Ana SayfaÇeviriBadiou: Şu anda 1917’deki Lenin’den ziyade, 1840’lardaki Marx’a çok daha yakın durumdayız

Badiou: Şu anda 1917’deki Lenin’den ziyade, 1840’lardaki Marx’a çok daha yakın durumdayız

HABER MERKEZİ – Fransa’daki seçimi ve Emmanuel Macron’un zaferini değerlendiren Marksist düşünür Alain Badiou, “Macron, seçim alanı içinde yer alan ve farklı politik yönleri ‘temsil etmek’ iddiasında olan bütün politik yaklaşımların içinde bulunduğu krizin adıdır” diyor. Şu anda 1917’deki Lenin’den ziyade, 1840’lardaki Marx’a çok daha yakın durumda olduğumuzu söyleyen Badiou, Mısır’dan Türkiye’ye uzanan toplumsal ayaklanmalara dikkat çekerek de “Bu görkemli kitlesel eylemlerin asli olarak -Sisi, Erdoğan, Trump gibi- aşırı sağın ya da ordunun güçlenmesine yol açtığını ya da Syriza ve Podemos’un durumunda olduğu üzere seçime teslimiyetin ezici ağırlığına yol açtığını artık anlamış durumdayız” diye belirtiyor. Mao’nun ‘komünistlerin başarısızlığının sabırsızlıkları olduğu’ sözüne atıfta bulunan Badiou, ‘sabırlı olmanın’ önemine vurgu yapıyor: “Çöplükleri doldurmakta sabırlı olalım… Sabır aynı zamanda yürüdüğün yol üzerinde zuhur eden hakiki gelişmeleri; küçük olsalar bile; nasıl ölçeceğini ve memnuniyetle karşılayacağını da bilmektir.”


Röportaj: MATHIEU DEJEAN

Çeviri: ULAŞ DENİZ


“Macron, krizin adıdır; kendisi neo-liberal konsensüsün klonudur”

7 Mayıs’ta yapılan başkanlık seçimlerinin ikinci turunda 20 milyon seçmen çekimser kaldı; ki bu 1969 başkanlık seçimlerinden beri görülen en yüksek sayı aynı zamanda. İkinci tura kalmayı başaran her iki başkan adayına yönelik bu memnuniyetsizliği nasıl açıklarsın?

Fransız seçim ve parlamenter geleneğinde başkanlık seçimlerinin ikinci turu “sol kanat” olduğu söylenen partinin adayının, geleneksel sağın adayına karşı koyması anlamına gelmekteydi. Ancak böylece iki farklı politik yön arasında açık bir seçim olduğu yönündeki illüzyon meşru kılınabilmekteydi. Bu kez iki ayrı etken bu illüzyonu çalışmaktan alıkoydu. Birincisi Hollande ve Valls’ın görev sürelerinin sonuna doğru -az ya da çok gönülsüzce- sağı taklit etmekten başka hiçbir şey yapmamış olmalarıdır. Sonra bir de birbirinden tümüyle ayrışmış iki ana parti şeklinde bir gerçek de vardı. Sonuçlara göreyse, her ikisi de ikinci tura kalamamıştı ki bu durumda da eski güzel sol/sağ kurmacasının yerinde -normal zamanlarda iktidarın yürütücüsü olmaktan men edilmiş- aşırı sağ ile eğreti neo-liberal merkez sağ arasında bir seçim yapmaya zorlandık. Buna rağmen “ne biri, ne diğeri” mantığını izleyen pek çok insan da böyle bir seçim yapmayı reddetti.

Macron’un anlamı nedir?

Macron, seçim alanı içinde yer alan ve farklı politik yönleri “temsil etmek” iddiasında olan bütün politik yaklaşımların içinde bulunduğu krizin adıdır. Bu durum kendisini açıkça azar azar parlamentarizm hakkındaki hakikati apaçık hale getiren komünist varsayımın ve onun partilerinin yeryüzünden kaybolması gerçeğine borçludur; yani eninde sonunda herhangi bir alternatif stratejiye sahip değildir ve ancak neo-liberal kapitalizm etrafında oluşan egemen konsensüs içinde küçük nüanslarla temsil edilmektedir. Başından beri tümüyle o konsensüsün içinde durmasına rağmen sanki dışındaymış gibi bir görünüm yaymayı başaran aşırı sağ da böylece Donald Trump’ın gaddar üslubunda ya da Marine Le Pen’in yenilenmiş Pétainizmi suretinde bu durumdan karlı çıkmaktadır.

