduğu 2017 Newrozu’nu, referandumu, kayyumları ve tutuklu vekilleri konuştuk.

‘Sessizlik’ yorumlarını değerlendiren Ercan’a göre baskı ile sindirilmiş ya da yıldırılmış bir halk yok, bir ‘pasif öz savunma hali’ söz konusu ve bu da kendini en iyi Newroz’da gösterdi.

Kürt halkı nazarında devletin savaş politikasına karşı bir öfke olduğunu da söyleyen Ercan, bu öfkenin ise referandumda ‘Hayır’ oyları üzerinden kendini göstereceğini belirtiyor.

“Rüzgarın kendisinin ‘Hayır’dan yana olduğunun” altını çizen Ercan, AKP’nin Kürtlerden oy almaya dair çabalarının sürdürebilir olmadığının farkında olduğunu da vurguluyor ve aynı anda hem MHP’lilerden hem de HDP’lilerden oy almaya çalışmasının zor olduğuna dikkat çekiyor.

Ercan, seçilmişlerin yerine atanan kayyumların belediyelerde işten çıkarılanların yerine AKP ve HÜDA-PAR’a yakın olanları istihdam ettiğini de aktarırken, baskıcı yönetime dikkat çekerek de “Kayyumların toplumsal bir karşılığı yok” diyor.

“Sindirilmiş veya yıldırılmış bir halk yok, ‘pasif özsavunma hali’ var”

Legal siyaset ağır bir darbe aldı: kayyumlar, tutuklu vekiller… Halihazırda kesintiye uğramış gibi gözüken bir Kürt hareketi var. Dolayısıyla çoğu insanda umutsuzluk hakim. Bugüne kadarki mücadele yöntemlerinin sürdürülebileceği imkanlar da yokken şu soru bir yanıt istiyor: Peki, nasıl olacak?

Bu sorunun cevabını verebilmemiz için öncelikle “Diyarbakır OHAL’i nasıl yaşıyor?” sorusuna cevap bulmamız gerek. OHAL, Türkiye’nin diğer illerinde çok hissedilen bir şey değil. İnsanların gündelik hayatlarını çok etkilememiş olabilir ama Diyarbakır öyle değil.

OHAL ilan edildiğinden bu yana Diyarbakır’da -Newroz kutlamalarını bir köşeye bırakalım- aylardır ve özellikle Temmuz ayından bu yana bir tane bile basın açıklaması dahi yapılmasına izin verilmiş değil. Barışçıl siyasetin önü tamamen kapatılmış. Diğer yandan kentin her yerinde kontrol noktaları var. Bu insanlar için çok bıktırıcı bir şey. Militarize edilmiş bir gündelik yaşam var. Gün içerisinde 10 dakika boyunca kenti dolaşın en az 25 tane zırhlı araç göreceksiniz: “Ural”, “Kopra”, “Kirpi”… Aklınıza gelebilecek her türlü zırhlı araçlar.

Siyasi tepkilerini ortaya koyabilecek koşullar yoksa insanlar risk almaktan kaçınabilirler. Ben buna “pasif özsavunma hali” diyorum. Pasif özsavunma hali, apolitikleşmeye tekabül etmiyor. Siyasetten uzaklaşmak falan değil. Devletin bu gözü karalığı karşısında gereksiz risk almamalı, temkinli olmalı. Dayanışma ağlarınızın devam etmesi için yüzde yüz politik olmayan şeyler üzerinden bir araya gelinmeli ki öyle de oluyor. Sosyal aktiviteler, örneğin taziyeler…

Her ne kadar kurumlar dağıtılmış olsa da siyaset alanları boşaltılmaya çalışışsa da insanlar bir şekilde varlıklarını koruyabiliyorlar ve yeniden üretebiliyorlar ki zaten bunun sonucunu Newroz’da gördük. Sindirilmiş veya yıldırılmış bir halk yok.

Mesela geçen seneki Newroz kutlamaları, Sur direnişi bittikten 10 gün sonra yapılmıştı. O yılki katılımla kıyasladığımızda bu seneki Diyarbakır Newroz’una katılım önceki yıla göre daha fazla. Ne oldu düşünelim bu son 1 senede: Kent savaşları sona erdi, 15 Temmuz darbe girişimi oldu, OHAL ilan edildi, HDP’nin eş başkanları tutuklandı, milletvekilleri içerde, belediyelere kayyum atandı, cezaevlerinde olan bir sürü belediye başkanı var. Hal böyleyken insanların sindirildiğine, sessizleştiğine dair bir emareyi sezmek ve buna göre yorum yapmak hata olur. Gördük ki uygun koşullarda varlığı ortaya çıkan bir sahiplenme var. Newroz’da bunu gördük.

