Ana SayfaGüncelKAPISI MÜHÜRLENENLERİN ‘HAYIR’I | “Diyarbakır’da sessizlik sandıkta bitecek”

KAPISI MÜHÜRLENENLERİN ‘HAYIR’I | “Diyarbakır’da sessizlik sandıkta bitecek”

HABER MERKEZİ – KHK’ler ile kapıları mühürlenen DİAY-DER, Rojava Derneği, TUHAD-DER ve çok dilli kreşlerin kapatılmadan önceki yöneticileri Gazete Karınca’ya konuştu, referandumda neden ‘Hayır’ diyeceklerini anlattı.


Haber: NURHAK YILMAZ


16 Nisan referandumunda Diyarbakır’daki sandıklardan çoğunlukla “Hayır” çıkacağı herkesin malumu. Konuşulan ve çok merak edilen asıl konu ise, “yüzde kaç oranında ‘Hayır’ çıkacağı.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Nisan günü ziyaret ederek miting düzenlediği Diyarbakır’da sokağın tek gündem maddesi referandum. İlk zamanlar “sessiz ve ilgisiz” gibi görünen kent, sandığa günler kala adeta başka bir şey konuşmuyor.

7 Haziran genel seçimleri döneminde görünür olan, 1 Kasım seçimlerinde yükselen ve daha sonra çok yıkıcı boyutlara ulaşan şiddetin sonuçları ise elbette 16 Nisan günü sandığa da şekil verecek.

Tabi bir de, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL’le birlikte yaşananlar var.

Şehirde onlarca sivil toplum kuruluşu, kanun hükmünde kararnamelerle kapatıldı. Bunların büyük kısmı, 1990’lı yılların çatışmalı ortamında mağduriyetlerden doğmuş kurumlardı. Bazıları 20 yılı aşkın süredir kendi kulvarında hak mücadelesi yürütüyordu.

Kapıları mühürlenen bu kurumların kapatılmadan önceki yöneticileriyle sohbet ettik. Önce, “Kapılarına kilit vurulan bu kurumlar ne yapıyordu?” sorusunu yanıtladılar. Sonra da neden “Hayır” dediklerini Gazete Karınca için anlattılar.

DİAY-DER: Mazlum kim ise ona yardım edelim

Din Adamları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAY-DER), 2007 yılı ortalarında kuruldu. O dönem derneğin başkanı olan Zahit Çiftkuran amaçlarını, “İslamın kelime anlamı barıştır. Bu kelimenin içeriğini bilmeyen kesimler din adamlarını lekeliyor. Biz bu imajın düzeltilmesini önümüze hedef olarak koyduk” sözleriyle özetlemişti.

Dernek, 2016 yılı Kasım ayında Diyarbakır’daki 46 dernekle birlikte kapatıldı.

Dernek kapatıldığı esnada başkanlığını yapan Kutbettin Bayler söze, “Derneğimiz kapatıldı” diyerek başlıyor. Ve neden ‘Hayır’ dediğini şöyle anlatıyor:

İnsanlara, hatta hayvanlara zulmeden bir rejime ‘Evet’ denilmez. Biz iyilikle mükellefiz. Herkesin haklarına riayet etmek zorundayız. Böyle olmayan bir kimseye, bir gruba, bir partiye ‘Evet’ diyemeyiz. Çünkü Allah huzurunda sorumluluklarımız var. ‘Evet’ dersek bu sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Bu nedenle ‘Hayır’ diyoruz. Hedefimiz cumhurbaşkanı değil, başbakan değil. İnsani hakları tanıyan bir rejim istiyoruz.

AKP Diyarbakır İl Teşkilatı’nın geçen hafta caddelere astığı, “Her ‘Evet’ oyu, Şeyh Said ve arkadaşlarının ruhuna Fatiha’dır” yazılı pankarta da tepkili Kutbettin Bayler. “O yazıyı yazan ve yazdıran, asan ve astıran herkes Şeyh Said’e ihanet ediyor. Çünkü ‘evet’ zulüm tarafını kuvvetlendiriyor. Şeyh Said ise zulümle öldürülmüştür. Evet nasıl fatiha olur?” diye soruyor.

“Herkes adaleti istesin. Adaletin nerede olduğunun işaretleri vardır. Mazlum kim ise ona yardım edelim. Zalim kim ise onun arkasından çekilelim. Doğru yola girelim” diye bitiriyor sözü.

“Başkanlık sistemi Kürtler üzerinde denendi”

Mustafa Ocaklık, Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin eşbaşkanıydı.

IŞİD’in 2014 yılında Şengal’e saldırması ardından, Suriye’den gelen Ezidi, Türkmen, Arap ve diğer insanlara yardım için kurulmuştu dernek.

