Ana SayfaÇeviriArşiv humması – Jacques Derrida

Arşiv humması – Jacques Derrida

Hafızayı değilse de arşivi denetim altında tutmaksızın bir politik iktidar olamaz. Etkin demokratikleşme daima şu asli kriterle ölçülür: Arşive, arşivin teşekkülüne ve yorumlanmasına iştirak ve erişim.


Jacques Derrida

Çeviri: Murat Erşen


 

Başlangıçta başlamayalım, hatta arşivde de başlamayalım.

Ama “arşiv” (archive) sözcüğünde başlayalım -böylesine tanıdık bir sözcüğün arşivinden. Arkhe, hatırlayalım, hem başlangıcı hem de buyruğu adlandırır. Bu ad görünüşe göre iki ilkeyi tek ilkede koordine eder: Şeylerin başladığı yerde/orada [là où, there where], doğaya ya da tarihe göre ilke -fiziksel, tarihsel ya da ontolojik-, ama ayrıca insanların ve tanrıların buyurduğu yerde/orada, otoritenin, toplumsal düzenin icra edildiği yerde/orada, kendisinden hareketle emrin verildiği o yerde [en ce lieu, in this place] yasaya göre -nomolojik (yasayla ilgili) ilke.

Orada, dedik, ve o yerde. Oradayı nasıl düşünmeli? Peki ya arkhe’nin bu yer almasını/vuku bulmasını (avoir lieu, take place) ve yer bulmasını/meydana gelmesini (prendre place, have a place)?

O halde orada iki düzen düzeni olacaktır. ardışık/sıralı (sequential) ve emir kipinde (jussique yasaya (jus) göre). Öyleyse bir dizi yarılma sözlükçemizin her atomunu artık durmadan bölecektir. Şimdiden başlangıcın arkhesinde, doğaya göre ya da tarihe göre başlangıca anıştırmada bulunarak, phusis (fizik) ile diğer ilkede,  arkhenin nomolojik ilkesinde, buyruk ilkesinde işleyen ve onun ötekileri olan thesis, tekhne, nomos vs. arasına el altından gecikmiş ve problematik bir karşıtlık zinciri sokuyorum. Bir ilke ya da iki ilke olsaydı her şey basit olurdu. Şayet phusis ve onun ötekilerinin her biri bir ya da iki tane olsaydı her şey kolay olurdu. Fakat katiyen böyle değildir, bundan uzun süredir şüphe ediyoruz ama hep unutuyoruz. Daima birden fazlası vardır -ve ikiden fazlası ya da azı. Başlangıç düzeninde olduğu kadar buyruk düzeninde de.

Arşiv kavramı kendi içinde elbette arkhe adının hatırasını barındırır. Ama aynı zamanda barındırdığı (abriter) hatıradan korunaklı (à l’abri) durur, ki bu onu unuttuğu anlamına da gelir. Bunda tesadüfi ya da şaşırtıcı bir şey yoktur. Aslında, çoğu kez sahip olunan izlenimin tersine, böyle bir kavramı arşivlemek kolay değildir. Onun bize tevdi ettiği belgede, burada adlandırdığı sözcükte, yani “arşiv”de, onu tesis etmekte ve onu yorumlamakta, asli sebeplerden ötürü, güçlük çekilir. Bir bakıma, sözcük, tam da haklı olarak sandığımız gibi, fiziki, tarihi veya ontolojik anlamda arkheye, yani kökensel olana, ilk olana, ilkesel olana, ilk(s)el olana, kısacası başlangıca atıfta bulunur. Ama dahası, ve daha erkenden, “arşiv”, nomolojik/yasal anlamda arkheye, buyruğun arkhesine göndermede bulunur. Latince archivum veya archium (tekil kullanılan bir kelimedir, tıpkı Fransızca “archive” için olduğu gibi: eskiden tekil ve eril olarak kullanılırdı: (“bir arşiv”) gibi, arşivin anlamı, onun tek anlamı, Yunanca arkheîon’dan [çev. ἀρχεῖον, “belediye sarayı”] gelir: Önce bir ev, bir mesken, bir adres, yüksek yargıçaların/görevlilerin (magistrat), archontes, buyruk verenlerin/kumanda edenlerin konutu. Siyasi iktidarı bu şekilde elde tutan ve anlamlandıran yurttaşlara yasayı yapma ya da temsil etme hakkı tanınıyordu. Bu şekilde kamusal olarak tanınmış otoriteleri hesaba katıldığında, o zamanlar resmi belgeler, onlara, onların evi olan bu yere (özel ev, aile evi ya da görev evi) koyuluyordu. Archontes (yüksek yargıçlar) en başta bu belgelerin muhafızlarıdır. Sadece deponun/emanet edilenlerin ya da dayanağın [çev. kaydedildikleri malzemenin] fiziksel güvenliğini sağlamazlar. Onlara ayrıca hermenötik hak ve ehliyet de bahşedilmiştir. Onların arşivleri yorumlama kudreti vardır. Böyle archontes’a emanet olarak teslim edilen bu belgeler gerçekten de yasayı söyler. Yasayı hatırlatır (rappeler) ve yeniden yasaya davet eder (rappleler à). Bu yasayı söylemenin yargı yetkisi [çev. Jurisdiction (“yasa” anlamındaki Latince iuris’tan ius, ve “konuşmak, söylemek” anlamındaki dicere) belirli bir sorumluluk sahası dahilinde adaleti saplamak etmek üzere yasal bir organa verilen uygulama yetkisi] alanında bu şekilde muhafaza edilmeleri için hem bir muhafız ve hem de bir yer tayini/yerleşim (domiciliation) gerekiyordu. Arşivler, muhafızlıklarında ve hermenötik geleneklerinde bile ne dayanaksız/malzemesiz ne de meskensiz olabiliyorlardı.