Aşırı sağ, güncel sermayenin küreselleşmesinin yerine daha enerjik olan kokuşmuş milliyetçiliği koyduğundan; gerçekten de kapitalizmin şartlarında meydan okunacak bir şey değildir. Macron ise kendi payına neo-liberal konsensüsün doğrudan ve bütünlüklü somutlaşmış halidir. Kendisi neo-liberal konsensüsün klonudur. Kendisi, gerçek efendilerimiz olan diğer adıyla girişimci oligarşi tarafından bu işi yapması için apar topar monte edilip, kurulmuştur.

FN’yi (Ulusal Cephe) durdurmak için yapılan çağrı, 2002’de yapılanla karşılaştırıldığında ancak kısmi bir başarı kazandı. Cumhuriyetçi cephenin bu zayıflamasını nasıl açıklıyorsun? Burada da memnuniyetsiz politik arzuyu görebileceğimizi mi düşünüyorsun?

Herhangi bir durumda, ama özellikle de eğitimli gençlik içerisinde ve aynı zamanda da içinde bulunduğumuz durumda uygun “proleter” katman içerisinde -özel olarak yabancı bir geçmişe sahip olanlar ya da onların soyundan gelenler- bağlamında azar azar teşkil edilen şey bu konsensüsün tümüyle dışında bir politik taarruz isteğidir. Fakat hakikisinden; öyle FN’nin önerdiği gibi sahte ve gurursuzca kimlikçi değil. Mélenchon ve La France Insoumise’ye (Başkaldıran Fransa) gücünü veren budur. Hareketin programı aslında çok da teşvik edici değildi ve herhangi bir çeşit komünizmden de oldukça uzaktı. Hatta hiç de devrimci ya da belirgin olmayan bir parlamenter öneriyi, yani Altıncı Cumhuriyeti esas alıyordu. Fakat seçimin özelleşmiş durumu dolayısıyla sunulan neyse ancak onu alabiliriz. Ve bu memnuniyetsiz arzu seçimlerin ikinci turunda Macron’un neo-liberal hayaletinin kategorik olarak reddi esasında açıkça, yeniden ortaya çıktı. Her ne kadar hala belirsiz de olsa bu çok iyi bir şey; hatta bütün bu seçim tiyatrosunda ilgi duymaya değer tek şeydir.

Üretimi durdurularak, dış kaynaklardan temin etmekle tehdit edilen Amiens’teki Whirlpool fabrikasını ziyarete çıkagelen Marine Le Pen “Burada, tam da bulunmam gereken en uygun yerdeyim” diyordu. Sınıf mücadelesinin ve küreselleşmeye karşı direnişin muharebe alanı acaba sol tarafından terk mi edilmiştir de aşırı sağ onun üzerinde tekelini bu kadar rahat ilan edebilmektedir.

İşte bu tam da benim söylediğim şeydir. Bütünüyle muğlak hale gelmiş olan “sol” göstergesini terk etmenin güzel bir fikir olabileceğinin doğru olduğunu düşünüyorum. Mitterand güç bela geçen iki yılın sonunda teslim olmuştu. Jospin “elbette ki planlı ekonomiye geri dönmeyeceğiz” demişti. Kitlesel işsizlik sorununu çözmekten aciz olsa da “Fransa bir savaştadır” iddiasında bulunarak kendisini Fransız bayrağına sarmalayan Hollande, Roman göçebelere eziyet etmekteydi. Yani azimli antikapitalizm ve mücadeleci politik strateji ile ne yapacaklardı ki?

Emmanuel Macron’un Whirlpool fabrikasındaki işçilerin işlerini kurtarmayacağı göz önüne alınıldığında, onlara yönelik tavrının ne olmasını bekliyordun?

Gene de Macron daha sonradan mevcut “durum”un onları sözlerine bağlı kalmaktan alıkoyduğu için büyük utanç duyduklarını açıklayacağı bir şeyler için vaat edebilmeyi de içeren profesyonel bir sol kanat politikacının yeteneğine sahip olabilmiş değildir. Ekonomik oligarşi tarafından yönetilen konsensüsün saf kuklası, Macron bu konsensüsün doğasını da, onun hakiki içeriğini ve kaçınılmaz halk düşmanı etkilerini de aslında itiraf ederek kazasız belasız paçayı kurtaracağına inanmaktadır. Kısaca kendisinin neden orada olduğunu açıkça anlayamamaktadır, mevcut “durum”da gerçekten ne yapılması gerektiğine örneğin sermayenin efendileri kendisinden bir şey yapmasını talep ettiklerinde; fakat aynı zamanda halkın da kendisinin de bundan mutlu olmadığına inanmasını istemektedir. Ama öğrenecektir.

