Ana SayfaGüncel‘Hayır’ ve ‘Haydi’nin dalga dalga yayılan öyküsü: Filmmor 15 yaşında

‘Hayır’ ve ‘Haydi’nin dalga dalga yayılan öyküsü: Filmmor 15 yaşında

HABER MERKEZİ – Filmmor Kadın Filmleri Festivali bu yıl 15. yaşını kutlayacak. Sinemaya kadınların kadrajından kadınlarla birlikte bakmayı esas alan festivalin koordinatörü Melek Özman, sinemadaki kadın rüzgarını Gazete Karınca’ya anlattı.

Kadın kooperatifi olarak 15 yıl önce bir grup kadın tarafından kurulan Filmmor, erkek egemen ve rekabetçi sinema sektörünün arasına girerek, ‘kadınlar ve dayanışma vardır’ duygusunu perçinledi.

İşte kadın sinemasının sesini yükseltmek maksadıyla yola çıkan bu Uluslararası Gezici Kadın Filmleri Festivali bu yıl 15. yılını kutluyor.

“Hepimiz Alice’in setlerinde yetişen kadınlarız”

Festivalin başlamasına sayılı günler kala koordinatör Melek Özman, dünyadaki kadın sinemasından mücadelesine dek pek çok konuyu Gazete Karınca’ya anlattı.

Kadının sinemaya dahil olma sürecinin ilk öykülü filmi çeken Alice Guy-Blaché’den başladığını belirten Özman, kadının nasıl perdelenmek istendiğini ise şu sözlerle anlattı:

Mesela ilk öykülü filmi Georges Méliès yapmıştır denir ama aslında bunu yapan Alice Guy-Blaché’dir. Fakat o sadece ufak bir not olarak geçilir. Alice, çok da fazla film yapmış. 1900’lerin başında yaptığı bir film var:’Feminizmin Sonuçları’. 2000 yılında feminizmin dünyayı değiştireceğini ve erkeklerin ezileceğini konu alan bir film. Feminist bir dünya nasıl olurdu diye bir distopya hayal etmiş.

Kadınlar dünyaya hakim vs. Alice’in dünyası öyleyken biz 2000’lerde hala kadın filmleri festivali yapıyoruz, kadınların sinemada uğradığı ayrımcılıktan söz ediyoruz. Biz hepimiz Alice’in sinema setlerinden yetişen kadınlarız.

“Sinemanın ilk yıllarında daha çok film yapanlar kadınlardı”

Özman sinemanın politik ve ekonomik gücünün keşfedilmesiyle birlikte kadınların sektörden silindiğini ifade ederek, şöyle devam ediyor:

Sinemanın ilk yıllarında daha çok film yapanlar kadınlar. Çünkü sinema popüler bir sanat değil, politik gücü keşfedilmemiş, ekonomik getirisi yok. Dolayısıyla kadınlar yani öykü, hikaye anlatmayı da sevdikleri için bu alandalar. Hani Virginia Woolf der ya; “Anonim kadındır” diye. Ama sinemanın da o günlerde propaganda, politik ve ekonomik gücü fark ediliyor. Kadınlar siliniyor sektörden, hele ki 1930’larda tamamen siliniyorlar. Ama bir yandan Mia West gibi kadınlar da var mesela. Hollywood’da falan ilk sansür kanunları falan onun için çıkar. Başka bir dünyadan ama önemlidir yani. “İltifat edip, kompliman yapan bir erkek centilmen oluyor da ben yapınca neden orospu deniyor?” diye bir çıkışı var mesela o burjuva ahlakı yerden yere vuran.

Mae Wes’in öyküsü

Mae West’in hikayesinin ayrıntılarını da şöyle anlatıyor Özman:

Mae West’in şöyle bir hikayesi var. Bir gün bir odaya girer süslü de bir kadındır aynı zamanda Mae West. Üzerinde elmaslar falan var. Bir adam, “Ah Tanrım ne elmaslar” der. Mae da dönüp der ki “Bunları edinmemde Tanrının pek az yardımı oldu şekerim.” Hayatını yazdığı kitaba da bu ismi verir: “Tanrının Pek Az Yardımı Oldu Şekerim”. Bu sektörde uğradığı sansürü, linci falan anlattığı bir kitap olur.

Filmmor, 121 yılın 15 yılında olmayı kutluyor

Sinema sektörünün belli köşeleri olduğunu vurgulayan Özman, kadınların  121 yıldır sinema yaptığını belirtiyor ve “Filmmor da 15 yıldır var. 121 yılın 15 yılında olmayı bu sene kutlayacağız” diyor.

Bir sinemacı olarak yaklaşık 17- 18 yıldır bunun içerisinde olduğunu da kaydeden Özman, “Bağımsız film yapanlar biraz daha farklı ama son derece kaskatı, köşeleri çok belli, erkek egemen bir sektörde sinema yapıyoruz” diye ekliyor.