“Kürtler öfkesini referandumda ‘Hayır’ ile dillendirecek”

Peki, baskının sürdüğü bu dönemde Newroz’a niçin izin verilmiş olabilir? Ve katılımın yüksek olduğu son Newroz’u nasıl yorumlamak gerekiyor?

Kürtler için referandumda ne çıkacağı en çok da Newroz’la alakalıydı. Devlet de şöyle düşündü: Newroz’a izin vermemesi durumunda Kürtler yine sokağa çıkacak. Hükümetin tabiriyle, kentlerdeki “huzur ve güven” ortamının bozulmasını kendilerince istemediler. O yüzden Newroz’a izin verdiler.

İlginç bir şekilde HDP’lileri sindirdiklerine inanmışlar. Newroz’a izin veriliyor ve Newroz çok coşkulu geçiyor. Bunu engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bu yıl, otobüsler alana insan taşımadı örneğin.

Newroz sabahı öldürülen Kemal Kurkut da insanları korkutabilirdi. Buna rağmen durum bu. Düşündükleri gibi yüksek oranda ‘Evet’ çıkma ihtimali yok. 6 milyon kişinin oy verdiği Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ şuan cezaevinde. İnsanlar için bu önemli. Seçtiği belediye başkanları içeride. 6 bin civarında HDP’li ve DBP’li şuan cezaevinde. Binlerce insan işinden olmuş. Öğretmeni, belediye çalışanı, doktoru, sağlıkçısı. Tam anlamıyla bir çökertme planı uygulanmış. 255 bin insanın evi tamamen yıkılmış, yok edilmiş.

Bunlar, altını çizerek söylüyorum, savaşta olmadı. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Sur’da 23 bin insan yaşıyordu. Orası boşaltıldı. Orta ve az hasarlı evler onarılabilirdi. Örneğin Silvan’da çatışmalar oldu. Ağır hasarlı evler vardı, orta hasarlı evler vardı. Belediyenin yardımıyla, desteğiyle bu insanlar evlerini onardılar. Şuanda o mahallelerde insanlar yaşamaya devam ediyor. Bu Nusaybin’de de yapılabilirdi.  Bu yerleşim alanlarında yaşam yeniden kurulabilirdi. Ama devlet ne yaptı, hepsini yıktı. Bu kuşkusuz, Kürt halkı nazarında devletin savaş politikasına karşı bir öfke doğuruyor. Bu öfkenin de aslında dillendirilmesi, açığa çıkarılması referandumda ‘Hayır’ oyları üzerinden olacak.

“Rüzgarın kendisi ‘Hayır’dan yana”

Referandumda Kürtlerin ‘Evet’ diyeceği konusunda yürütülen tahminler de söz konusu. Bu kesim için ‘Newroz kalabalığı’ ölçüt değil herhalde. Referandumda ne olacak?

İnsanlar referandumu tam anlamıyla son bir yılda uygulanan baskı politikalarına cevap vermenin bir yolu olarak görüyorlar. Kürt illerinde ilk başta bir boykot tartışması oldu. Bu tartışma yoğunluklu olarak kent savaşları sürecinde evini kaybetmiş ve siyasetten umudunu kesmiş insanlar arasında oldu. O insanları da kuşkusuz anlamak gerekiyor. Tüm yaşamınız savaştan dolayı kökünden değişmişse, çocuğunuzu, yakınınızı kaybetmişseniz, referandum sizi heyecanlandırmıyabilir, bir şeylerin değiştirebileceğine inandırmayabilir. Zaman geçtikçe şunu gördük. Orada da boykot tartışması tükendi.

Şuanda Kürt illerinin büyük çoğunluğu ‘Hayır’a kitlenmiş durumda. Erdoğan’ın daha fazla güçlenmesinin savaşı daha fazla tırmandıracağının farkında insanlar. Örneğin, Kürt illerindeki iş insanlarını düşünelim. “Eğer Erdoğan daha fazla güçlenirse bizim malımıza mülkümüze de el koyabilir” endişesindeler; orta sınıflara baktığınızda ve hatta düzenli gelir sahipleri dersek daha doğru olur. Memurlarsa işlerinden atılmaktan korkuyorlar. İşletme sahipleri ise çatışmaların artmasından ve dolayısıyla ekonominin daha fazla kötüye gitmesinden korkuyorlar.