  Alain Badiou'dan Fransa seçimi ya da seçimler üzerine

“Şu anda 1917’deki Lenin’den ziyade, 1840’lardaki Marx’a çok daha yakın durumdayız”

Jean-Luc Mélenchon ise, Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun teorikleştirdiği post-Marxist bakış açısıyla oligarşiye karşı “halkı birleştirmek” amacı esasında büyük bir seçim sıçraması gerçekleştirdi. Bunun radikal solu [la gauche de la gauche/solun solu] yeniden inşa etmek için elverişli bir strateji olduğunu düşünüyor musun?

gauche de la gauche sadece temel ilkeleri oranında var olabilir -“komünist fikir” olarak adlandırdığım şey sarihtir ve faaliyeti küçük ve önemsiz seçim hadiselerinden stratejik olarak bağımsız olduğu oranda; -her ne kadar Mélenchon’un kaçamağında bunların hiçbirini görmesem de özellikle de güvencesiz işçiler ve göçebe proleterlerle- halk kitleleriyle güçlü şekilde kurumsallaşmış ve örgütlenmiş ilişkilere sahip olduğu oranda var olabilir- ki bu gerçekten de bahsettiğin popülizmde gördüğümden daha fazlasıdır. Özgürleştirici politik etkinlik kategorilerinin değişik şekillerde formüle edilmesinin henüz daha başındayız. Şu anda 1917’deki Lenin’den ziyade, 1840’lardaki Marx’a çok daha yakın durumdayız.

“Mao komünistlerin başarısızlığının sabırsızlıkları olduğunu söylemişti; çöplükleri doldurmakta sabırlı olalım”

Hükümette yer almış partilerin başkanlık seçimlerinin ikinci turunun dışında kalmasının tarihin çöplüğüne mahkum edilmeleri olduğunu düşünüyor musun?

Tahmin edebileceğin üzere, onların kaderleri hakkında çok da endişeli değilim. Yine de kapitalist oligarşinin ve “demokrasi” olarak adlandırılan seçim düzenlenişiminde manevralar yapan onun değişik politik projeksiyonlarının kapasitelerini küçümsemememiz gerektiğini fena halde öğrendim. PS’ye (Sosyalist Parti) ve onun atası SFIO’ya bakın: öncülüğünü üstlendikleri Cezayir’deki kirli sömürgeci savaş hemen hemen bitmek üzereyken gerçekleşen 1958’deli askeri darbe sırasında De Gaulle’ün postallarını yalıyorlardı ki artık hakikaten oyun dışında kalmış gibiydiler. O sıralarda PCF (Fransız Komünist Partisi) ise “sol” adına ne var ne yoksa silip süpürmüş gibiydi. 1969 seçimlerini anımsayın[1]: (SFIO’dan) Gaston Defferre, bu seçimlerde Hamon’un aldığından bile az % 5 oy almıştı; PCF ikinci tur seçimlerde Pompidou’nun da, Poher’in de; her iki adayın birden “al birini vur ötekine” olduğunu söyleyerek çekimser oy kullanılmasını savunmak lüksüne sahipti. Fakat 12 yıl sonra PS kendisini yeniden güçlü bir iktidar partisi olarak kurumsallaştırmayı başardı ve ardından neredeyse (toplamda) yirmi yıl boyunca başkanlık makamını elinde tutmasına yetecek noktaya ulaştı. Bunun tersine koalisyon hükümetlerine katılabilmek için artık “sistemin dışında” bir parti olmadığına dönük can sıkıcı kararı alması gereken FKP zaman içinde kuruyup büzüldü, küçüldü ve en sonunda da başarması neredeyse imkansız hale geldi. Elbette komünist varsayımın 19. yüzyılda yaratılmasından ve sonra 20. yüzyıl boyunca devlet biçiminde denenmesi ve eninde sonunda başarısızlığa uğramasının ardından üçüncü silsilesine[2] girerken bütün bu küçük önemsiz olaylar gerçekten de tarihin çöplüğüne dökülerek son bulacaklar. Fakat gene de bu oldukça uzun bir yürüyüşün sonunda gerçekleşecektir. Komünist varsayım, ilk ortaya çıkışında binyılı aşkın süredir var olan siyasette bir çatlak önermiş olmasına rağmen kendisi iki yüzyıl ancak var olabildi. Mao bir keresinde komünistlerin en büyük başarısızlığının sabırsızlıkları olduğunu söylemişti. Bu yüzden çöplükleri doldurmakta sabırlı olalım. Pek çok hüsran biçimiyle, yanlış seçimlerle ve ihanetlerle  dolu daha pek çok seçim olacaktır.