‘Hayır’ ve ‘Haydi’nin dalga dalga yayılan öyküsü

Kadın sinemasının asıl olarak başlangıcının 1970’lere tekabül ettiğini ve tarihin yeniden yazıldığını belirten Özman, şunları aktarıyor:

Esas olarak kadın sinemasından bahsetmek için 1970’lere gelinmesi gerekti. Bütün o savaş dönemleri, buhranlar vs. yaşandı ve sonunda kadınlar ‘Her alanda varız!’ dedi. Tarihi de biz 70’lerden sonra yeniden araştırdık. Yeniden yazmaya başladık. Dünyanın her yerinde kadın filmleri festivalleri başladı. Kadınlar dağıtım şirketleri kurdular. Mesela Mia West inzivaya çekilir çok uzun yıllar. Sonra feministlerin dayanışmasıyla tekrar bir şeyler yapmaya başlar. Hem tarihle barışmakta hem de yeniden yazmakta o enerji çünkü yayılan bir şey.

Bir yerden ‘Hayır’ dediğinde bir yerden ‘Haydi’ dediğinde o dalga dalga yayılıyor. Ve kadınların sinemasından, feminist sinemadan 70’lerden sonra bahsedebiliyoruz. Dünyadaki kadın filmleri festivallerinin bunda çok payı var. İkinci dalga dediğimiz kadın hareketi.

Sufrajet’lerin de aslında sinemada yansıması var. Alice, Sufrajetlerden etkilenerek film yapar. Yani birinci dalga oy hakkı mücadelesinin de sinemada bir yansıması var.

“Türkiye’nin Mae Westi’i Cahide Sonku”

Türkiye’nin Mae West’i de Cahide Sonku’dur mesela. Kadın filmleri festivalleri; Uçan Süpürge kadın filmleri festivali de yaşadı biz de yaşadık. Sektördeki tarihçilerle falan uzun yıllar kavga ettik. “Cahide Sonku yönetmen değildir” dediler bize. “Filmlerde yönetmen olarak adı yazılıyor” dedik ama bize “Aslında o yapımcı ama parayı bastırıp adını yönetmen olarak da yazdırdı” dediler. Adını oraya yazdıran insan bizim için yönetmendir. Size rüştünü ispat etmesi gerekmez.

Kadın Filmleri Festivali Ağı

Bir taraftan feminist eleştirisi bir taraftan kadınların kendi üretim alanlarını kurmaları bir taraftan gösterim yerleri bir taraftan kadın filmleri festivalleri… Ama dünyada sonra şöyle bir dönem olduğunu da söylemem lazım. Bizim bir network’ümüz var dünyada. Daha doğrusu Avrupa Network’ü daha iyi çalışıyor. Avrupa Kadın Filmleri Festivalleri Ağı olarak. Kadın filmleri festivalleri var burada bir yerde. Kadınların filmleri var. Cannes’da, Berlinale’de, Oscar’da gibi festivallerde kadın yönetmenlerin filmi neredeyse hiç yok. Buna karşı protestolar yapılıyor mesela. Diyorlar ki, “Kadınlar küçük bütçeleri ile kendi gettolarında var olsunlar”. Kendi alanlarımız olması çok güzel. Ama bir yanıyla da hiç bir yeri boş bırakmamalıyız. Bu pasta meselesi gibi. Biz dünyada pasta olmasın herkesin ekmeği olsun isteyen insanlarız.

Türkiye’deki kadın sinemacılar

Türkiye’de de dünyadaki gibi kadın sinemacıların oranı yüzde 5- 10 arasında. Bu seneki festivalde, ‘Türkiye’deki Kadınların Sineması’ bölümünde son yıllarda üretilen tüm filmleri aldık. Özel bir eleme yapmadık yani. İzleyici karar verebilir yani filmleri sevip sevmeyeceğine.

“Festival kadınlara iyi geliyor”

Kadınların hep ayakta durma zorunluluğunun ağır bir baskı olduğunu söyleyen Özman, bu baskıya ilişkin ise şu değerlendirmeyi yapıyor:

Uzun yıllardır üstümüzde ‘ne olursa olsun hep ayakta durmalı, devam etmeliyiz ve hep umutlu hep güçlü olmalıyız’ baskısı oldu. Bunun kendisi çok feci bir baskı. Hayat öyle değil. Ama tabi ki bu festivali yapıyor olmamız kadınlara iyi gelsin ve güç versin, ayakta tutsun istiyoruz. Çünkü biz bir grup kadın 15 sene önce ortaya çıktığımızda hayatta hiç dikili ağacı olmayan, bu konuda hiç bir deneyimi olmayan, desteği olmayan tamamen bağımsız ve baldırı çıplak kadınlar olarak yola çıktık.

Bir şeyi çok isteyince yapabilmenin yolları bulunuyor gerçekten. Hayatta en büyük güç bir şeyi çok istiyor olmanız ve hayallerinizin olması. Düşlerine bağlı olmalısın ama aynı zamanda sana yıllarca dayatılan ‘yapamazsın’ görüşünü aşman gerekiyor bir yandan. 15 yıla gelmemizin kendisi güç veren bir şey.

