Ana SayfaYazarlarElend AydınEn çok gözlerimize benzeriz – ELEND AYDIN

En çok gözlerimize benzeriz – ELEND AYDIN


ELEND AYDIN


Şu anda gözlerinde gördüklerim şunlar; yağmurlu gece, dar sokak, uzakta kayarak gözden kaybolan sokak lambaları. (…)Böylece senin bulutlu gözlerine, geceleyin yağmurun guruldayıp hışırdadığı o dar sokağa girmeyi başarıyorum. Neden bana böyle uğursuzca kötü kötü bakıyorsun. (…)Senden her şeyi sarıp sarmalayan dumanlı bir pus yayılıyor. Gözlerinde tozlar uçuşmaya başlıyor, milyonlarca altın evren. Gülümsedin! (…)Gözlerin yine kapkara kesildi. Elbet neyi anımsadığının farkındayım. (…)Gülüyorsun. Sen gülünce, bütün dünyayı öyle bir dönüştüreyim ki seni yansıtsın istiyorum. Ama gözlerinin ışığı hemencecik sönüverdi. (…)Ama senin acını dindiremiyorum. Gözlerin neden yine kapkara kesildi? Hayır, bir şey söyleme, her şeyi biliyorum.

Bu sözleri yazar, kendi gözlerine mi, sevdiklerininkine mi yoksa bizim gözlerimize mi bakarak yazdı? Ya da bu sözleri yazdıran, hangi insanca gerçekliğimizdi ki böyle, hiç eskimeden kalıyor, kalabiliyor?

“Düşlerin Anahtarı”, René Magritte

John Berger’in Görme Biçimleri’nin kapağında Düşlerin Anahtarı, Magritte imzalı bir eser yer alır. Her bakışta farklı olarak görülebildiği için gözlere bakışa alenen meydan okuduğunu, görme eylemiyle dalga geçtiğini düşündüğüm bir eser… Üstelik göz göre göre bir yanıltmaya çalışma var; çünkü nesnelerin, bildiğimiz isimlerinin yerine başka isimler yazılmış. At, “kapı” (The Door) olmuş mesela, saat “rüzgar” (The Wind) olmuş, maşrapa “kuş” (The Bird) , şükür ki valiz, valiz (Valise) olarak kalmış. Ama her bakışta nesnelerin gerçek adı ile bile-isteye böyle yazılmış söz konusu “adları”, gözler ve bellekte hafif bir esinti yaratır.

Öte yandan, yukarıdaki alıntıda yazarın “gözlerde” gördüğü  dünya ne kadar gerçek ya da bildik kodlamalara ne kadar uygun? Gel gör ki Nobokov’un gözlerde kah görüp kah atfettiği anlamı sorgulamak aklına gelmiyor insanın; oysa söz konusu eser için öyle değil; otomatik bellek devreye girerek “ama o kapı değil at”, “rüzgar değil saat” vs. diyebiliyor, itiraz edebiliyor. Görsel ile edebi ve anlamsal olanın farkı mı bu?

Sorusu temelsiz olmasa da görselin de edebiyat ve anlam içerdiğini biliriz (kaldı ki yazar, sevdiğinin gözlerine oldukça somut, “görsel” maddi olgular atfetmiş, sokağı ve sokak lambalarını bile “görmüş” ve Bir Günbatımının Ayrıntıları adlı kitabının “Tanrılar” başlıklı öyküsünden (Toplu Hikayeler 1, İletişim) olan bu alıntıyı okurken, öykünün de kitabın da taşıdığı neşeli, ışıltılı kedere boğulurken, nasıl da “görürüz” onun da gördüklerini. “Ama gözlerinin ışığı hemencecik sönüverdi”yi okurken de nasıl anlar, hissederiz “sönüveren ışıkları”, öykünün sonunda karşımıza çıkan “nedeni”, yani mezarlığı “görmeden” bile!

Gözlerimiz, ansızın gece çöken gözlerden olduğu için midir, yoksa “karşımızdakinin” gözlerindeki geceden midir bu aşinalık?

Gözler, ilk ve son adresimiz, ışığımız ya da körlüğümüz. En çok gözlerimize benzeriz ya da gözlerimiz neyse oyuzdur. İlişkimizin kalitesi, birbirimizin gözlerinde görüp yaşadıklarımız kadardır sanırım. Zira yılan, çıyan, tükürük ve yalan dolu gözler de var; gözlerimizin (onlardan) firar ettiği gönül indirmediği…

Bizi hiç görmemelerini istediğimiz gözler de var, köy kuyularına taş atıp çocukluğumuza kaçmak istediğimiz.

Projektördür kimi gözler de, devlet ciddiyetiyle vazife başında! Kalpsiz kalpsiz bakar, akrepsi zehirler saçarlar.

“Bir oy pusulası için bedenleri şarapnel, mermi, son noktada geride kalanların kararan hayatlarına gömdüğü o çocukların gözlerine nasıl bakabiliyor?” diye sorulan (Seyit Ali Aral, Penguen) gözler de var yani şu dünyada.

Ama uzayan lafı söz konusu öykünün bir bölümüyle noktalayalım:

Heybetli çitlerin yanında rüzgara karşı yürüyoruz. Aynı bunun gibi güneşli, kıpır kıpır bir günde kuzeyin, Rusya’nın yolunu tutacağız. Tek tük çiçekler olacak, hendek boylarında hindibaların sarı yıldızları. Kumru grisi telgraf direkleri biz yanlarına yaklaşınca vınıldayacaklar. Dönemecin ardında çamlar, kızıl renkli kum, evin köşesi yüreğime saplanınca tökezlenip yüzükoyun yere kapaklanacağım.

Bunları söyleyen yazar, Kuzey’e hiç dönemeden İsviçre’de hayata veda etti ama “gözleri” hep orada kaldı, o hep kuzey olarak kalacak, değil mi?

Vera ve Vladimir Nabokov