Toplumsal ve ekonomik parametreleri düşündüğünüzde rüzgarın kendisi ‘Hayır’dan yana. Şöyle yorumlamak isterim: Halihazırda HDP’nin yüzde 50’den fazla oy aldığı Kürt kentlerini bir yana bırakalım. Buranın seçim bandı kendisini koruyacak. Her yer Diyarbakır gibi değil sonuçta, heterojen bir bölgeden bahsediyoruz. HDP’nin yüzde 50’nin altında oy aldığı yerler var. Örneğin Bingöl, Elazığ, Urfa. Bu gibi kentler AKP’nin daha fazla oy aldığı kentler. Dikkat edersek DBP ve HDP teşkilatlarından tutuklanan insanların büyük bir bölümü bu kentlerde. Yani şöyle formüle etmek daha doğru olur. Örneğin Bingöl’de referandum çalışması yapabilen bir kişi bile yok neredeyse. Çünkü hepsi cezaevinde. Urfa’da yine benzer bir durum söz konusu. Buralarda spesifik bir yoğunlaşma olduğunu söylemek mümkün. Hükümetin buralarda siyasi bir akılla hareket ettiğini söylemek mümkün. En temelde, referandum çalışma imkanını ortadan kaldırıyor. Mesela daha geçen, HDP’nin seçim otobüsünün hem şoförü gözaltına alındı hem de arabaya el konuldu.

“AKP’nin aynı anda MHP’liler ve HDP’lilerden oy almaya çalışması çok zor”

İktidarın dinle kurduğu bağı seçmen kitlesi üzerinde kullanması malumumuz. Kürt illerindeki kültürel kodlar, din söylemini kullanan politikalara karşı savunmasız kalabilir mi? Kaldı ki yakın zamanda, burada, “Her ‘Evet’, Şeyh Sait ve arkadaşlarına bir Fatiha’dır”  afişi kullanıldı. Erdoğan, yine burada, Kuran-ı Kerim’i eline alarak Diyanet’in Kürtçe mealini yaptığını hatırlattı.

Kürtler; muhafazakarıyla, düzenli gelir sahibiyle, yer yer milliyetçisiyle, HDP’lisiyle her anlamda siyaseti çok yakından takip ediyorlar. O yüzden AKP’nin ne yapmaya çalıştığını gördüklerini düşünüyorum. Farklı siyasal kesimlerden konuştuğum insanlarda bu algı çok yaygın. Aynı anda hem MHP’lilerden hem de HDP’lilerden oy almaya çalışmak zaten zor. O yüzden Binali Yıldırım AKP grup toplantısında ülkücü işareti yaptıktan sonra aslında belki ‘Evet’ oyu alabileceği kararsız Kürtlerin kayda değer bir kısmının oyunu kaybetti.

Şeyh Sait’in elbette bu topraklarda çok ciddi bir karşılığı var. Devletin idam ettirdiği bir isim. Kürtlerin varlığı reddedildikten sonra başlayan Azadi Hareketi’nin öncülerinden olan bir isim ve tabi, dini yorumlamasıyla muhafazakarlar içersinde daha fazla karşılığı var. Ülkücü işareti yaparak Kürtleri kızdırıyor. Bir yandan Barzani geldiğinde -ki burada Barzani’nin olumlu anlamda bir karşılığı yok- Kürdistan bayrağı Atatürk Havalimanı’nda göndere çekiliyor. Ve üstüne Şeyh Sait üzerinden bir politika üretilmeye çalışılıyor. Sosyal medyada ülkücüler, milliyetçiler çok fazla tepki gösterdiği için ertesi gün o afişi kaldırmak zorunda kalıyorlar.

AKP, Kürtlerden oy almaya dair girişimlerinin çabalarının sürdürebilir olmadığının farkında. Karşı taraftan, Kürtler de zaten bütün bunların referandum için yapıldığının farkında. Şeyh Sait’in mezarının nerde olduğu bile belli değil. Dağkapı Meydanı’nda asıldığını biliyoruz. Ne ilginçtir ki, AKP, mezarı olmayan birine Fatiha okunmasını istiyor. 15 yıllık iktidarı boyunca istese devlet arşivlerini açıp, Şeyh Sait’in gömülü olduğu yeri bulabilir, yeniden yapabilirdi, bunların hiç birini yapmadı -ki Şeyh Sait’in ailesinin, torunlarının böyle bir talebi, hükümete defalarca iletilmiş. Bunu yapmadılar. Bunun altının boş olduğunun ve çıkar için yapıldığını farkında insanlar.