“Ömrümüz Trump gibi siyasilerin iktidarı ile geçti”

Özman, dünya genelinde büyüyen kadın mücadelesine de değiniyor:

ABD’deki kadınlar Trump’ı çok travmatik yaşıyor. Bizim ömrümüz zaten Trump’larla geçti. Öyle siyasilerle geçti. Avrupa’da da kadınlar yükselen faşizmden, haklarının geri alınmasında çok rahatsız. Bütün kazanımların geri püskürtülmeye çalışıldığı, karşı dalganın geldiği bir dönemdeyiz. Bütün dünyada aslında kadınlara karşı bir savaş var.

Tüm hak talep edilen kesimler geri püskürtülüyor, kadınlar da bunun başında. Kadınlar çok önemli çünkü değişimde. Dünya zaten artık küçük bir köy. Hele kadınlar için. Şuan her alanda umutlu olduğum şey şu; kadınlar haklarını geri kazanmak ve yenilerini elde etmek için bir enerji biriktirdi ve onun ipuçlarını görüyoruz bu yıl.

“Yeryüzünün üvey kız kardeşi değiliz”

Özman, kadınların söyleyemediklerinin taşıp dünyayı kurtaracağını da şu sözlerle anlatıyor:

Kadınların kaybedecek hiçbir şeyi yok zaten. Latife Tekin’in bir konuşması olmuştu; “Kadınlara yeryüzünün üvey kız kardeşleri muamelesi yapıldı ve söyleyemedikleri her şey kadınların karnında birikti. Dünyayı kurtarırsa kadınların karnındaki o şey kurtaracak” diye. Çok güzel anlatmıştı. Kötü bir şey de çıkabilir ama pandoranın kutusu gibi onun açılması lazım. Yeryüzünün üvey kız kardeşleri değiliz biz. Yeryüzü bizim.

“VAKAD, kız kardeş örgütümüzdü”

OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri (KHK) ile kapatılan kadın örgütlerine de dikkat çeken Özman, kapatılan kurumlardan olan Van Kadın Derneği’ni (VAKAD) hatırlatarak şunları söylüyor:

Kadın örgütlerinin kapatılması çok yaraladı bizi. VAKAD ile mesela kız kardeş örgütlerdik. Her şeyi beraber yaptık. Kapatılmayı beklemedikleri için fotoğrafları bile almamışlar yani. Onlara bile el koydular… Hep bir yara alıyoruz ama sanki durursak da devam edemeyeceğiz gibi bir duyguya kapılıyoruz.

Özman, Kadınlar bu nefessiz kalma halinden nasıl sıyrılabileceğine ilişkin sorumu ise ABD’deki kadın mücadelesini örnek vererek yanıtlıyor:

Nasıl ki Trump’tan sonra ABD’deki kadınlarda bir kelebek etkisi oldu. Bizde ise bu kronik bir şey oldu. Ve hiç bir şey bizi kendimize getirmiyor. Daha ne olacak ki? halinden bir çıksak. Ama bir nokta da var son cinsel istismar yasa tasarısında falan en kitlesel eylemleri kadınlar örgütledi. Direniş artıyor.

“Biz her yerdeyiz”

Kadınların gettolarına hapsolmaması gerektiğini vurgulayan Özman, ısrar ve inançla şunları aktarıyor:

Ben feministim ve her yerde feminizmi görüyorum. Hiç azınlık hissetmiyorum kendimi. Dar alanlarda değiliz biz, her yerdeyiz. Mesela gazetede eşinden ağır şekilde şiddet gören bir kadını görüp aramıştık. “Ben gazeteye çıkmamalıydım kocamın beni görmemesi için ama kadın dernekleri bana ulaşsın diye çıktım çünkü sizden başka kimseye güvenmiyorum” dedi. İşte bu yüzden kadın kurumlarına bu kadar saldırıyorlar.

Sektörün hali

Sektördeki rekabete rağmen kadınların dayanışma içinde olduklarını belirten Özman bu durumu da “Damdan düşenin halini damdan düşen anlar yani. Biz damdan düşenler olarak dayanışmak zorundayız. Üretmek için de buna ihtiyaç var” diye açıklıyor.

“Bize her gün 8 Mart”

Son olarak kadın mücadelesinin 8 Mart’la sınırlandırılmaması gerektiğinin de altını çizen Özman, sözlerini şöyle sonlandırıyor:

8 Mart’ı kutluyorum tabi. Ama bize her gün 8 Mart. Bizden 8 Mart’ta deli gibi film isteniyor, festival üzeri her yere film yollayamıyoruz. Buradan şu çağrıyı yapayım: Kadınlar her gün ayrımcılığa, şiddete uğruyorlar, her gün mücadele etmek lazım. Bu 23 Nisan gibi bir gün değil, kadınların hatırlanacağı, Meclis kürsüsüne çıkarılıp ‘Hadi cumhurbaşkanı bugün de sen ol’ denilecek bir gün değil. Bütün bir yıla yaymak gerekiyor bu mücadeleyi.

  'Her zaman ürettik, direndik': Filmmor Kadın Filmleri Festivali programı açıklandı