Mustafa Ocaklı

Eşbaşkan Ocaklık’ın deyimiyle, “Sivil toplum örgütleri o dönem sorunun kısa sürede çözülemeyeceğini fark etti ve Rojava Derneği’ni kurdu. Yani dernek ortak bir aklın ürünüydü. Amaç ağır bir travma yaşayan o insanların acılarını paylaşmaktı.”

Öyle de oldu. Rojava Derneği aslında bir derneğin kolay ulaşamayacağı düzeye kısa sürede ulaştı. Bir buçuk yıl gibi bir sürede tam 220 bin insana “kardeş eli” uzatıldı. Tabi Suriye’deki katliamları sınırın bu tarafından çok derinden hisseden Türkiyeli herkesin ortak desteğiyle bu sağlandı. Kış koşullarında göç yollarına düşen yüz binlerce insan, henüz bir yaşındaki bu dernek sayesinde “soğuktan ölmedi, kışı sıcak bir yerde geçirdi.”

Sonra şehirlerde çatışmalar başladı ve ne yazık ki yine yüz binlerce insan evsiz kaldı.

“Birçok büyük ilçe yerle bir edildi. Bazı ilçelerin nüfuslarının yüzde 95’i ilçeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu insanlar köylere, kırsal bölgelere, su kenarlarına dağıldı. Biz de Rojava Derneği olarak çantamızı sırtımıza aldık. Köy köy, ova ova dolaştık. Binlerce gönüllünün desteğiyle bu insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık” diyor Mustafa Ocaklık.

Gönüllü ordusuna sadece Türkiyeli insanlar değil, dünyanın birçok ülkesinden gelen insanlar da katıldı. Yani şehirlerdeki bu “yeni mağdurlara” el uzatan yine Rojava Derneği’ydi.

Ocaklık’ın anlatımıyla aslında dernek sadece bölge şehirleriyle de sınır kalmadı Hopa’daki sel felaketi yaşanırken de dernek gönüllüleri güçlerinin yettiği kadar yardım malzemesi topladı. 3 tır eşya gönderildi Hopa’ya.

“Var olan Anayasa geri, yapılmak istenen ise daha da geri”

2016 yılının Kasım ayında kapatılan Rojava Derneği böyle bir çalışma yürütüyordu. Mustafa Ocaklık, sivil toplum örgütleri ve derneklerin kapatılmasını “tekçiliğin ön adımı” olarak niteliyor:

Ortaçağ’da halka kabul ettirilmek istenen şeyler önce anfilerde oynanan tiyatro oyunlarıyla gösterildi. Halk böyle alıştırılırdı. Fakat Türkiye’de getirilmek istenen sistem, şiddetle, red ve yasaklarla Kürtler üzerinde denendi. Pilot uygulama burada yapıldı. Çatışmalar yaşandı, insanlar öldü, belediyelere kayyum atandı, milletvekilleri tutuklandı. Demek ki burada senin iraden kalmıyor. Ben irademi kimseye teslim etmem. Yani o anahtarı niye bir kişinin eline vereyim ve kendimi odaya hapsedeyim.

Ve referandumda neden “Hayır” diyeceklerini şu sözlerle ifade ediyor;

Getirilmek istenen Anayasa’da ‘Evet’ denilecek hiçbir şey yok. Şunu öncelikle belirteyim, ‘Hayır’ dememiz mevcut Anayasa’dan memnun olduğumuz anlamına gelmiyor. Çünkü mevcut Anayasa bütün sorunların ana kaynağı. Fakat getirilmek istenen Anayasa ondan daha gerici. Yani mevcut olan geri, gelecek olan ondan daha geri. Biz ancak Türkiye’de ortak akılla oluşturulacak bir Anayasa’ya ‘Evet’ deriz.

Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Eşbaşkanı Ocaklık, referanduma giderken Diyarbakır’ın ruh halini, geride bıraktığımız 2 yılda olup bitenlerin belirlediğini de vurguluyor. ,

İnsanlar diyor ki ‘biz yıkımları durduramadık, ölümleri durduramadık.’ Dolayısıyla yaşananlar bu referandumda ciddi bir tepkiye dönüşecektir. Mevcut sessizlik sandıkta bozulacaktır.

“18 maddeyi okuyan ve anlayan ‘Evet’ demez”

Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUHAD-DER) de kanun hükmünde kararname ile kapatılan derneklerden biriydi.