HDP ile AKP arasında oy geçişenliği olan Kürtleri düşünerek soruna yanıt vereyim. Erdoğan, savaş politikaları nedeniyle Kürt illerinde antipatik bulunan bir lider. AKP içerisindeonunla yarışabilecek kim diye sorulsa Süleyman Soylu derim. Daha geçen, önce Kulp’a gitti miting yapmaya, sonra Hani’ye, sonra Silvan’a. Sevilmeyen bir siyasi figürü referandum kampanyasının yüzü yapmak, AKP’ye aslında oy kaybettiren bir şey. Şöyle ifade edeyim, Süleyman Soylu’yu nereye götürürseniz ‘Hayır’ oylarını arttırır. AKP’nin bu aşamadan sonra Kürtlere söyleyecek siyasi marjini yok. Miting yapıldığında korucular zorla getiriliyor. Gelmek isteyenler de olabilir, bilemeyiz tabi. Memurlar zaten gelmek zorunda. Var olan durumlarının görüntüsünü kurtarmak için, gerekli görüntüyü verebilecek insan ordusu ellerinde zaten var.

“Belediyeler tekrar alınsa bile yeniden kurulmaları uzun zaman alacak”             

Kayyumlar nasıl hareket ediyor?  Yol, yöntemleri neler? Örneğin ilkin hangi alanlara müdahale ettiler?

Kayyumların nasıl hareket ettiğine dair bir fikrimiz zamanla oluştu. Basına yansıyan şekilde, düzenli olarak Ankara’da, İçişleri Bakanlığı bünyesinde toplanıyorlar. Sonuçta zaten atanan kayyumlar genelde ya vali yardımcısı veya ilçe ise kaymakam oluyor.

Burada merkezi kararlar alındığını gösteren şeyler var. Demokratik Bölgeler Partisi’ne (DBP) bağlı 103 belediyenin 82 tanesine kayyum atandı. Yani belediyenin neredeyse %80’ine kayyum atanmış durumda. Demokratik Bölgeler Partisi bünyesinde yapılan, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair çalışmalara çok net bir şekilde yöneldiklerini görüyoruz.

İkinci alan, yine DBP’nin, benimsediği belediyecilik ilkelerinden bir tanesi de çok dilli belediyecilikti. Çok dilli ve çok kültürlü belediyecilikti. Buna dair ciddi yönelimler oldu. Diğer taraftan, halka temas eden hizmetlerin özellikle durdurulduğunu görebiliyoruz. Bir de asimilasyona karşı asimilasyon sürecinin durdurulması için belediyenin attığı adımlar vardı. Bu alanlar tasfiye edildi. Örneğin, 52 tane Kadın Merkezi kapatıldı. Bazılarının personelleri işten çıkartıldı -ki bu da o alanı fes etme anlamına geliyor. Bazıları İl Kültür Müdürlüklerine veya Valiliklere bağlandı. Bu ne demek? Buraların tekrar alınması durumunda bile yeniden kurulmaları uzun zaman alacak.

Üç alanda kadın çalışmalarına karşı müdahale edildi. Bir tanesi, kadınların güçlendirilmesi kapsamında, kadınlara istihdam sağlanması yani ekonomik yaşama dair aktif bir şekilde katılmalarına dair çalışmalar. Bir diğeri kadın sorunlarının araştırılması ve geliştirilmesiyle alakalı merkezler ve kadına yönelik şiddetin engellenmesi için düşünülmüş yardım ve destek çalışmaları. Büyükşehir belediyelerinde Kadın Politikaları Daire Başkanlıkları kurulmuştu. Türkiye, yerel yönetim tarihinde bir ilktir bu. Mardin, Diyarbakır ve Van’da vardı bunlar. Bu ilçe ve illerde kadın politikaları müdürlükleri vardı. Bunların çoğunun kapatıldığını ve adının değiştiğini görüyoruz. Bu müdürlükler ve daire başkanlıkları bu bahsettiğim üç alanda çalışıyorlardı. Bu üç alanda yapılan çalışmalar belli ki iktidarı rahatsız etmiş. AKP kadın kolları toplantılarından basına yansıyan, yani işte ‘Kürt kadınlarını biz kaybediyoruz, buna dair bir şeyler yapmalıyız’ gibi tedirginliklerinin olduğunu da biliyoruz. O yüzden şaşırtıcı olmadı buralara yönelmeleri.

