Ana SayfaGüncelEVLERİ YIKILANLARIN ‘HAYIR’I | Şırnaklı gençler: “‘Evet’ dediğimiz gün, bizim ölüm günümüzdür”

EVLERİ YIKILANLARIN ‘HAYIR’I | Şırnaklı gençler: “‘Evet’ dediğimiz gün, bizim ölüm günümüzdür”

DİYARBAKIR – Referanduma sayılı günler kala Şırnak’taki yasak ve operasyonlarda evleri yıkılan, zorla göç etmek zorunda kalan Şırnaklı gençler ‘Hayır’larını Gazete Karınca’ya anlattı. Şırnaklı gençlerle göç etmek zorunda kaldıkları Diyarbakır’da konuşan Nurhak Yılmaz’dı. Yaşadıkları savaşı, şahit oldukları vahşet anlarını Yılmaz’a anlatan gençler “Geçmişimizi sildiler” derken, ‘Hayır’larının gerekçesini ise şöyle izah ediyorlar: “Bütün bu olanlardan sonra hangi vicdanla ‘evet’ diyelim. ‘Evet’ dediğimiz gün, bizim ölüm günümüzdür.”


Haber: NURHAK YILMAZ


16 Nisan’da, Türkiye tarihinin en önemli tercihlerinden biri yapılacak. 79 milyon sandığa gidecek, “Türk tipi başkanlık sistemini” isteyip istemediğini beyan edecek. Çok konuşuldu, “tercih” mührünü eline alacak her birey için “hayalindeki sistem” elbette yol gösterici olacak. Ancak sıcaklığını hâlâ koruyan “yakın geçmiş” o gün başrolde olacak gibi.

Bu, özellikle “hayır” diyecekler için geçerli. “Evet” diyecek olanlar, 15 yıllık iktidarla kurdukları bağın peşinden gidecek. “Hayır”ın ise neredeyse her şehirde, her mahallede, her meslek grubunda, her bireyde bir “kişisel sebebi” oluşmuş durumda. Yani “hayır”ın da bir “mazisi” olsa da, “doyma” veya “kaynama” noktasına “son yıllarda” ulaşmış gibi görünüyor.

Bu “kaynama” veya “donma” ya da parçalara ayrılma noktalarından biriydi Şırnak. İlçelerinde, özellikle Cizre ve Silopi’de yaşanan çok yıkıcı bir çatışma sürecinin ardından, 14 Mart 2016 günü Şırnak’ta da başladı o uzun sokağa çıkma yasağı. Kasım ayına kadar sürdü.

Yasak kalktığında çatışmalardan geriye kalan “şeye” şehir demek mümkün değildi. Eski halini bilmesek de, son hali “hal” değildi. Fakat biz “dışarıdan empatiyle bakanların” bile görmediği bir gerçek vardı, orası daha düne kadar yüz binlerce insanın “memleket” dediği bir yerdi. S.B’nin dediği gibi “memleket.”

S.B. 24 yaşında Şırnaklı bir genç. Sokağa çıkma yasağı başlamadan 15 gün önce ailesi ile birlikte şehri terk etmek zorunda kalanlardan. Ailesi köye, S.B. ise Diyarbakır’a gelmiş. Öfkeli, şaşkın, telaşlı, “her şeyi” anlatamayacağı kaygısıyla çok hızlı konuşuyor.

Sokaklarda hayvan bile göremiyordun. Dükkanlar kapalıydı. Cizre ve Silopi’de insanlar öldü. Şırnak’ta da olacak dediler. Ki oldu da yani. Ailem önce köye gitti, sonra da Silopi’ye taşındılar, orada kirada kalıyorlar. Ben buraya geldim.

Aylarca yasağın kalkmasını, çatışmanın durmasını beklemişler on binlerce insan gibi. Yasak kalkmış ve S. tam bir yıl sonra gitmiş Şırnak’a. Aylar sonra nefesini tutarak, gözlerini kapatarak girmiş şehrine. Ancak gözlerini, bizim fotoğraflarda gördüğümüz o harabeye açmış. Ve şunları görmüş;

İsmetpaşa Mahallesi’nde oturuyorduk. Şırnak’ın girişinde baktım, sanki şehir aşağı tarafa gelmiş gibiydi. Eskiden girişten şehre baktığınızda yukarılarda evler vardı. Bizim yukarıdaki mahallelerin hepsi dümdüz olmuş. Üst taraf gitmiş sadece aşağıdaki hastane kalmış. Her şey yer değiştirmiş sanki. Hiçbir yeri tanıyamadım. Araba nereden gidiyor, neredeyim diye hatırlayamadım. Mesela burada bir ev vardı, burası çarşıydı, biz buradan buraya gidiyorduk bile diyemedim. Vahşet diyemezsiniz, bunun başka bir adı olmalı. Doğduğum şehrin yerinde dağ gibi molozlar vardı. Dedim ki, ‘bizim için herşey bitti.

