Ana SayfaGüncel‘Hayır’ları çoğaltacağız, bu bahar bizim

‘Hayır’ları çoğaltacağız, bu bahar bizim


ELEND AYDIN


“Kış romatizma ağrılarını bırakarak gitti” der Calvino. Ayaklarını sürüyerek de olsa giden bu kış bize de romatizma ağrılarını mı bıraktı yoksa pranga ve kalp sızılarını mı? Bir yoklamak lazım değil mi?

Muktedirlerin, tepinmedik yer, göstermedik kazma ve diş, atmadık takla, dökmedik kan, tırmalamadık gülüş, ezilmedik çimen bırakmadığı “bu kışın” yerini bahara bırakırken kulağımıza fısıldadığı bir şeyler vardır elbette.

Merak çiçekleri açıla dursun sırrımızı söylemeden bahara geçelim. Devrimci mevsim, bahara…

Kalemin kendiliğinden yazdığı bu devrimci bahar için “nedir” diye soruluyorsa, hiç sağa sola bakmadan “bahar devrimci’dir, devrim-ci de bahardır” mealinde bir cevap düşer akıllara.

Muhtemelen baharın yokluğundan faydalanılarak yapılan şeyler artık olamayacak, bahar geldi!

Uzun aydınlık günler, tatlı uykulu eylem geceleri bizim artık. Mırıl mırıl coşan sular, dans eden çiçek dolu dallar, yemyeşil tarlalar, çakırkeyif ağaçlar bizim. Her şey çiçeklenmiş ki öncüsü kadınlardır yine, güllü çiçekli fistan ve eteklerdir.

Dedikten sonra “bu baharın” köklerini bir fotoğrafta buldum hemen. Durup dalıyorum işte o Tilebyad (Girê Spi) sûretine. Dümdüz ve sarı bir ova, mevsim son bahar, ardında kış var besbelli. Bir araba gidiyor, arkasında, bir adam ve çocuk; yanlarında, ölümden kaçtıklarını gösteren yastıklar. Ama yüzlerindeki ifade, kurtuluşun müjdesini taşıyor artık. Lakin “esas yüzü” ayaktadır fotoğrafın. Genç bir kadın, üzerindeki kapkara çarşafı, ölüm ve zulmü fırlatarak güneş gibi doğuyor, yüzü ışıl ışıl, dudaklarında melodiler var, belli.

Bahar ise o kapkara vahşetin, IŞİD kefeninin altından fırlayarak, neşeli rüzgarlar estirmekte. Bahar, o rengarenk elbisesidir; hüzünlü bile olsak, karşısında direnemeyecek tebessüm ve unutma beni çiçeğine karıştığımız gülüşü; o kadınca, insanca, bir ışık olup kurtarıcılara doğru kanatlanan gülüşü…

Bundandır ki şimdi, kış bize “romatizma ağrılarını” değil bu bahar sûretini bıraktı dersek abartı olmaz. Calvino bizi anlasın lütfen, romatizma ağrılarıyla başlayacağımız bir bahar yok. Bu bahar, tüm romatizma ve anti romantik ağrılara inat iyi olacağımız bir bahar. Çünkü giymiş olduğu baharı, tecavüz çetelerinden, kara çarşaflara hapsolup boğulma pahasına da olsa koruyup o aydınlık yaza kavuşturabilmiş kadının gülüşüdür bahar hakikatimiz.

Kim bilir neler yaşadı o kapkara kefenle ölüm sessizliğine yatarken, kim bilir kaç uzun kış, kaç yüz sultan ve saray kışı yaşadı? Kaç bin umut kaybetti, kaç bin tomurcuk çaldı uzakta olan ya da çalınmış olan bahçelerden. Ama sonra işte, giyindiği bahar, açıverdi ansızın ve kadın her şeye rağmen, asla boyun bükmemiş olmanın gurur ve onuruyla bahar oldu rüzgar dolmuş elbisesiyle. Şimdi biz nasıl ayırırız gözlerimizi o bahardan gelen bu bahardan?

İşte her şey çiçekleniyor, ay doğuyor kadının yüzünde, aralık dudaklarında meçhul mırıltılar, şarkılar. Belli ki çok iyi “hayır” demiş, giymiş olduğu kara kefen sadece bir kamuflaj olmuş onun için. Belli ki “sev!” diyeni sevmemiş, kara çarşafına bürünerek aldatmış, muktedirleri; hatta sinsi sinsi, kıs kıs gülmüş “sen öyle san” makaralarını koy vererek. Boynu da tertemiz, yüzü de. Muktedir kirletip lekeleyememiş onu korku ve itaatle. Bu sûret bizim, bu bahar biziz.

Üzerimizde taşıdığımız nice kara çarşaflar vardı bu kış. Baharın atmak için taşıdığımız o karalar, şimdi, fırlatıp atacağımız an’ı bekliyor.

Hayır’ları çoğaltacağız. Hafakanlar basmayacak bizi, yılgınlıklar da.

Ah Bremen Mızıkacıları, yeğenim Dicle’yi kimselerin gülmediği yerlerde güldüren sevgili mızıkacılar; çalın ki müziğiniz Bremen (ve tüm Almanya) gibi bizim buraları da Nazizm’den arındırsın, çocuk kahkahalarında kaybolsun bu bahar.

Vakit tamam ya “terk etsek” bize dayatılanları, hiçbir pusu, puhu, çıyan ve mayın durduramasa. Yani olanca itaatsizliğimizle “hayır” desek.

“Vakit tamam, seni terk ediyorum!” Şimdi, özellikle de şimdi biz bahar kuşlarının “Milli Marşı” olabilir. Birlikte mırıldanalım ki, arkamızda kalsın zulmün fani sarayları, kafesler ve korkular. Terk etmenin, terk edebilmenin mutlu guruyla kuğular gibi suyla süzülürken biz, bahar öpsün saçlarımızından, yakamızda hayır gülleri açsın…

Dedikten sonra gözlerim yine fotoğrafın kalbi olan kadına takılıyor. Bedeni artık özgür. Bedeni artık çiçekli bir bahar gemisi, gülüşü, hayır diyebilmenin onuruyla kalbimizin sularında yelken açıyor.