Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirTürkiye-Almanya krizi: Yeni risk algıları, değişen denklem ve eldeki kozlar

Türkiye-Almanya krizi: Yeni risk algıları, değişen denklem ve eldeki kozlar


Abdulmelik Ş. Bekir


Almanya ile yaşanan kriz karşılıklı restleşme ve hamlelerle giderek tırmanıyor. Ülkeler arası ihtilaflarda ekonomiye ilişkin hamleler en son masaya sürülen kozlardır. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımlara gidebileceklerine dair açıklamaları kriz merhalelerinde işin son noktası olan ekonomik alana dayandığını göstermesi açısından önemli. Türkiye’nin Alman şirketler hakkında soruşturma açtığına dair hassas bir bilgiyle topa girmesi de önemi bakımından ayrıca not edilmesi gerekir. İlk adım anlamına gelen bu açıklamanın ardından Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble’nin “Mevcut pozisyon sürerse yeni adımları atılması değerlendirilecektir” sözleri ise bir yandan topu Türkiye’ye atarken, öte yandan bir uzlaşma kapısını açıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkililerinden gelen “Kriz sürsün ama ekonomik ilişkilere yansıtmasın” mealindeki açıklamalar da ihtilafın geldiği boyut itibarıyla çok da rasyonel olmayan bir mahiyette oldu.

Türkiye’nin krizlerdeki öngörülmezlik durumu

Son yıllarda Türkiye’nin çoklu ve kronik hale gelen krizlerini sebep-sonuç bağlamında değerlendirmek ve seyri yönünde öngörüde bulunmak neredeyse imkansız hale geldi. Devletlerarası ilişkilerde Türkiye’nin en büyük handikabı belki de bu öngörülemezlik durumudur.

Almanya-Türkiye ilişkilerinin tarihi

Krizin geleceğine ilişkin iki ülkenin tarihsel ilişkilerine bakıldığında krizin temel ayaklarında birinin tarihsel ilişkiler olduğu aşikardır. Almanya, ilişkilerin Osmanlı’dan kaldığı ender ülkelerdendir. Enderliği düzeyinde her iki ülke için de ama özellikle ülkelerin şirketleri nazarda tutularak değerlendirdiğinde Türkiye için ilişkiler çok önemlidir. Zira Türk-Alman ilişkileri uzun tarihi arka plana dayanmakta ve kriz bundan vareste değerlendirilemez. Bugünkü ilişkilerin başlangıcı 19.yüzyılın sonlarına rastlıyor. 1880-1920 yılları Almanya’nın Osmanlı’yı ekonomik olarak etkisi altına aldığı dönemdir. 1881 yılına gelindiğinde ekonomik olarak iflas bayrağı çeken Osmanlı, Düyun-ı Umumiye ile mali idareyi dışarıya bırakmıştır.

Her taraftan toprak kaybeden ve derin kriz yaşayan Osmanlı çözümü daha fazla merkezileşmede aramıştır. Özellikle ordu, idari yapı ve sivil yönetimin modernizasyonu üzerinden Almanya ile derin ilişkiler geliştirmiştir. Almanlar 1882’de Osmanlı ordusunu yönetmek üzere 4 Alman subayından müteşekkil bir heyet görevlendirir. Osmanlı ordusundan da bazı subaylar eğitim için Alman ordusuna gönderilmiştir. Daha sonra Osmanlı’yı Almanya’nın yanında 1. Dünya Savaşı’na sokacak olan Enver Paşa, Almanya’ya gönderilen bu subaylardandır. 1914-1917 yılları arasında aynı amaçla yüzlerce öğrenci Almanya gönderilmiştir. Eğitim alan öğrenciler ordu içinde önemli görevlere gelirken,  ordudaki Alman nüfuzunu güçlenmiştir. Dönemin Alman Başbakanı Otto von Birmarck kalıcı hale gelen ilişkiler ve bağlı nüfuz, Birinci ile İkinci Dünya savaşları arasındaki dönem ve NATO süreciyle silah ve savunma sanayisine olan bağımlılık Türkiye aleyhine devam etmiştir.

Askeri işbirliğinin yanı sıra ekonomik anlamda da ilişkiler benzer bir seyir işlenmiştir. Hammadde kaynakları arayan Almanya, geniş topraklara sahip Osmanlı’nın hamisi rolüne soyunmuştur. İttihat ve Terakki döneminde ontolojik bir bağlam kazanan Türk-Alman ilişkileri 1890’da imzalanan ticaret anlaşması ile Osmanlı, Almanya’ya bağımlı bir pazar haline gelmiş ya da getirilmiştir. 1903’te imzalanan Bağdat’tan Basra’ya uzanacak olan demir yolu hattı ilişkilerin gelecek vizyonu açısında bir dönüm noktasıdır. Almanya’ya sınırsız imtiyazlar veren anlaşma ile başlayan ilişkiler neticesinde bu gün Almanya Türkiye ticaretinde birinci, Türkiye ise Almanya ticarinde 13’üncü sırada bulunuyor. Ticari ilişkilerin önemli kalemlerinin başında ise silah satışı gelmektedir.