Diğer bir nokta da, asimilasyon sürecini durdurmaya dair çalışmalar vardı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde, Zarokistan kreşleri açılmıştı. Bu kreşlerde Kürtçe, İngilizce, Zazaca, Türkçe eğitim veriliyordu. Çocuklara eğitimleri boyunca anadillerini kaybetmeden sürdürme imkanı sağlanıyordu. Bu kreşlerin kapatıldığını görüyoruz.

Diğer taraftan, Kürtlerin uzun yıllar boyunca en çok sıkıntı çektiği şeylerden biri gündelik yaşam içinde kendi kültürel varlığını ve kimliğini yeniden üretme sorunu. Mesela Kürtçe tiyatro 2009’da belediye bünyesinde yapılmaya başlandı. Hâlihazırdaki Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi tiyatrocuların hepsini işten çıkardı. Bu, dünyanın sonu anlamına gelmiyor. Oyuncular yeniden ama daha mütevazı bir cep tiyatrosu kurdular.

Yıllardır bildiğimiz AKP Belediyeciliğini burada kısman taklit etmeye çalışıyorlar. Tam sayı veremiyoruz ama en az 2000 insanın belediyelerden çıkarıldığını biliyoruz. Sırf Diyarbakır belediyelerinde, 1000’in üzerinde insan işten çıkarıldı: mühendisiyle, sosyoloğuyla, sosyal uzmanıyla, kadın çalışmalarını yürüten aktivistleriyle… Belediyeyi belediye yapan bu insanlardı, bu insanların yaptığı çalışmalardı.

Başka taraftan, belediyelerin şöyle bir rolü de vardı. Yoksullara ulaşabiliyordu. Bu bağlantıyı da kesmek istediler. Burada faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, belediyeden destek alıyordu. Her taraftan kuşatma politikası için belediyeler önemli bir nirengi noktasıydı ve bu alanlara yöneldiler.

“İşten çıkarılanların yerine AKP ve HÜDA-PAR’a yakın olanlar istihdam edildi”

İşten çıkartılanların yerine kim getirildi?

Bir intikam duygusuyla insanlar işten çıkarıldı. Yerlerine AKP’li olan, HÜDA-PAR çevresine yakın olan insanlar istihdam edildi. Aslında referanduma giderken yapılan vaatlerden bir tanesiydi bu. “Bakın işte biz sizin çocuğunuzu işe alacağız” gibi. Diğer taraftan AKP zihniyetinin belediyeler üzerinden rant elde etmesi de sürdürülmek istendiği için problemler oldu. Birçok yerde AKP teşkilatlarıyla kayyumlar arasında sürtüşmeler oldu. Bir kaç yerde, Nusaybin’de örneğin, AKP teşkilatları sırf bu nedenden dolayı istifa etti.

Hükümetin maksadını çok net görebileceğimiz absürt örnekler var mı?

Mardin’de Kadın Politikaları Daire Başkanlığı’na ilk başta devlet hastanesinin başhekimi atandı. Daha sonra onun yerine erkek kuzeni atandı. Şuan birçok yerde, Kadın Daire Başkanlıkları ya da Müdürlüklerde erkekler var. Mesela, “Alo Şiddet Hatları” kapatıldı. 2014’te Diyarbakır, Mardin ve Van’da olan bir çalışmaydı bu. Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında buradan doğrudan destek alabiliyorlardı ve acil yardım isteyebiliyorlardı. Diyarbakır’dakini erkeklere devrettiler. Van ve Mardin’dekini kapattılar.

Aklıma gelen diğer örnek, Batman’da 2010’dan beri faaliyet gösteren kadınlara özel bir spor merkezi vardı. Toplumsal yapıyı biliyoruz. Kadınlar rahat etmedikleri için erkekler arasında spor yapmaktan uzak duruyorlardı. Burası erkeklere devredildi. Bir başka örnek de Mersin’de, Akdeniz Belediyesi’nden. Polisler tarafından öldürülen çocukların isimlerinin olduğu bir park vardı. Bu isimler kaldırıldı. Yerine öldürülen polislerin isimleri konuldu. Birçok yerde devletin intikam alma, şov yapma gibi performansı söz konusu aslında.

“Kayyumun toplumsal karşılığı yok”

Amedspor-Bucaspor maçını izleyen kayyum heyeti statta protesto edilince ilk yarıdan sonra ayrıldı. Politize bir tavır olarak okunabilir ama bütün bu olanlara karşı doğallığıyla gelişen bir tepki de olabilir mi?