“Orada koskocaman evler, koskocaman insanlar vardı”

“Eviniz yıkılmış mıydı” sorusuna, “Keşke sadece bizim evimiz yıkılsaydı. Bütün mahalle yıkılmış. Artık Şırnak diye bir şey yok” diye yanıt veriyor ve röportaj boyunca yaptığı gibi “Şırnak’ın eski zamanlarına” gidiyor.

Orada koskocaman evler vardı. Koskocaman insanlar vardı. Orada çok iyi insanlar vardı. Oraya gidersin tanımadığın kişiler sana çay ikram eder, seni evine götürüp yemek yedirir. Mesela biz İstanbul’dan gelen birini götürdük evimizde yemek yedirdik. Ya da Rusya’dan gelen biriyle fotoğraf çektirdik, evimizde yatırdık. Ya da polis geldi çay verdik, uzman geldi misafir ettik. Demek ki bunlar yanlış şeylerdi. Demek ki bunları yapmasaydık şimdi evimizde olurduk. İnsan kendini kandırılmış hissediyor. Mesela İstanbul’a gidin vallahi biri size 25 kuruş bile vermez. Bir kuru ekmek bile vermez. Biz ne yaptık? Demedik Türktür Kürttür Ermenidir Lazdır Rustur. İnsandır dedik, aynı şeyden olmuşuz dedik. Bu gerçekten suçsa alsınlar götürsünler öldürsünler diyecez, onu da yaptılar. Daha bize ne yapacaklar onu da bilmiyoruz.

“Bir insan niye başkan olmak ister?”

Yasağın ardından Şırnak’ta karşılaştığı tabloya bir kez daha dönüyor S.B.:

Mesela annemiz ölseydi, bir hafta ağlardık üzülürdük. Ya da babamız, ya da ailemiz. Bunları herkes yaşıyor. Ancak memleket ayrı bir şey. İnsanın doğduğu toprakları, büyüdüğü mahalleyi öyle görmesi… Ben öyle anneler gördüm ki dedim “Allahım iyi ki anne olarak  gelmemişim bu dünyaya.” Bir anne, evladının acısını öyle çekiyor, öyle bağırıyor, öyle ‘ay dayê’ diyor ki, kimse onun yerinde olmak istemez.

Hasar tespit için S.B.’nin evine de gelmiş ilgili kişiler. Yıkılan ev için metrekare başına bir bedel biçilmiş. İçinde eşyalarıyla birlikte yıkılan evleri iki katlıymış. Yetkililer “alt kat bodrum, üst kat da iki odadır” tespiti yapmış. “Ya diyecekler alın size şu kadar para, ya da bir tane bina yapıp size bir daire verecez diyecekler. Senin evin ne kadar tuttuysa onu düşecekler dairenin fiyatından, geri kalan parayı bizden isteyecekler. Hem evini yıkıyor, hem şehrini yıkıyor, hem diyor ki gel bana üstüne para ver. Biz bunları istemiyoruz. İnsanlarımız öldü. Hendek bahaneydi. Mesela şehrin meydanında hendek yoktu. Orayı niye yıktın sen? Ailem Silopi’de kalmayı düşünmüyor. Ev olmasa da Şırnak’a gidecekler, gerekirse çadır kuracaklar” diyor.

Konu referanduma geldiğinde biraz duruyor S.B.. Soruyor bana, “Gerçekten çok merak ediyorum, bir insan niye başkan olmak ister? Sence niye başkan olmak ister?” Bu sorunun yanıtını gerçekten arıyor ve kendi kendine konuşuyor:

Cumhurbaşkanısın, başbakansın daha ne istiyorsun? Valla başkan olsan ölümsüz olamazsın. Kral da olsan ölümsüz olamazsın. Senin derdin ne onu bize söyle. Bizim derdimiz barıştır valla. Barışı getiriyorsan seni başkan da yaparız, kral da yaparız. MHP de yapsa, AK Parti de yapsa, HDP de yapsa biz ona veririz oyumuzu. Elimizden gelen her şeyi yaparız. Mümkün olsa, bize söyle de ki ‘sabahları iki zeytin yiyin’, onu da yaparız. Yalnız barış gelsin. Ben askerliğimi yaptım, hani ‘borçtur’ diyorlar ya. ‘Borcumuzu’ öyle de ödedik. Ee, peki bizi niye öldürdünüz? Niye şehrimizi yıktınız? Şimdi ben “hayır” desem, diyecekler bu vatan hainidir. Bize, ülkeye barışı getirecek insan lazım. Savaşı getiren değil. Bizim derdimiz şahıslarla değil.

Referandumun da, sistem değişikliği isteğinin de “kendi cephesinden” sebebini şöyle izah ediyor S.:

Bu sistem kalırsa, bir gün gelir elbet iktidar değişir. Oraya gelen insan da bunların hesabını soracak. Hesap çok ağır. Böyle olunca diyorlar başkanlığı getirelim, kral olalım. Benden sonra oğlum gelsin, ondan sonra torunum gelsin. Yani bana birşey olmasın. Başkanlık gelmezse, bu yapılanların hesabı elbette ki verilecektir bu dünyada. Allah katında öbür dünya ayrı zaten.

