Ana SayfaYazı / AnalizElend AydınSeyisin kâbusu atlar – Elend Aydın

Seyisin kâbusu atlar – Elend Aydın


Elend Aydın


 

Seyis Bayram, yedinci günün sonunda gelip, bedeni ölmüş atla gururu ölmüş çırağının arasına oturdu. Ve ona dedi ki: Yılkıdan üç türlü at gelir. Bazı atlar, daha diğer atlara vurulan kırbacın sesini duyduklarında terk ederler huysuzluklarını; ruhlarıyla derileri arasında bir mesafe yoktur. Bazı atlar ise, kırbacın açtığı yarayla ruhları arasında gider gelirler, yara açıldıkça ruhları ile derileri arasında gider gelirler, yara açıldıkça ruhları ile derileri arasındaki mesafe kapanıverir. Kan ruhlarına damlayınca teslim ederler kendilerini. Bazı atlar da var ki, her kırbaçta açılır ruhlarıyla bedenleri arasındaki mesafe. Sen onu kırbaçladıkça ele geçmez ruhu. Öylelerinden geriye, cansız bir tay bedeni kalır. Bir de seyisin hafızasında, gururu hiç öldürülemeyen bir tayın gurur kıran görüntüsü… Ustalık, bu tür tayları uslandırmakta değil, ona hiç bulaşmamakta saklı. Kırbaç, zaten yola geleceklere sadece bahane.

[Ali Ayçil, Sur Kenti Hikayeleri]

“Şiirlerinde neden bu kadar çok at geçer?” diye soranlara, “Çünkü atlar, çocukluğumun kahramanlarındandır” der, Atlara Fısıldayan Adam olup şimdi çok uzaklarda olan sevgili amcama el sallarım, susuz kalmış bir tayın hasretiyle. Çünkü atlar gibi masalsı bir hakikati tanıyıp öğrenmeme neden olan sevgili amcamdı, atının nal seslerini hep duyacağım amcam… Çocuk benden bir süvari yaratmak için didindiğinde ve ben, dengede durmayı beceremeyip attan düştüğümde, suçun atta değil bende olduğunu bilmesine ve bunu benim de bildiğimi bilmesine rağmen, utanmayayım diye masum atı suçlayabilen sevgili amcam… Sonra atları kızdırmak için zincirlerini çekip şaha kaldırdıktan sonra tabanları yağladığımda da gülüp “Zincirsizken de şahlandırabilmelisin” diyen insan güzeli, Kürt güzeli amcam…

Sanki tüm güzel şeyler amcamın o masalsı atlarıyla rüzgara karışıp gitti diyecektim ama drama bağlamaya gerek yok. Çünkü “gurur kıran atlar” hep var olacak, biz varoldukça. Seyislerin hafızasında da “hiç öldürülemeyen gururumuzun” taydan hayaleti dört nala koşturacak, canlarının yüksek camekanlarını hep şıngırdatacak…

Zira kırbaçların asla erişemeyeceği bir ruhumuz… geriye kalan cansız tay bedeni ise sadece bir yanılsama. Çünkü o cansız bedeni bir sonbahar yaprağı niyetine geride bırakırken aslında çoktan rüzgara karışıp gitmiş oluyor atlar.

Atlar; amcamın deyimiyle “hespen bayê” (rüzgarın atları, rüzgar atlar) her durumda yeniden doğup rüzgarlarla koşarlar. Tabi bir de “yılkı” meselesi var ki, atların kimliğini gösterir: ya yılkıda bile seyissiz, zincirsiz, “terbiyesiz” kalınamayarak kırbacın kölesi olarak kalınır ve öyle dönülür ya da yılkı da dahil olmak üzere her durumda seyis, zincir ve kırbaç vız gelir, asla gölge edemez.

Seçim bizim; hangi atlar bizim? Çılgın nal seslerini rüzgarla buluşturarak hiçbir sınır tanımayanlar mı yoksa seyis ve kırbaçların esiri olanlar mı?

Ben bilge amcamla “gurur kıran atların” süvarilerinden biri olarak günbatımlarının asi rüzgarlarına karışacağım. Seyis ve kırbaca biat etmeyenler, her zaman davetlidir.