Ana SayfaGüncel“Kemalê min bêbihar e”

“Kemalê min bêbihar e”

Kemal’i, Diyarbakır’da, adı Evrim Alataş olan bir caddede, Newroz’da, saçlarından kimse öpmemişken, çünkü kimseyle vedalaşmamışken, çantasında şiir kitaplarıyla, çünkü o yılkı atı ona da musallat olmuşken, çünkü ayvalar nar olanda, çünkü sen bana yâr olandaya kurulmuşken saat, vurdular. Vurdular. Evrim de gördü.


HESEN POLAT


O kış ben de Malatya’daydım. Kömür parasını vermeden çıkacağımız eve perde de takmadık hiç, alüminyum folyoyla kapattık bir iki pencereyi, o kadar. Komşular “Evde pis işler mi yapıyorsunuz oğlum?” dediler, biz bir şey demedik. Biri sünger iki döşek, iki yorgan. Eylül Kitabevi’nden alıyoruz kitapları, Bir Gün Tek Başına mesela. Şadırvan Meyhanesi’nin üstünde bir kasetçi var, filmleri oradan kiralıyoruz, tüplü bir televizyonda Sonsuzluk ve Bir Gün… Garage Olimpo da mesela. Tarkovski’leri Hasan İstanbul’dan getiriyor, Nereye Uçar Turnalar’ı Filiz söylüyor. Ben Malatya’ya dershaneye gitmişim sözde, ama bir hikâye de yazmışım, bekliyorum. Hüseyin Çelebi Edebiyat Etkinliğinin jürisinde Yıldırım Türker’le Evrim Alataş var. Benim hikâyem Almanya postasında. Arayıp “Berbat ama okuduk işte!” deseler, yeter bana.

Kürtlerin arka cebinde Gündem’den çok Taraf var o yıl, aklı Perihan Mağden’le Nuray Mert veriyor. Büyük abilerin iki lafından biri Murray Bookchin’le Özgürlüğün Ekolojisi, umurumda değil! Edip Cansever’in Yakup’unu seviyorum ben, Malmîsanij’in Herakleîtos’unu. Evrim Alataş, Radikal İki’de yazıyor. İşte, arasa, dese ki “Hesen, berbat!” Yeminle mutlu olacağım. Çalan her telefonu açıyorum. En çok kömürcü arıyor farklı numaralardan. Umudum bitti bitecek. Sonra martta, Newroz’a yakın, tesadüf bu ya, arıyor Evrim Alataş. Diyor ki “Hikâyeni çok sevdik.” Bana diyor. Vallahi diyor. Sesim titremiyor, çünkü konuşamıyorum. “Tamam Abla” diyorum. Der demez yüzüm kızarıyor, utanıyorum. Almanya’ya gitmem lazım, ödülü almaya. Çok zor. “Öyleyse Diyarbakır’da çay ısmarlarım sana” diyor. Onun haberi yok, o gün Evrim’e kardeş oluyorum ben.

Sur, henüz Sur daha. Evrim’in saçları kıvırcık, sanırsın içinde şiir var. Turgut Uyar “bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur” demiş 1970’te, üzerinden 38 yıl ile bir güzel Evrim geçmiş. Fatma Ana, mor bir sümbül de diyebilirsiniz ona, Hüseyin’i bekliyor o zaman. Benim ellerimse sakar, yüzüm atlara dönük. Babamın elleri, atları iyileştirirmiş. O gidince gitmiş sanki atlar da. Koşuyu kaybetmişiz, takatimiz kalmamış. Adıyaman tütünü kokan odalarda uyumuşuz en çok. Arkadaşlarımızla vedalaşmışız, bir daha saçlarından öpemeyeceğimizi de bilmişiz bilmesine ya… En fazla susmuşuz. Ne yapalım, biz de hayatı böyle sevmişiz.

Kemal’i, Diyarbakır’da, adı Evrim Alataş olan bir caddede, Newroz’da, saçlarından kimse öpmemişken, çünkü kimseyle vedalaşmamışken, çantasında şiir kitaplarıyla, çünkü o yılkı atı ona da musallat olmuşken, çünkü ayvalar nar olanda, çünkü sen bana yâr olandaya kurulmuşken saat, vurdular. Vurdular. Evrim de gördü.

Bir yaz boyunca kasetten, geriye sara sara dinlemiştim Çiyayê Bêzar’ı. Hikâyesini bilmeden. Evrim’i, Fidel’i ve Kemal’i tanımıyorken daha. Biber kurutunca annem, çok söylenmiştim o yaz. Armut kurut, demiştim. Elma kurut. Biberi kim yiyecek, demiştim. Umurunda olmamıştı annemin. Çuvaldıza geçirdiği beyaz ipe daha hızlı dizmişti lanet biberleri inadıma. İnşallah yağmur yağar da kurumaz, ıslanır da kışa kalmaz o biberler, demiştim. İçimden demiştim. O yaz, bu hikâyenin ağıdıdır.

Hepimizin hikâyesi birbirine benziyor, kiminin hikâyesiyse bir başka hikâyenin devamı oluyor.

Üç Malatyalı.

Fidel. Çiyayê Bêzar şarkısındaki adı, Şükrü. “Şukriyê min bêbihar e.” Devlet, Fidel ismini kabul etmeyip dava açıyor aileye; isim Fidel iken Şükrü oluyor. Bir hükmü yok bunun. Tüm hikâyelerde adı, Fidel. Evrim Alataş’ın yeğeni. “Herkes kendine dağ seçiyordu” diye bahsedilen bir zamanda, 1994’ün Mayısında, tütün ekme vaktinde bir dağ ararken tutuşuyor saçları.

Evrim. On sekiz yaşındayken Diyarbakır’da alıyor soluğu. Özgür Gündem’in merdivenlerini çabuk çabuk çıkıyor. Gazeteci olmaya gelmiş. Yüzündeki gülümseme değiyor hepimize, o anlattıkça biz de gülümsüyoruz. İklim karasaldan da sert, beyaz Toroslar, asit kuyuları… Failler değişiyor, maktulse hep esmer. “Öldüğünüzde cennete giderseniz, Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?” sorusuna “Haklısın, Kürtlere haksızlık ettim” dedikten sonra, 2010’un Nisanında dökülüyor saçları.

Kemal. Ahmet Kaya’yı seviyor, onun posteri önünde keman çalıyor. Öyle bir fotoğrafı bile var. En sevdiği şarkılar hangileriydi, “Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım”ı kemanıyla çalmış mıydı hiç, bilmiyorum. İstasyonda tren bekliyor Newroz akşamı. Yolda kimin şiirlerini okumuştu acaba, onu da bilmiyorum. Diyarbakır’a vardığında, adı Evrim Alataş olan o caddede yürüdüğünde, kurşun sesini duyduğunda, barut kokusunu aldığında, 2017’nin Martında düşüyor yere. Evrim, saçlarından öpüyor onun.

Kışından geçtiğim Malatya.

Yazında durduğum Çiyayê Bêzar.

Titrek bir ses, o şarkının bir yerinde “Kemalê min bêbihar e” de diyor artık.