“Bizi yok saydılar”

O. D. 21 yaşında. O da Şırnak’ta yasak başlamadan yaklaşık 20 gün önce ailesiyle birlikte şehirden çıkmak zorunda kalmış. Şimdi Diyarbakır’da yaşıyorlar. Eskiden Şırnak Gündoğdu Mahallesi’ndeymiş evleri. S.B’nin aksine O. sakin, kısık sesli ve gülümseyen bir yüzle anlatıyor olup biteni. “Yasak kalktıktan sonra bir kez gittim Şırnak’a. Mahalle yoktu. Hatıralar, anılar, sanki hiçbir şey yaşanmamıştı oralarda. Dümdüz… Bizi yok saydılar” diyor.

Aylar sonra Şırnaklıların geri döndükleri günü anlatıyor:

Annem o görüntüyü gördüğünde dondu kaldı. 65-70 yaşında kaç insan kalp krizi geçirdi. Kaldıramıyorlardı gördükleri manzarayı. Ayakta duramıyorlardı. Biz 19-20 yaşındayız, biz bile zor durduk. Çocukluğu, büyüklüğü her şeyi orada geçen 70 yaşında bir adam nasıl kaldırsın? Biz evlerimizin derdinde değildik. Orada ölen insanların derdindeydik. 18-19 yaşında ölenlerin hepsi abilerimizdi, kardeşlerimizdi. Hendek olmayan mahalleleri bile yakıp yıktılar. Bizden intikam almak için yaptılar. Bizi düşman gördüler.

O.’nun ailesi de şu an Şırnak dışında olan birçok insan gibi, “geri dönmek” istiyor. “Evimizi kendimiz yapmak istiyoruz” diyor ama “izin vermezler çünkü sokakları caddeleri kendi istedikleri gibi yapmak istiyorlar” diye getiriyor devamını.

O. D.’ye de referandumu hatırlatıyorum. “Sandığa gidip oy kullanacak mısın? Evet mi kararın, hayır mı” diye soruyorum. O’nun yine gülümseyerek verdiği yanıtı ve son sözü şöyle:

Arkadaşlarım, memleketim aklımdan çıkmıyor. Doğduğumuz büyüdüğümüz memleketi, bize ait olan her şeyi yıktılar. Düşünsene, sanki yeni dünyaya gelmişiz. Geçmişimizi sildiler. Bütün bu olanlardan sonra hangi vicdanla evet diyelim. Evet dediğimiz gün, bizim ölüm günümüzdür. Güzel günler yakındır üzülme abla.

“Bir daha dönemeyeceğimizi hissettim”

O.D. masadan kalkıp gidiyor, M. N. O ile yalnız kalıyoruz. Bir saattir kenarda oturmuş, konuştuklarımızı sessizce dinliyor M., içlerinden en küçüğü. 16 yaşında. Ailesi son güne kadar Şırnak’tan çıkmamış. Yasak başlamadan bir gün önce terk etmek zorunda kalmışlar şehri.

“Ben diğerleri gibi konuşamıyorum” diyor. Kesik kesik anlatıyor. “Biz yasaktan bir gün önce Şırnak’tan çıktık. Aydınlık Evler Mahallesi’nde oturuyorduk. Yanımıza birkaç parça eşya aldık sadece. Çıktığımız gibi de yasak başladı. Diyarbakır’a geldik. 2 kardeşiz. Dedemler de bizimle aynı evde kalıyor” diye anlatıyor.

Bunları söylerkenki hüzünlü yüz ifadesi değişiyor birden. Şırnak’tan ayrılmamak için yaptıklarını anlatıyor:

Geri dönemeyeceğimizi hissediyordum. O yüzden saklandım, gelmek istemedim. Evdeki dolaplara saklandım. Sonra çıktım evden, koştum, başka yerlere saklandım. Beni buldular. Kalmak istiyordum. Memleketimi bırakmak istemiyordum. Anneme  babama karşı çıktım, ‘siz de gitmeyin, nasıl bırakırsınız burayı?’ dedim. Ama sonuçta geldik.

M. O. da yasak kalktıktan sonra Şırnak’a gitmiş. 10 gün kalmış. Yaşadıkları ev, 5 katlı bir binanın en üst katındaymış. Binanın alt katları patlatılmış. İlk 4 kat çökmüş, sadece en üst kat varmış görünen.

M., Şırnak’ta lise birinci sınıfa gidiyormuş. Cizre ve Silopi’de yaşanan çatışmaları Şırnak’ta çok yakından hissetmişler. “Bir ay ancak” okula gidebilmiş. “Saat 4’te sokakta kimse kalmıyordu. Herkes evine giriyordu. Öğretmenlerimiz de okula gitmemize izin vermiyordu. Şimdi burada lise ikinci sınıftayım” diyor.

M’nin tek söylediği, dönüp ısrarla tekrar söylediği şey, “dönmek istiyorum” oluyor. “Annem de dönmek istiyor, babam izin vermiyor psikolojiniz bozulacak diyor. Memleketidir, annem orada doğmuş büyümüş. Bir yıl geçti buradayız. Burada kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Gelecekle ilgili sadece oraya gitmek istiyorum, başka bir şey istemiyorum” diye bitiriyor yine sözü.