Ana SayfaGüncelİçimizdeki donmuş deniz

İçimizdeki donmuş deniz

HABER MERKEZİ – Sacide Alkar Doster, Eylem Ata Güleç’in NotaBene Yayınları’ndan çıkan ‘Boşlukta Büyüyen’ isimli öykü kitabı üzerine yazdı. Alkar Doster’e göre ‘Boşlukta Büyüyen’, yakın geçmişe dair donmuş yargılara sert bir darbe vuruyor.


SACİDE ALKAR DOSTER


Edebiyat ne işe yarar?

Geçmişten bugüne birçok edebi tartışmanın fitilini ateşleyen bu soru, hala dinamik olmasının yanında, yeni sorulara cevap arıyor. Örneğin edebiyata salt haz üzerinden mi yaklaşmalı yoksa kültürel farklılıkları görünür kılan kalıcı izler aranmalı mıdır? Yahut metinler zamanın dokusunu yansıtmadan yarına fayda sağlayabilirler mi? Toplumsal reflekslerimizde giderek artan katılaşma ve kayıtsızlık hali düşünüldüğünde söz konusu konular daha da önem kazanıyor. Ve elbette birbiri ardına basılan kitapların günümüz dinamiklerinden ne kadar beslendiği de.

Franz Kafka “Bir kitap içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.” der. Belki de sert bir balta darbesine ihtiyacımız vardır.

Geçtiğimiz günlerde NotaBene Yayınları’ndan çıkan Boşlukta Büyüyen adlı öykü kitabının yakın geçmişe dair donmuş yargılara sert bir darbe vurduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyküler pürüzsüz yüzeyde yarattıkları çatlaklarla derinlere nüfuz ederken, tekinsiz şehirlere ve huzursuz insanlara dair bir evrenin kapılarını aralıyor.

Yazar; aile, kadın ve toplumsal çözülmelerin izlerini takip edip coğrafyanın yaşananlar üzerindeki etkisini damıtmış öykülerine. Toplumsal olayları edebiyata aktarırken yaşanacak riskleri üslupta yakaladığı ara tonlarla bertaraf etmeyi başarmış.

Haberlerde Sur Belediyesi’nin özerklik ilan ettiğini dinlediğimiz o akşam, ‘Ortalık çok karışacak.’ demişti babam. Annem, aşağı mahalledeki salı pazarına gittiğini ve eve zor döndüğünü anlatmıştı. Bundan sonra köşedeki marketten alışveriş yapacakmış. Sanırım yürümeme engel olmaya o gece yatak odalarında karar verdiler. Sınıfta konuşsaydım bu kısmı anlatmayacaktım. Böyle şeylerin okulda konuşulmayacağını biliyorum. Bazı şeyler var; kimsenin size öğretmesine gerek olmaz. İnsan bunları kendiliğinden bilir.

Öykü kişilerinin iç dünyalarına ait kuvvetli atmosferin, diyaloglar sayesinde iletkenliğini arttırdığı söylenebilir. Öyle ki okur öykü kahramanlarının diyaloglarına ortak olup bir yanıyla yaratılan kurgunun bir öğesi konumuna geliyor. Örneğin, Lenin Kürtleri öyküsünde Hanife’nin “Hissetmiyorum” derken ki çaresizliği yükleniyor omuzlarına, İllegal öyküsünde yaşlılığın getirdiği yalnızlığa, kayıp değerlere üzülüp, hayata karşı dik durma çabasına hayranlık duyuyor.

Öykülerin başrolünde güçlü kadın karakterler çoğunlukta. Kadınlar hayatı ıskalamış dahi olsa, ne istediğini bilen ve mücadeleden vazgeçmeyen yanlarıyla ön plana çıkıyorlar. Yalancı Dut, Telefon Defteri, Gülşah, Lenin Kürtleri ve İlk Gün öyküleri bu bakımdan belirgin metinler.

Modern hayatın kadına dayattığı çocuk, ev ve iş eksenindeki çıkmazlar hikayelerin ana damarlarından birini oluşturuyor. Bu durum erkek egemen düzene bir eleştiri ve farkındalık getirmesi bakımından kıymetli. Kadının birey olarak beklentilerini ve toplumsal engellere karşı duruşunu hissettiren sahici metinler yaratılmış.

Selma kafeye girip çıkan insanlar kendisine bakıyormuş gibi hissediyordu. Şu kasıntı da kaç kez dönüp bakmıştı. Evine gitmemeye meyilliydi, belli. Kendini dışarıda tüketip gidenlerdendi. Yemeği hazır değilse pençelerini açanlardan, diye düşünürken aniden akşam için peynirli börek yapacağını hatırladı. Vazgeçti sonra, dünden kalanlar yeter. Yemek yapmama özgürlüğü diye bir şey olmalı, toz almama özgürlüğü. Bunun için gösteriler, yürüyüşler düzenlenmeli. ‘Ne yemek pişirsem kâbusuna son!’ Pankartları açılmalı.

Metinlerde gözden kaçırılmaması gereken önemli bir detay da gerçek hayatta pek rastlamadığımız erkek karakterlerin varlığı. Şanslı ve İlk Gün öykülerinde hem toplumsal cinsiyet rollerini sahiplenmeyen davranış biçimleriyle, hem de gündelik diyaloglar sayesinde farklı bir erkek tipiyle karşılaşıyoruz. Bu durum kabul gören rollerin değişimini ve genel geçer doğruların, yazı ve edebiyat yoluyla, yeniden yaratımının olanaklı olup olmadığı sorusunu getiriyor akla. Yazar, ev işlerinin ve çocukların sorumluğunu alan, ataerkil öğretileri reddetmiş öykü kişilerini yakalamamızı sağlıyor. Bu özellikleri erkek karakterlere giydirerek farklı bir bakış açısı getirdiği tartışılmaz. Bunu yaparken meseleyi doğallıkla geliştiriyor öykü dünyasında. Böylelikle metnin gerçekliğini zedelemeden cinsiyet rollerini yeniden dağıtıyor.

Öykülerde kullanılan dil özenli ve akıcı. Güleç, üslubunda söz oyunlarından uzak durarak yalın metinler kurabilmiş. Kitapta bu yalınlığın bir yansıması olarak görebileceğimiz altı minimal öykü var. Edebi bir tür olarak kısa öykü, her sözün kıymetli olduğu ve ince işçilik gerektirmesi bakımından önemli bir sınavdır. 62. Gün, Görüşme ve Kolsuz öykülerinin tam ta bu bağlamda anlatmaktan çok sezdirerek sözün hakkını verdiğini söyleyebiliriz.

Gelince haber vermek için numarasını alıyordum, kendini öylece yasladı boşluğuma. Ense kökümden başlayıp kuyruk sokumuma uzanan elektriklenme gibi hissettim gerilimini. Geri çekildim. Ağaç olsaydım, dedim içimden, budanmış dallarım bu eşikte yeşeriyor olurdu.


“Boşlukta Büyüyen”
Eylem Ata Güleç
NotaBene Yayınları
 2016