Ana SayfaGüncelSait Faik’ten Leyla Erbil’e: Edebiyat tarihine vapur ve trenle yolculuk

Sait Faik’ten Leyla Erbil’e: Edebiyat tarihine vapur ve trenle yolculuk

HABER MERKEZİ – Metis Yayınları’ndan çıkan “Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri” ve “Tren Geçti”, okuru edebiyat tarihinde vapur ve trenle bir yolculuğa çıkarıyor. Murathan Mungan’ın hazırladığı kitaplarda Sait Faik’ten Leyla Erbil’e uzanan bir seçki var.

Murathan Mungan’ın hazırladığı “Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri” ve “Tren Geçti” isimli kitaplar Metis Yayınları’ndan çıktı.

İki kitap da okuru Türkiye edebiyatında bir yolculuğa çıkarıyor. Öyle ki Murathan Mungan kitapları şöyle tarif ediyor:

Aralarındaki akrabalık ilişkisini güçlendirmek için aynı anda yayımlanan hem vapur odaklı öykülerden oluşan Edebiyat Seferleri için Vapur Tarifeleri hem tren odaklı öykülerden oluşan Tren Geçti adlı seçkilerle edebiyat tarihimizin içinden vapur ve trenle geçerek yolculuk yapalım istedim.

Kitaplarda Sait Faik’ten Leyla Erbil’e, Oğuz Atay’dan Sabahattin Ali’ye, Bora Abdo’dan Karin Karakaşlı’ya dek uzanan bir öykü seçkisi var.


Aşağıda Murathan Mungan’ın “Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri”nde yer alan “Dalgalar” başlıklı girişinden bir bölümü okuyabilirsiniz.

Dünyanın sözlü ve yazılı anlatı tarihinde çeşitli deniz yolculuklarını, gemiler, kadırgalar, kalyonlarla alınan yolları, fırtınalı denizlerde yaşananları, her çeşit güçlüğe kahramanca göğüs geren deniz insanlarını anlatan hikâyelerin başlangıç tarihini ne kadar geriye götürebiliriz? İlk ağızda Nuh’un Gemisi, Yunus peygamberin hikâyesi, Odysseus’un yolculuğu, tekinsiz kuzey denizlerini anlatan İskandinav destanları, denizkızı efsaneleri işaretlenebilir elbet. Dünyanın dört bucağından toplanan define sandıklarındaki korsan maceralarından ıssız adaya düşenlerin güçlüklerle dolu hayatta kalma mücadelelerini anlatan hikâyelere kadar hepsine yeniden bakılabilir. Bu konudaki zihinsel yolculuğumuz geçmişten günümüze su üstünde epey bir çalkalandıktan sonra modern çağın dev yolcu gemilerine, transatlantik yolculuklarına gelebilir. Robinson Crusoe’dan Moby Dick’in Ahab’ına, Dr. Moreau’nun Adası’nın Prendick’ine varana dek edebiyatın ömrü uzun sayfalarında yaşayan nice kahramanın adı anılabilir. Joseph Conrad’dan Yukio Mishima’ya William Golding’den Ernest Hemingway’e, August Strindberg’den henüz on sekiz yaşındayken hiç deniz görmeden “Sarhoş Gemi” gibi bir şiir yazmış Rimbaud’ya varasıya nice yazarı, şairi de eklemek gerekecektir uzayıp giden bu listeye.

Üç tarafı denizlerle çevrili zengin, önemli bir kara parçasını yurt tuttuğumuz halde, denizcilik ve balıkçılıkta dünya ölçeğinde bir önem taşıdığımız, hatırı sayılır bir başarıya sahip olduğumuz söylenebilir mi? Ya da buna bağlı olarak edebiyat tarihimizde bu malzemeye ilişkin zengin bir anlatı geleneğinden, malzeme ve kaynak çeşitliliğinden söz edilebilir mi? Bu durum daha çok gündelik hayatta denizi ne kadar kullandığımızla ilgilidir elbet. Yahut tersinden soracak olursak, biraz da burnumuzun dibindeki denize sırtımızı dönerek yaşamamızla ilgili değil midir?

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa ve amiral Turgut Reis, Uluç Reis gibi kazandıkları zaferlerle Akdeniz’i bir “Türk gölü” haline getiren tarihi kişilerden yola çıkıp, “taşbaskısı halk hikâyeleri” tarzında kaleme alınan, tarihi gerçeklerden çok hayal gücüne, efsaneleştirilmiş olaylara, rivayetlere yaslanan anonim risaleleri ve daha sonraları bu “form” un Feridun Fazıl Tülbentçi (Turgut Reis, 1958), M. Turhan Tan (Hint Denizlerinde Türkler, 1939) gibi yazarlar tarafından çoğu kez hamasi bir dil, şoven bir üslupla “popüler roman” kılığına sokulmuş örneklerini saymazsak, nereden yola çıkabiliriz? Edebiyat tarihimizde ilk kez bir “korsan karakterin” yer aldığı Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah’ından (1874) başlayarak günümüze dek uzanan bir yelpazede, eserlerinde denize, deniz insanlarına en çok yer veren yazarlar arasında, yazdıklarının neredeyse tamamı denizlerde, kıyılarda, deniz insanları arasında geçen Halikarnas Balıkçısı başta olmak üzere, Zeyyat Selimoğlu, Yaman Koray, Cemil Kavukçu adlarını ilk ağızda sayabiliriz elbet. Bunların dışında Denizin Çağırışı (1943) romanı ve “Amasralı Gemiciler” adlı uzun öyküsüyle Kemal Bilbaşar, Denizin Kanı’yla (1968) Tarık Dursun K., Al Gözüm Seyreyle Salih’le (1976) Yaşar Kemal, tamamı bir gemide geçen Gemi’yle (2004) Aydın Arıt, öykülerden oluşan, hemen hepsi suyla ilişkilendirilmiş İçeriye Bakan Kim (2002) kitabıyla Mehmet Günsür ve “Denize Dair Hikâyat” üst başlığıyla yayımladığı Sarıkasnak (2006), Ruhisar (2014) romanlarıyla Vecdi Çıracıoğlu anılabilir. Yalnızca Amat (2005) romanıyla bile İhsan Oktay Anar listedeki yerini hak eder. Seyyid Mundi tarafından kaleme alınan Gazavat-ı Hayreddin Paşa adlı kitabın, edebiyat tarihimizin ilk otobiyografi denemesi olduğunu da bu kuşbakışı dökümün bir yerine iliştirmek isterim doğrusu. Bu konuya ilişkin hafıza kayıtlarını gözden geçirdikçe, elbet başka adlar da hatırlanacak ama gene de toplamda, yukarıda sözünü ettiğim deniz etrafında güçlü bir anlatı geleneği oluşturma düzeyine ulaşamamış olduğumuz gerçeği değişmeyecektir.

Çoklarınca bilindiği gibi, bizim edebiyatımız –tıpkı sinemamız gibi– uzun bir süre Istanbul merkezli olmuş, zaman zaman şehrin sınırlarının dışına çıksa da çoğunlukla Istanbul insanlarını, bu şehirde yaşananları konu edinmiştir…


Ayrıca “Tren Geçti”den bir okuma parçası için buraya ve kitabın içindekiler bölümü için şuraya bakabilirsiniz. Yine “Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri”nin içindekiler bölümüne de şuradan bakabilirsiniz.