Ana SayfaÇalışma YaşamıSAĞLIKÇILARIN ‘HAYIR’I | Prof. Pala: ‘İnsanlar sağlık ve mutluluk içinde yaşasın istiyorum’

SAĞLIKÇILARIN ‘HAYIR’I | Prof. Pala: ‘İnsanlar sağlık ve mutluluk içinde yaşasın istiyorum’

HABER MERKEZİ – Bursa Tabip Odası eski Yönetim Kurulu Başkanı ve Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kayıhan Pala ile anayasa değişiklik maddeleri ve AKP’nin sağlık politikaları ışığında ‘Hayır’ını konuştuk.

“Önerilen anayasa değişiklik paketi demokratik, katılımcı yöntemlerle hazırlanmadı. Yüzde 50.1 oy alan bir cumhurbaşkanının bundan sonra cumhurbaşkanı adıyla anılsa bile mutlak hükümdar olarak ülkenin her konusunda karar verebilme yetkisi olması, bir yurttaş olarak benim kabul edemeyeceğim bir şey. Temel ‘hayır’ gerekçem bu.”

Bursa Tabip Odası eski Yönetim Kurulu Başkanı ve Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı  Prof. Dr. Kayıhan Pala, yarınki referandumda neden ‘Hayır’ diyeceğini böyle izah ediyor.

Gazete Karınca’ya açıklamalarda bulunan Prof. Pala ile referandumda önerilen madde değişikliklerini, AKP’nin sağlık politikaları ışığında ‘hayır’ını konuştuk.

“Katılımcılığa açık bir değişiklik değil”

Anayasa değişiklik paketi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Anayasa değişiklik paketi ile ilgili iki açıdan değerlendirme yapıyorum: Biçim ve içerik. Biçim açısından kastım şu, Türkiye’nin şu andaki önceliği anayasa değişikliği değil. Dolayısıyla anayasa değişikliğini Türkiye’nin içinden geçtiği savaş, çatışma ortamı, işsizlik, sığınmacılar, göç, yoksulluk gibi gibi gerekçelerle öncelikler arasında bulmuyorum.

İkincisi mevcut anayasanın Türkiye’deki demokratik yaşama getirdiği sınırlılıklar olduğunun farkındayım. 82 yasasını tamamen ortadan kaldırıp bir arada, kardeşçe yaşayabilmemize dönük bir anayasaya olan ihtiyacımızı tanımlıyorum. Böyle bir anayasaya uygun maddeler bu pakette karşımıza çıkmıyor. Yani toplumun tamamına seslenen, katılımcılığa açık madde değişikliği çalışması yapılmadı. Bunu da biçim açısından önemli bir sorun olarak görüyorum.

Bir başka çok önemli sorun OHAL koşullarında bir halk oylamasına gidilmesi. Açık ve özgürce niye evet ya da hayır denmesi gerektiğine dair propaganda hakkına dahi sahip değil insanlar.

İçeriğe gelince, bu maddeler ne getiriyor ve hayattaki karşılıkları ne olabilir diye iki kaynaktan kendimi beslemeye çalıştım. Türkiye Barolar Birliği web sayfasından mevcut düzenlemeyi ve getirilen değişikliği tarafsız bir gözle açıklayan bir doküman yayınladı. Bunu okudum. Ve bunların değiştirilmesinin arka planını çözmeye çalıştım. Anayasa hukuku konusunda yetkin olan bilim insanların makalelerini okumaya başladım. Birisi Prof, Dr. Kemal Gözler, tanıdığım ve saygı duyduğum bir bilim insanıdır. İkincisi KHK ile Marmara Üniversitesi’nden çıkartılan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu. Bütün Türkiye’nin sevdiği bir hukukçudur.

Bütün bunların ışığında; anayasa değişikliğinin Türkiye’deki mevcut demokratik işleyiş sorunlarını çözmekten uzak olduğu kanısına vardım.

“AKP’nin sağlık politikaları yoksulların lehine değil”

AKP’nin sağlık politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

AKP ilk iktidara geldiğinden dokuz ay sonra adına Sağlıkta Değişim Programı dediği bir reform duyurdu. Program 14 yıldır yürürlülükte. Programın özü tamamen sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesine odaklı. Bu programın sosyal, devletçi, kamucu bir özelliğinin olması iddia edilemez. Biz bunları siyaseten değil bilgiye ve veriye dayalı bilgilerle söylüyoruz.

Elimizdeki bazı makro göstergelere bakacak olursak programın aslında yoksullar, dezavantajlılar, dar gelirliler lehine olmadığını gösterecek çok sayıda bilgi var. Birinci olarak AKP bu programı gündeme getirdiğinde “Bundan sonra Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanını genel sağlık sigortası yoluyla sağlayacağız, böylece herkesi bir şemsiye altında toplayacağız ,güvencesi olmayan kimse kalmayacak” diyordu. Biz de o zaman itiraz ediyorduk, sigorta sistemleri dünyanın her yerinde bir takım insanları dışarıda tutar.

Biz genel sigortanın herkesi kapsayamayacağına, prim ödemeyen olabileceğine değinirken sağlık bakanlığı da “Prim ödeme zorluğu olanların primlerini biz karşılayacağız” dedi. Biz de “Hayır böyle olmayacak bir bölümünü karşılayacaksınız bir bölümünü sistemin içine bile alamayacaksınız “dedik.