Arşivler işte böyle, bu yer tayininde, bu ev hapsinde yer bulur/meydana gelir. Konut, arşivlerin ev hapsinde tutulduğu bu yer, özelden kamuya kurumsal geçişi belirtir ama bu her zaman gizliden gizli olmayana geçiş anlamına gelmez. (Bir ev, Freudların son evi bir müze haline geldiği zaman tam burada olan da budur: bir kurumdan diğerine geçiş). Her zaman akla dayalı (diskursive) yazılar olmayan belgeler, böyle bir statüyle, ancak bir topoloji gereği arşiv sıfatıyla muhafaza edilir ve sınıflandırılır. Bu muayyen yerde ikamet ederler, yasa ile tekilliğin imtiyazda kesiştiği bu seçim yerinde. Topolojik ile nomolojik, yer ile yasa, malzeme/dayanak ve otorite arasındaki kesişmede, bir yer tayini sahnesi birdenbire görünür ve görünmez olur. Bu hususu, umarım, daha sonra daha açık hale gelecek sebeplerle vurguluyorum. Hepsi, bu toponomoloji ile, yer tayin etmenin bu archontik boyutu ile, bu arşik işlev ile, doğrusu o olmadan hiçbir arşivin meydana çıkmayacağı ya da olduğu haliyle beliremeyeceği patriyarşik (ataerkil) işlev ile ilgilidir. Kendini barındırmak ve barınarak kendini gizlemek. Bu archonte işlevi sadece toponomolojik değildir. Sadece arşivin bir yere, sabit bir dayanağa/ortama/malzemeye, meşru hermenötik bir otoritenin tasarrufuna koyulmasını (deposit) gerektirmez. Aynı zamanda birleştirme, kimliklendirme, sınıflandırma işlevlerini de toplayan Archonte iktidarı, emanet (consignation) iktidarı diye adlandıracağımız şeyle kol kola gider. Emanet ile, sözcüğün sıradan anlamında, bir yere ya da bir dayanağa rezerve koymak (emanet etmek, depozit bırakmak) üzere konut tahsis etme ya da tevdi etme eylemini değil, burada işaretleri bir araya toplamak suretiyle emanet etme eylemini kastediyoruz. Sadece geleneksel [latince] consignatio, yani yazılı delil değildir, daha ziyade her consignatio’nun varsayarak başladığı şeydir. Emanet etme, tüm unsurların, ideal bir biçimlenişin birliğini dile getirdiği bir sistem ya da bir eşzamanlık içinde tek bir gövdeyi koordine etmeyi amaçlar. Bir arşivde, mutlak surette ayırabilecek (secernere) veya bölebilecek hiçbir mutlak ayrışma, hiçbir heterojenlik ya da sır olmamalıdır. Arşivin archonte ilkesi aynı zamanda emanet etme, yani  bir araya toplama, derleme ilkesidir.