“Görkemli kitlesel eylemler asli olarak aşırı sağın ya da ordunun güçlenmesine yol açtı”

1 Mayıs’taki protestocular sanki Macron’un 5 yıllık çalkantılı dönemini önden haber vermektedir. Yeni iş yasasına yönelik sürdürülen mücadelede ulaşılan aşırı politik istikrarsızlığın, aynı momentumu koruyacağını düşünüyor musun?

Bu “aşırı politik istikrarsızlığı” da nereden çıkardın yahu? Bir kaç yıl önce emeklilik yasa tasarısını protesto eden küçük boyutlu bazı sendika gösterileri gerçekleştirildi[3]. Polisle bazı çatışmalar meydana geldi ki bana gençliğimdeki o muhakkak isyankar cesareti anımsattı fakat mevcut şartlarda bunun politik sonuçları hiç yoktur ya da bütünüyle olumsuzdur. Nuit Debout; daha önce Mısır’da, Yunanistan’da, İspanya’da, Türkiye’de, Hong Kong’da ve hatta ABD’de gördüklerimizin sınırlı, hatta yumuşak başlı bir taklidi gibiydi. Bu görkemli kitlesel eylemlerin asli olarak -Sisi, Erdoğan, Trump gibi- aşırı sağın ya da ordunun güçlenmesine yol açtığını ya da Syriza ve Podemos’un durumunda olduğu üzere seçime teslimiyetin[4] ezici ağırlığına yol açtığını artık anlamış durumdayız. Dolayısıyla açık konuşmak gerekirse Fransa’da… Macron hükümetine karşı kalıcı bir seferberliğin herhangi bir göstergesi memnuniyetle karşılanacak ve yakından izlenmeye değer olacağı söylenmelidir. Sabır aynı zamanda yürüdüğün yol üzerinde zuhur eden hakiki gelişmeleri; küçük olsalar bile; nasıl ölçeceğini ve memnuniyetle karşılayacağını da bilmektir.


Mathieu Dejean‘ın 25 Mayıs 2017 tarihinde Les Inrockuptibles’te yayınlanan Alain Badiou söyleşisinden Ulaş Deniz Gazete Karınca için çevirmiştir. Dipnotlar çevirmene, ara başlıklar Karınca’ya aittir.
Kaynaklar: (1) (2)

[1] 1969 başkanlık seçimlerinin ilk turunda Jacques Duclos’u aday gösteren FKP oyların % 21.27’sini alarak üçüncü oldu. 1968 Mayıs’ı sonrası devrimci iklimin etkilerinin sürdüğü aynı seçimlerde işçilerin özyönetimini savunan Birleşik Sosyalist Parti’den Rocard % 3,61 Troçkist Krivine ise % 1.06 oy aldı. Bu bölünmüşlükte % 23.31 oy alan Merkez sağ adayı Poher’in arkasında kalan Duclos ve FKP seçimlerin ikinci turunda “c’est bonnet blanc et blanc bonnet” (al birini vur ötekine) sloganıyla seçmenleri boykota çağırmıştı.
[2] Badiou’nun komünist varsayımına göre üç tarihsel silsileden söz etmek mümkündür. Kendi sözleriyle birinci silsile Fransız Devrimi’nden Paris Komünü’ne 1792-1871 zaman aralığıdır. İkinci silsile Bolşevik Devrimi’nden Kültür Devrimi’ne 1917-1976 arasındaki zaman aralığıdır. Üçüncü silsile ise içine girmek üzere olduğumuzdur ya da gelmekte olandır.
[3] 2016 Mart’ında yeni iş yasasının kısıtlayıcı maddelerine karşı düzenlenen ve Nuit Debout (Gece Ayakta) protesto gösterileri Fransa geneline yayılmıştır.
[4] capitulatio caesarea Geç Orta Çağ Avrupa’sında seçim organı ile hükümran arasında yapılan bir anlaşmadır. Buna göre menfaat çevrelerinin çıkarlarının gözetilmesi karşılığında hükümranın iktidarını yönetmesi garanti edilmekteydi.