Kim haklı kim haksız iki kaynaktan bakalım, biri SGK biri Kalkınma Bakanlığı. Oradaki verilere baktığımızda bugün itibariyle yaklaşık on bir buçuk milyon insan genel sağlık sigortası kapsamının dışında. Bu bir buçuk milyonu hiçbir şekilde sistemin içine alınamamıştır, yaklaşık beş milyonu sistemin içinde olduğu halde prim borçları olduğu için hizmete erişemez, beş milyonu da gelir testinden devletin ödeyeceği prim grubuna göre geçemedikleri  ve kendileri de ödeyemedikleri için geçemez.

Zaten bunu benim söylememe gerek yok buradan çıkıp dışarıdaki panoya baksak hükümetin “Yalnızca ayda 53 lirayla biz sizi güvence altına alıyoruz” afişlerini görebiliriz. Çünkü çok sayıda insanın güvence altında olmadığının onlar da farkındalar.  Değişik yansımaları var bu işin.

Türkiye’de acil servislere başvuru oranı çok yüksek. Örneğin 2015 yılında 110 milyonun üzerinde acil başvurusu var, nüfusumuz da 79 milyon. Dünya’da nüfusundan fala acil başvurusu olan tek ülke Türkiye. Peki neden bu kadar fazla var?  Çünkü acil dışındaki hizmetlere başvurularının önünde başta sigorta olmak üzere erişim sorunları var.

“Ülkenin batısında 10, doğusunda 5 kişiden biri sağlık hizmetlerine erişemiyor”

Sağlıkta dönüşüm programının ne kadar başarısız olduğunu anlatan bir veri daha vereyim. Sağlık hizmeti almaya ihtiyacı olduğu halde sağlık hizmetine erişemeyenlere karşılanmamış gereksinim diyoruz .Türkiye’de son rakamlara göre karşılanmamış gereksinim oranı yüzde 15. Bu şu demek: Nüfusun yüzde 15’i muayene ve tedavi ihtiyacı olduğu halde parası olmadığı için bu hizmetlere erişemiyor.

Üstelik bu yüzde on beşte şöyle de bir sorun var: Ülkenin batısında oran yüzde 10 iken doğusunda 20. Dolayısıyla ülkenin doğusu açısından baktığımızda hastalanan her beş yurttaştan biri ekonomik gerekçelerle ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetine erişemiyor. Şimdi bu koşullarda sağlık hizmetlerinin başarılı olduğunu söylemek mümkün değil.

“Adı cumhurbaşkanı da olsa birinin ‘mutlak hükümdar’ olması kabul edilemez”

Sizin ‘hayır’ınızın sebebi nedir?

Ben şu andaki demokrasimizin yeterli bir çoğulcu demokrasi olduğunu düşünmüyorum bana sorarsan bu ülkede kardeşçe, barışla yaşamanın yolu demokrasinin çoğunlukçu yönünün geliştirilmesinden geçmeli. Oysa mevcut düzenleme eğer geçerse bırakın çoğulcu yapının geliştirilmesini aksine daraldığını ve çoğullukçu bir yapıya doğru gidildiğini göreceğiz.

Dolayısıyla yüzde 50.1 oy alan bir cumhurbaşkanının bundan sonra cumhurbaşkanı adıyla anılsa bile mutlak hükümdar olarak ülkenin her konusunda karar verebilme yetkisi olması, bir yurttaş olarak benim kabul edemeyeceğim bir şey. Temel ‘hayır’ gerekçem budur.

Ayrıca bu anayasa değişikliği ile kuvvetler ayrılığı neredeyse tamamen ortadan kalkıyor. Yasama, yürütme ve yargının birbirinin etkisinde kalacağı bir sistemin gerçek ve gelişmiş bir demokrasi olarak adlandırılması söz konusu değil. Yüksek yargı mensuplarının çoğunun iktidar tarafından belirlenebilmesi yargının yürütmenin vesayetine girme olasılığını arttıran bir şey. Böyle bir ülkede hukukun üstünlüğünden değil üstünlerin hukukundan bahsetmek zorunda kalırız.

Devlet aygıtını da zaten son tahlilde eğer kapitalizmin kullandığı en temel araçlardan birisi olarak tanımlıyorsak, hele ki kürsel kapitalizmin bu kadar güçlü olduğu bir çağda, teklif geçtiği zaman sıradan yurttaşın, emekçinin, yoksulun, dezavantajlı kesimin yargıyla arasındaki bağ, dolayısıyla yaşama koşullarını güvence altına alma olasılığı giderek daha da azalacak.

Bir başka maddede bağımsız ve tarafsız yargı olacağından söz ediliyor. Benim için bunu anlamak kolay değil, zaten yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekir. Üstelik bu maddelerin geçtiği aynı pakette, üst mahkeme üyelerini bağımsız ve tarafsız olmaktan uzak tutan bir anlayışla belirlenmiş olmasını da metnin kendi içinde çok ciddi bir iç çelişki olarak görüyorum.

“Umuyorum ki ‘hayır’ çıkacak”

Sizce referandumun sonucu ne olur?

Bu anayasa değişikliği kabul edilirse bu ülkedeki insanların sağlık, mutluluk, refah içerisinde yaşamasına barış ve kardeşlik içinde yaşamasına bir katkısı olmayacağı hatta ve hatta bu gün ülkenin geldiği savaş ortamının daha da derinleşebileceği kaygısını taşıyorum. Dolayısıyla umuyorum ki sandıktan ‘hayır’ çıkacak.

Çevremde gözlemleyebildiğim kadarıyla halkın tepkisi de bu yönde. Kendisini anayasa değişikliğini hazırlayan iki partiden birine oy veren şeklinde tanımlayan insanların birçoğu bu teklife evet vermenin doğuracağı sonuçların farkındalar.