Şimdiden sonra hiç söylemeye gerek yok ki, archonte ile ilgili olanın kurumsal hale gelmesini sağlayan yer ve yasa nerede -özellikle de Freudcu psikanalizde- yeniden düşünülmeye kalkışılsa; bu archonte’a değin ilke, otoritesi, sıfatı ve soykütüğü, buyurduğu hak/doğru, ona dayanan meşruiyet ya da yasallık doğrudan ya da dolaylı nerede sorgulansa ya da itiraz görse; sırlar ve heterojenlik nerede bizzat emanet etmenin imkanını tehdit ediliyormuş gibi görünse, bu ancak bir arşiv teorisi için olduğu kadar onun kurumsal icrası için de ciddi sonuçlar doğurabilir. Bir arşiv bilimi, bu kurumsallaşmanın teorisini de, yani hem kendini orada kaydetmekle başlayan yasanın hem de ona izin veren hakkın teorisini de içermelidir. Bu hak bir tarihe; yapısöküme uğratılabilir bir tarihe sahip bir sınırlar yığını/destesini dayatır veya varsayar ve en hafif deyimiyle bunun yapısökümüne psikanaliz yabancı olmamıştır. Devam etmekte olan yapısöküm, her zaman olduğu gibi, aşılamaz olduğu beyan edilen sınırların tesisiyle alakalıdır [1]; bu sınırlar ister aileyle veya devlet hukukuyla, sır ile sır olmayan arasındaki ya da -aynı şey olmasa da- özel ve kamusal arasındaki ilişkilerle ilgili olsun, ister mülkiyet ve erişim, yayın ve çoğaltma haklarıyla, ister sınıflama ve düzene koymayla ilgili olsun. Teorinin ya da örneğin özel yazışmaların altında toplanan nedir? Peki ya sistemin? Yaşam öyküsünün ya da öz yaşam öyküsünün? Şahsi ya da entelektüel hatırlamanın? Teorik olduğu söylenen yapıtlarda, teorik adına layık olan ve olmayan nedir acaba? Freud’un kendi eserlerini sınıflandırmak için bu konuda söylediklerine mi bel bağlayacağız? Sözgelimi Musa ve Tektanrıcılık kitabını “tarihi roman” diye sunduğunda sözlerine inanacak mıyız? Bu örneklerin her birinde, sınırlar, hudutlar ve ayrımlar, arşive dair hiçbir sınıflandırıcı kavram veya uygulamanın korunamadığı bir deprem tarafından sarsılmıştır. Artık düzen sağlanamaz.

Şimdi tartışmanız için birkaç tezi, en azından üç tezi sunmaya zaman olsa diye hayal ediyorum. Bu zaman asla verilmeyecek bana. Her şeyin ötesinde, üzerinize bu üç + n tezi boca etmek için zamanınızı alma hakkım olmayacak asla. Tartışmanızın sınamasına sunulan bu tezler şimdilik hipotez olarak kalacak. Onları delillerle desteklemem mümkün olmadığından, bazen dogmatik olarak görünebilecekleri bir tarzda yol boyunca öylece varsaymak zorunda kalacağımdan sonuç bölümünde onları daha eleştirel ve biçimsel tarzda hatırlatacağım.

Bu hipotezlerin ortak bir özelliği var. Hepsi, benim görüşüme göre, kendi arşivi üzerine, arşiv ve arşivleme kavramı üzerine, başka bir deyişle, tersine ve dolaylı bir netice olarak, tarihyazımı üzerine Freudyen imzanın (La signature freudienne) bıraktığı iz(lenim) (impression) ile ilgili. Sadece genel itibarıya tarih yazımı üzerine değil, sadece arşiv kavramının tarihi üzerine de değil ama belki aynı zamanda genel itibarıyla bir kavramın oluşumunun tarihi üzerine. Bir yandan özel isim  olan Sigmund Freud ile öte yandan psikanalizin keşfi arasında henüz karar vermek zorunda kalmamak için şimdilik Freudyen imza diyoruz: Arşivlemesinin mevcut halinde, bilgi, pratik ve kurum projesi, cemaat, aile, yer tayin etme, emanet, “ev” ya da “müze”. Söz konusu olan tam da bu ikisi arasında yer alıyor.