Kapanmadan önce derneğin Diyarbakır İl Eşbaşkanı olan Cahit Demirkıran, 1 Kasım seçimleri ardından bölgede hakim olan gerilim ve şiddetin “içeride” yani cezaevlerinde de arttığını söylüyor. “Gazetelerin içeri girmesi engellendi, televizyon hakları engellendi, sosyal alan hakları engellendi, hasta tutsakların tedavi hakları dahi engellendi” diyor.

Bugün 51’inci güne ulaşan açlık grevlerinin de, tüm bu yaşananların ardından başladığını ifade ediyor.

Eylemin taleplerinden biri “cezaevlerindeki hak ihlallerinin sona ermesi”, diğer talep ise “PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecritin kaldırılması.”

“1980’deki ölüm orucuyla aynı durum yaşanıyor”

Cahit Demirkıran

Talepler kabul edilene kadar süresiz dönüşümsüz olarak Şakran’da başlayan açlık grevi eylemi daha sonra Tekirdağ, Sincan, Bolu, Hatay ve Tarsus cezaevlerine yayıldı.

51 gündür tutukluların açlık grevinde olduğu Şakran Cezaevi’nden ise “yeni ihlal” haberleri gelmeye devam ediyor. Demirkıran, “Cezaevi yönetimi, ‘size 12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevi’nde yapılmayanı yaparız’ diyor. Gece yarıları arama adı altında tutukluları çıplak soyarak soğukta bekletiyorlar. 3 gün önce görüşe giden tutuklu aileleri apar topar dışarı çıkarıldı” diye aktarıyor cezaevinden gelen haberleri.

12 Eylül döneminde Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yapılan “ölüm orucuna” benzetiyor bu açlık grevi eylemini. Benzetmenin nedeni ise, “içeride tam olarak ne yaşandığının kamuoyu ve aileler tarafından bilinmemesi.” Yaşananları ve kaygılarını ise şu sözlerle anlatıyor:

Eylemdeki tutuklu ve hükümlülerden sağlıklı bilgi alamıyoruz. B1 vitamini verilip verilmediğini bilmiyoruz. 2012 yılındaki açlık grevinin 38’inci gününden sonra her gün Tabip Odası ve diğer sağlık kuruluşlarından heyetler cezaevine gidip sağlık kontrolü yapabiliyordu. B1 vitamini veriyorlardı. Şu anda öyle bir şans yok. Tüm bunların üzerine, eylemdeki tutuklulara yönelik baskılar devam ediyor. Yani şu anda 1980’de Diyarbakır Cezaevi’ndeki ölüm orucuyla aynı durum yaşanıyor. Önü alınmazsa, tedavileri yapılmazsa ölümler yaşanabilir.

Başta CHP olmak üzere, AKP’nin insan hakları ve cezaevi komisyonlarına ise çağrı yapıyor Demirkıran, cezaevlerine acilen heyet gönderilmesini talep ediyor.

“‘Evet’ çıkacağını zannetmiyorum”

TUHAD-DER Diyarbakır Şubesi 2016 yılı Kasım ayında kapatılana kadar tutuklular ve özellikle yakınları ile dayanışma içerisinde oldu. Cahit Demirkıran’ın verdiği bilgiye göre Diyarbakır’da yaklaşık bin tutuklu ailesi bulunuyordu. Dernek kapandıktan sonra bu sayının kaça yükseldiğini bilmiyor.

Tutuklular Tekirdan’dan Edirne’ye, Karadeniz’den Ege’ye kadar onlarca cezaevine dağılmış durumda. Durum böyle olunca, ailelerinin sürekli ziyarete gidip gelmesi de ciddi bir soruna dönüşüyor. Dernek de kapatılana kadar tam bu noktada devreye giriyormuş.

Ailerimizin çoğunun ziyarete gitme imkanları yok. Dernek açıkken en azından aileleri bir araya getirip minibüs tutup beraber gidip gelmelerini sağlıyorduk. Şu anda bundan mahrumlar. Dernek varken bir sorun sıkıntıda savcılığa itirazlarda bulunabiliyorduk, bir hukuksuzluk olduğunda cezaevine avukat gönderebiliyorduk. Şu anda bunların hiçbirini yapamıyoruz.

Demirkıran, “Referandumda hayır gerekçemiz saymakla bitmez” diyor ve ekliyor:

Türkiye’de gerçek bir anayasaya ihtiyaç var. Şu an uygulamada olan da, getirilmek istenen de olmaz. 18 madde kimseye hak getirmiyor. Amaç sadece tek adam rejimini getirmek. 18 maddeyi okuyan ve anlayan hiç kimse evet demez. Ben referandumdan ‘Evet’ çıkacağını zannetmiyorum.