Bilmeyenler için söylemek gerek. Amedspor, her anlamıyla belediyenin desteklediği bir spor kulübü. HDP’li olmayan Kürtler için bir nevi Athletic Bilbao ne anlama geliyorsa Kürtler için de o anlama geliyor. Bundan devletin rahatsız olduğu belli. Amedspor’un maruz kaldığı şeyleri de biliyoruz.

Maçta stadı terk etmek zorunda kaldılar. Hükümet medyası, “Kürt halkı kayyumu kucaklıyor” gibi bir propaganda yapmaya çalışıyor. Diyarbakır’da yaşayan herkesin gördüğü bir şey var. Trafikte ya da her nerde olursanız olun, kayyum bir güvenlik çemberi içerisinde dolaşıyor. Güvenlik kaygısı çok üst boyutta. Doğalında zaten halktan herhangi bir insanın o güvenlik çemberini aşıp kayyumla görüşmesi, konuşması falan -istese bile- mümkün değil. Kendi seçmiş olduğu insanı devlet alıp cezaevine atıyor. Diyarbakır örneğinde, Gültan Kışanak ve Fırat Anlı. Onların yerine, Keçiören Kaymakamını getiriyor. Sizin yapmış olduğunuz seçim çiğnenerek bu yapılıyor. Belediye hizmetlerinden memnun olmayan bir kesim bile bu yapılan uygulamadan sonra bunu unutmuş durumda. Herhangi bir insanın siyasi iradesinin yok sayılması demek çünkü bu. Oy verdiğiniz insanı almışlar onun yerine başkasını getirmişler. O yüzden kayyumun toplumsal karşılığı yok.

Tutuklu vekillerin durumu

HDP’li vekillerin ne kadar daha içerde tutulacakları konusunda hükümetin hesabı nedir?

‘Evet’ çıkarsa bu tamamen Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkacak. Türkiye’de adil yargılama olmadığını görüyoruz. Diğer taraftan Nursel Aydoğan’ın cezası istinaf mahkemeleri tarafından onandı. Figen Yüksekdağ’ın vekilliği düşürüldü.

‘Hayır’ çıkması durumunda, AKP’nin zayıflayacağına şüphe yok. Bütün dinamikleri düşündüğümüzde, Avrupa’dan gelebilecek baskılar da dahil buna, bırakılmalarını olasılık olarak görüyorum. Kısa vadede umutlu değilim. Özellikle Selahattin Demirtaş Kürt illerinde çok fazla sevilen biri. 17 Nisan’dan sonra erken seçim eğer söz konusu olursa, cezaevinden çıkmış bir Selahattin Demirtaş’ın çok daha büyük bir etkisi olacağını tahmin edebiliyordur devlet. Böyle bir durumda bırakılmaları zor. Çok umutlu değilim ama tabi ki burası Ortadoğu. Bir günde her şeyin değişebileceği bir coğrafyadan bahsediyoruz.

Dava tarihlerine bakacak olursak eğer, Selahattin Demirtaş’ın davası 28 Nisan’da, Gültan Kışanak’ın davası 21 Nisan’da. İkisi de referandumdan sonraya ertelenmiş. Hesaplanan şey görülebiliyor.


Harun Ercan hakkında

Harun Ercan, 2008-2015 dönemi boyunca, Türkiye’de Kürt meselesine odaklanan ilk akademik dergi olan Toplum ve Kuram Dergisi’nin kurucu yayın kurulu üyeliğini yaptı. Yükseklisans tezini “Türkiye’deki Kürt Hareketinin Radikalleşme Dinamikleri Ve Silahlı Mücadeleye Yönelme Nedenleri” üzerine yazdı. 2013-15 yıllarında Koç Üniversitesi’nde çalıştı. Türkiye Siyasi Tarihi ve Toplumsal Hareketler üzerine dersler verdi. 2015-16 yıllarında ise Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde Gültan Kışanak ve Fırat Anlı için Dış İlişkiler Danışmanı olarak çalıştı. Ercan halen New York Eyalet Üniversitesi’nde, “İç Savaş, Çatışma Çözümü ve Toplumsal Hareketler” kuramlarını karşılaştırmalı yöntemle ele alan ve silahlı çatışmaların sonuç aşamasına dair tez çalışmasını sürdürüyor.




Önceki Haber
🎭 | Tiyatro aşkını cesaretle harmanlayan bir sahne perisi: Afife Jale
Sonraki Haber
CHP'li Sertel'den TRT'de torpil iddiası: Sınavda birinci olanlar işe alınmadı