Böylece niyetimi ilan edip, sonuç bölümünde bunları daha düzenli bir şekilde toparlama sözü verdikten sonra, zamanızı alıp başlangıç babında birkaç uzun gezintiye çıkmak için iznini rica ediyorum.

*

*    *

Burada mesele […] arşiv olarak, arşive değin şiddet olarak bizzat arşivin şiddeti.

Böylece bir arşivin ilk figürü budur, çünkü her arşiv -ki bundan bazı çıkarsamalar yapacağız- ilk elde kuruma ve muhafazaya yöneliktir. Devrimci ve gelenekseldir. Bu ikili anlamda Eko-nomik [çev. οἶκος, oîkos («ev») ve νόμος, nómos («yasa»): ev idaresi] bir arşiv: tutar/saklar, rezerve koyar/sonrası için ayırır, korur ama bunları doğal olmayan bir biçimde yapar, yani yasa (nomos) yaparak ya da insanları yasaya riayet ettirerek. Az önce onu nomo-lojik diye adlandırdık. O yasanın gücüne sahiptir, evin (oikos) yasası olan bir yasanın gücüne; bir yer, mesken, aile, soy ya da kurum olarak evin yasasının gücüne. Bir müze haline geldikten sonra Freud’un evi ekonominin tüm bu erklerini almıştır.

Sigmund Freud Müzesi / Freud’un Viyana’da ailesiyle birlikte yaşadığı ve muayenehanesinin de bulunduğu evin 1971’de müze haline getirilmiştir.

 

[1] Şüphesiz arşivin politikası sorusu burada bizim daimi yönelimimizdir, bir konferansın süresi bunu doğrudan ve örneklerle ele almamıza müsaade etmese bile. Bu soru asla, diğerleri arasında bir politik soru olarak belirlenemeyecektir. Alanın tamamını kat eder ve doğrusu baştan aşağıya res publica olarak belirler. Hafızayı değilse de arşivi denetim altında tutmaksızın bir politik iktidar olamaz. Etkin demokratikleşme daima şu asli kriterle ölçülür: Arşive, arşivin teşekkülüne ve yorumlanmasına iştirak ve erişim. Aksine, demokrasinin gedikleri, yakın zamanlı ve pek çok bakımdan dikkat çekici olan Archives interdites: Les peurs françaises face a l’histoire contemporaine (Yasak Arşivler: Çağdaş tarih karşısında Fransızların korkuları) başlıklı çalışma ile ölçülebilir. Burada önemli olan her şeyin mecaz-ı mürseli olarak andığımız bu başlık altında, Sonia Combe bunu aydınlatmak ve yorumlamak için, sadece kayda değer bir malzeme koleksiyonunu bir araya getirmekle kalmaz, tarih yazımı hakkında, arşivin bastırılması hakkında, “ devletin tarihçi üzerindeki …. iktidarı olarak“ olarak “bastırılmış” arşiv hakkında pek çok asli soru sorar. Tüm bu sorular arasında […] burada hipotezimizin düşük tonuyla bir şekilde ahenkli bir tanesini ayıralım, her ne kadar bu temel nota, yani patriarşiv, tüm diğerlerini asla kaplamasa bile. Adeta geçerken, Sonia Combe gerçekten de şunu sorar: “İzleyen düşüncelere itibar ettiğim için bağışlanacağımı umuyorum ama çağdaş Fransa’nın meşhur tarihçilerinin oluşturduğu loncanın birkaç istisna dışında, esas itibarıyla eril olması bana hiç de tesadüf eseriymiş gibi gelmiyor… Fakat  anlaşılacağımı da ümit ediyorum….”


5 Haziran 1994’te Londra’da, René Major ve Elisabeth Roudinesco’nun inisiyatifiyle düzenlenen Memory: The Question of Archives başlıklı uluslararası kolokyumda sunulmuştur. Konferansın ilk başlığı olan “le concept d’archive. Une impression freudienne” daha sonra “Mal d’archive. Une impression freudienne” olarak değiştirilmiş ve bu başlıkla 2005 yılında Edition Galilée tarafından yayınlanmıştır. Burada kitabın ilk kısmından bir bölümü okudunuz.
Previous post
Tutuklu CHP Milletvekili Berberoğlu'ndan istinaf başvurusu
Next post
Şort giyen kadına şiddet uygulayan saldırgan hakkında 11 yıl hapis istendi