Ana SayfaGüncelDiyarbakır Baro Başkanı: Şırnak’taki OHAL ile Edirne’deki aynı değil, biz 2015’ten beri fiili olarak yaşıyoruz

Diyarbakır Baro Başkanı: Şırnak’taki OHAL ile Edirne’deki aynı değil, biz 2015’ten beri fiili olarak yaşıyoruz

HABER MERKEZİ – Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen, bölgedeki OHAL uygulamalarına değinerek, “Şırnak’taki OHAL ile Edirne’deki OHAL aynı değildir. Burada OHAL tümüyle ve katmerli olarak daha ağır bir şekilde uygulanır. Diyarbakır’da 2015’te sokağa çıkma yasaklarının başladığı tarihten itibaren OHAL aslında ilan edilmemiş olmasına rağmen fiili olarak bölgede uygulanmaya başlandı” dedi.

Diyarbakır Barosu Başkanı Ahmet Özmen, bölgedeki OHAL uygulamalarına, Kürt sorununa ve Sur’da Dört Ayaklı Minare önünde düzenlenen basın açıklaması sonrası öldürülen Diyarbakır Barosu eski başkanı Tahir Elçi’nin ölümüyle ilgili devam eden soruşturmaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Milli Gazete’ye konuşan Özmen, OHAL’in bölgede daha ağır bir şekilde uygulandığını belirtti ve “Şırnak’taki OHAL ile Edirne’deki OHAL aynı değildir. Diyarbakır’da 2015’te sokağa çıkma yasaklarının başladığı tarihten itibaren OHAL aslında ilan edilmemiş olmasına rağmen fiili olarak bölgede uygulanmaya başlandı” dedi.

Türkiye’deki yargının temel problemlerinden ve Türkiye’nin demokratikleşmenin önündeki temel engellerinden birinin “cezasızlık” meselesi olduğunu belirten Özmen, Elçi’nin öldürülmesiyle ilgili soruşturmaya ilişkin, “Soruşturma dosyası üzerinde bir kara bulut olarak geziniyor. Ama biz Tahir Elçi soruşturma dosyasının cezasızlıkla malul kalmasına, faili meçhul dosyalar kervanına katılmasına müsaade etmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Özmen’in değerlendirmelerinden bazı bölümler şöyle:

‘Diyarbakır’daki OHAL ile İstanbul’daki OHAL aynı değildir’

Türkiye’nin neresinde ve kime sorarsanız sorun. Şırnak’taki OHAL ile Edirne’deki OHAL aynı değildir. Diyarbakır’daki OHAL ile İstanbul’daki OHAL aynı değildir. Burada OHAL tümüyle ve katmerli olarak daha ağır bir şekilde uygulanır. Diyarbakır’dan bir vatandaş kalkıp İstanbul’a Ankara’ya veya Batı’nın herhangi bir iline gittiğinde ‘burada da OHAL varmış.’ Ama her sokak başı durdurulma gibi benzer uygulamaları görmeyince kendisinde bir kırılmaya neden oluyor. 2’incisi Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra OHAL tüm ülkede ilan edildi. Diyarbakır’da 2015’te sokağa çıkma yasaklarının başladığı tarihten itibaren OHAL aslında ilan edilmemiş olmasına rağmen fiili olarak bölgede OHAL uygulanmaya başlandı. Burada Anayasa’nın 13 ve 15’inci maddelerine açıkça aykırı olmak suretiyle bir OHAL ilan edildi. İsmi OHAL olmasa da bir olağanüstü durum altında bölge halkı yaşadı. Sokağa çıkma yasaklarının başladığı günden beridir bölgede bir OHAL var ve devam etmekte.

‘Tahir Elçi soruşturmasının üzerinde kara bir bulut geziniyor’

Türkiye’deki yargının temel problemlerinden ve Türkiye’nin demokratikleşmenin önündeki temel engellerinden biri de ne yazık ki cezasızlık meselesidir. Yani kamu görevlilerinin işlemiş oldukları ağır suçlardan kaynaklı bir cezai yaptırımla karşı karşıya gelmemeleri. Bu günümüze özgü bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yoğun bir şekilde karşılaşılan bir durum. 90’lar ve belki Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar gidebiliriz. Hep derler ya ‘Selahattin Ali ile başlar faili meçhul tarihi’ diye. İşkenceden tutun, köy boşaltmalarına, onlarca yüzlerce, binlerce vaka var. Tabii bu cezasızlık meselesi Tahir Elçi soruşturma dosyası üzerinde bir kara bulut olarak geziniyor. Ama biz Tahir Elçi soruşturma dosyasının cezasızlıkla malul kalmasına, faili meçhul dosyalar kervanına katılmasına müsaade etmeyeceğimizi defaatle kamuoyuyla paylaştık. Bu soruşturma dosyası aydınlatılacak, bizim buna inancımız tam. Altını çiziyorum dosyada gizlilik kararı olmamasına rağmen soruşturma dosyasını alamadık. Dönemin savcı eksik olmadığı iddia ediyordu. Ama biz de hukukçuyuz, silsilenin eksikliğini anlıyorduk. Dosyaya bakın, savcının değişmesiyle eksik evrakları alabildik.

‘Kürt meselesi geleneksel güvenlikçi politikalarla çözülemez’

Türkiye’de 2015 öncesinde demokratikleşme adına çok ciddi adımlar atılmışken ne yazık ki onların hepsinden geri dönüldü. Mesela ‘çözüm süreci’ olarak adlandırılan dönem, gerçekten Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle çözülebileceğine dair toplumda ciddi bir umut uyanmıştı. Ve bu süreç toplumun tüm kesimleri tarafından da desteklenmekteydi. Kanın, gözyaşının, cenazelerin bulunmadığı bir süreç yaşıyorduk. Toplumda büyük bir umut vardı ve bu umut ekonomiden gündelik hayatımıza kadar hayatın her alanına sirayet etmişti. Ama ne yazık ki 7 Haziran seçimleri sonrasında bu olumlu tablo sürdürülemedi. Ve tekrar bir çatışmalı döneme dönüldü. Yani Kürt meselesinin çatışmayla, şiddetle veya yüz yıldır alışılagelmiş geleneksel güvenlikçi politikalarla çözülemeyeceği artık net bir şekilde karşımızda duruyor. Dolayısıyla Kürt meselesinde tekrar ‘çözüm süreci’ olabilir ya da başka bir isim veya metot olabilir. Ama silahın olmadığı, çatışmanın olmadığı sivil yol ve yöntemlerle müzakere, görüşme, istişare ve diyalogla çözülebileceği bir sürece yeniden evrilmesi gerekiyor.