Yeni dünya düzeninde sallanan ilişkiler

Sanayileşmiş bir ülke olarak Almanya, ekonomik ve askeri üstünlüğüne dayalı edindiği imtiyazlara karşı da Osmanlının merkezileşme politikası sonucu zuhur eden ve cumhuriyetle kronik hale gelen etnik meselelerde bir yandan Türkiye’nin avukatlığını üstlenirken öte yandan askeri olarak her türlü desteği sunmuştur. İki dünya savaşı ve soğuk savaş dönemi gibi dünya açısında dönüm noktaları olan gelişmeleri ardında bırakan bu ilişkiler, değişen yeni dünya düzeninde sallanmaktadır. Almanya, denklemin şimdiye kadar olduğu gibi sürmesinden yanadır. Bu günün koşullarında somutlaştırırsak, içerde oluşturulmaya çalışılan istibdat rejimine göz yummak, Kürt meselesinde istenildiği düzeyde destek vermek karşılığında tarihten gelen imtiyazlı pozisyonunu korumayı önermektedir. Bundan dolayı sürekli açık bir kapı bırakmaktadır.

Türkiye ise Almanya’nın dünya siyasetindeki pozisyonunun zayıfladığı ya da en azından kendisinde daha fazla olmadığı savından yola çıkarak, verdiği desteğin ilişkilerde sahip olduğu imtiyazlı pozisyona tekabül etmediğinden bahisle denklemin yeniden kurulmasını önermektedir. Bunu yaparken de jeo-politik ve jeo-stratejik konumunun yanı sıra mülteci sorunu gibi güncel gelişmeleri de kullanarak daha fazlasını talep etmektedir. Son dönemlerde ardı arkası kesilmeyen karşılıklı restleşmeler ve bilek güreşi bunun pratikleri olmaktadır krizin şimdilik. Yoksa iki ülke için de ötede beri olduğu gibi zevahiri kurtarmak adına bile olsa evrensel değerleri gözetmek bir teferruat bile değil.

Almanya’nın yeni risk algıları

Diğer bir konu ise Almanya’nın NATO’ya ilişkin tahayyülleri ve Türkiye’nin pozisyonudur. Bu konuda Almanya Başbakanı Angela Merkel’in geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Trump ile yaşadığı polemik sırasında sarf ettiği, “Avrupa kendi başının çaresine bakmalı” cümlesi bu tahayyülün ifade edilmesiydi. Soğuk savaş döneminin ürünü olan denklemde oldukça önemli bir pozisyonda olan Almanya, denklemin değişmesiyle dünya siyasetine etki marjı zayıfladı. Lokomotif güçlerinden olduğu NATO ve Avrupa Birliği’nin içinde bulunduğu tıkanma ile İngiltere’nin birlikten çekilmesinin yarattığı sarsıntılar Almanya’da yeni risk algıları oluşturdu.

Tam da bu noktada Almanya’nın hem öteden beri arzuladığı askeri anlamda küresel bir güç hem de yeni risk algıları aynı momentumda buluştu. Almanya bir dönemdir mevcut risk alanlarını daha görünür kılarak, Avrupa çapında ve başının kedisinin çekeceği, aynı zamanda dominant pozisyonda olacağı bir askeri güç oluşturma çabasındadır. Bunun siyasi, askeri ve mali bilançosunun yarattığı zorluklarını hesaplandığında, ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu yanı başındaki NATO ile de yapmak bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Nitekim Fransa’yı da yanına alan Almanya bu talebini zaman zaman gündemleştirdi. Burada engel teşkil eden temel nokta Avrupa dışında bulunan ülkelerin tutumu olmaktadır.

Adı geçen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Bu konuda perde arkasında nelerin döndüğünü bilmemiz kuşkusuz şimdilik imkansız. Avrupa dışı NATO üyelerinin risk algılaması ve Almanya’nın talebine yaklaşımı ayrı bir değerlendirme konusu olmakla birlikte, Türkiye ile yaşanan krizde bunun temel faktörlerden olduğu kesin. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’nin NATO’daki askeri bürokrasisinin önemli bir bölümünün “FETÖ’cülük” suçlamasıyla devre dışı bırakılması ve Almanya’nın İttihat Terraki ile temellerini sıkılaştırdığı NATO üzerinden bugüne getirdiği Türkiye ile olan bağları ve diyalogunun darbelenmesinin etkisinin ne düzeyde olduğu ise üzerinde düşünmeye değer başka bir faktör.

Değişen denklemler, eldeki kozlar

Sonuç olarak değişen denklemlere göre her güç pozisyonunu yeniden gözden geçirmekte ve daha avantajlı çıkmak için elde bulunan kozları yeniden masaya sürmektedir. Buradaki maharet rasyonel davranabilmek ve tüm faktörleri iç içe titizlikle değerlendirmek. Türkiye açısından görünen risk son yıllarda çokça yapıldığı gibi ‘jeo-stratejik ve jeopolitik’ söylemle “Bizden habersiz kuş uçmaz” naifliğine binaen gücünün yettiğinin üstünde maceralara girişmesidir.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin tarihi seyrine bakıldığında bu krizi aşmaları beklenebilecek bir gelişme. Olası bir anlaşmanın da şimdilik iki ülkenin birbirine karşı kullandığı evrensel değerlerin ruhuna okunacak bir Fatiha ile başlayacağından kimsenin şüphesi olmasın. Ancak İncirlik’ten askeri personeli çekme gibi pratik adımların artması, krizi geri dönüşü zor bir noktaya da sürükleyebilir. Pazarlıkta iki ülkenin de avantajlı olduğu alanlar var. Totalde ise Almanya’nın alanların çoğunda bir adım önde olduğudur.  Özellikle silah sanayi ve ekonomi kartlarını oynamasının Türkiye açısında ciddi sonuçları olabilir. Buna karşı Türkiye’nin hamleleri, “Avrupa’nın güvenliği bizden başlar” ve mülteci konusundan hareketle, “Her an kapıları açabiliriz” hamlelerinden ibaretse şimdiden ‘yandı anam keten helva’ diyebiliriz.