“Dilimize kilit vuruldu, bu nedenle ‘Hayır’ diyoruz”

Demhat Zana Yıldız ise, kayyum atanan Diyarbakır Merkez Kayapınar İlçe Belediyesi’nde, çok dilli kreşlerden sorumluydu. Belediyeye kayyum atandıkdan sonra ilk işten çıkarılan isimlerden biri oldu.

Demhat Zana Yıldız

Diyarbakır’daki DBP’li belediyeler çok dilli kreşler açma kararını 2013 yılında düzenlenen Yerel Yönetimler Konferansı’nda aldı. Ancak karar o dönem hemen hayata geçirilemedi. 2014 sonlarında ise kreşler için hazırlık çalışmaları başlandı. Alternatif arayışı içerisinde olan belediyeler öncelikle “nasıl bir mekanda” bu çalışmayı yürüteceklerine karar verdiler. Örneğin çocuğa toprakla temas şansı tanıyan bir mekan tasarlandı.

2015 yılında çok dilli kreşler hayata geçmeye başladı. İlk adımı Kayapınar Belediyesi Xalxalok adlı kreşle attı, ardından bir bir diğer şubeler açıldı. “Her şubenin adı farklı olsa da kreşlerin tümüne “Zarokistan”, yani “çocuk ülkesi” adı verildi. 2 yıl boyunca çok dilli hizmet veren bu kreşlerden yaklaşık bin 200 çocuk gelip geçti.

Yıldız’ın anlatımıyla bu süre içerisinde “çocuklar ve aileleri kimlikleriyle, kültürleriyle tanıştı. Cinslerini tanıdı. Ekoloji doğa atölyesi, trafik atölyesi, müzik ve sanat atölyesi, diğer diller atölyesi vardı. Hiç Kürtçe bilmeyen aileler çocukları bu kreşlere başlayınca Kürtçe kurslara gitmeye başladı. Çocukların büyük kısmı da Kürtçe bilmiyordu başladığında.”

İlk yıl bu nedenle “problemler yaşandığını” anlatıyor Yıldız. Ancak ikinci yıl “müthiş bir dönüşüm yaşandı” diyor. “Dönüşümü” şöyle açıklıyor:

Çocuklarda büyük bir özgüven oluştu. Çocuk artık kendini Kürtçe ifade etmeye başladı. Eğer insanın genlerinden aktarılan bir duyarlılık varsa o duyarlılık bin yıl sonra bile ortaya çıkabilir. Dedende çıkmasa sende çıkıyor. İşte bu çocuklarda ortaya çıkmaya başladı. Kürtçe’yi öğrendikçe çocukların sosyalleşmelerinde ciddi farklar gözlemlemeye başladık.

“Çocuklar ağaçlarını sulamaya gitti”

Diyarbakır Büyükşehir ve Kayapınar belediyelerine kayyum atandıktan sonra önce kreşlerde çalışan öğretmenler işten çıkarıldı. Ardından da kreşlerdeki eğitim dili Türkçe’ye dönüştürüldü.

Kayapınar Belediyesi’ne bağlı Xalxalok kreşine 120 çocuk devam ediyordu. İlk öğretmen kayyum atamasından yaklaşık 2 ay sonra işten çıkarıldı. O gün ailelerin tümü çocuklarını kreşe göndermedi. Bir sonraki gün kreşte çalışmaya başlayan yeni öğretmenlerin ilgilenecekleri tek çocuk yoktu.

Tabi bu kreşle güçlü bağlar kuran çocukların okullarından kopuşu da o kadar kolay olmadı. “Bazı çocuklar anne babalarıyla birlikte okula gitmişler. Her çocuk bahçeye bir ağaç dikmişti. O ağacın bakımıyla ilgileniyordu. Ağaçlarını sulamaya gitmiş çocuklar. Ağlamışlar. Kopamamışlar” diyor Demhat Zana Yıldız.

“Hayır dememiz için o kadar çok sebep var ki” diyor Yıldız da. Devamla 16 Nisan günü kahverengi pusuladaki “Hayır”ın altına basacağı tercih mührünün gerekçelerini şöyle detaylandırıyor:

Bize en çok dokunan dilimize kültürümüze vurulan kilittir. Dil insanın sadece konuştuğu değildir, yaşanmışlıklarıdır. O kreşlerin kapısına şu an fiili olarak kilit vurulmuş değil ama bizim oradaki öğretilerimize, yaşanmışlıklarımıza, oradaki bütün değerlerimize kilit vuruldu. O kilitle bizi asimile edebileceklerini düşünüyorlar. Buna karşı durabilmek için ‘Hayır’ diyeceğiz. Kendi dilinde özgürce yaşayabilecek, kendi dilinde şarkılar öğrenebilecek ve öğretebilecek çocukların geleceği için ‘Hayır’ diyorum.