Ana SayfaKültür-Sanat‘Zamanın içinde yitmişiz çoktan, daha önceden rastlaşacaktık’: Vesikalı Yarim

‘Zamanın içinde yitmişiz çoktan, daha önceden rastlaşacaktık’: Vesikalı Yarim

 


Şilan Avcı

“Sinemanın Kadınları” dizisi


Sinemanın unutulmaz kalemi, “Öykü Adam” Safa Önal

Safa Önal’la sohbet ederken, eskinin ilmini solursunuz. Kalbinize işler eskinin hüznü, gözleriniz dolar, içiniz sızlar. Filmlerini izlerkense Beyoğlu’nun ara sokaklarında gezer, memleketin en ücra yerlerinde kaybolursunuz. Yalılardan Boğaz’a, sayfiyeden şehrin kalabalığına, yaylalardan kumsala, uçsuz bucaksız bir dünyanın kapısında durursunuz. Bütün karakterlerinin kalbine davet eder sizi. Mekansal ve duygusal bir şölenle filmin içine misafir olursunuz. Dünyanın, senaryosu en çok filme alınan senaristidir O. Kalem silahşörüdür. Anlattığı her şey duyguya ve insana dairdir. Elli yedi yıl sonra yeniden yayımlanan “Dünyanın En Güzel Gemisi” adlı öykü kitabında, Peyami Safa’nın önsözde dediği gibi: “Safa Önal, şiir yerine hikaye yazan bir şairdir.”

Safa Önal

Senaryosunu yazdığı Vesikalı Yarim filmi, diğer filmlerinden pek çoğu gibi unutulmazlar arasına girer. “İçten, kendi halinde, hadisesiz bir adamdır Halil ve aslında bir kadın filmidir Vesikalı Yarim der, uzun sohbetimizde Safa Önal. Halil’in hayatıyla başlayan ve onun tavrıyla şekillenen olayların etkisi hakim olsa da, aslında bizi derin bir meraka saracak olan, daha çok Sabiha’nın tavrı ve hikayesidir. Kimdir Sabiha? Nereden gelmiş, “bu yola” nasıl düşmüştür? Hiçbirini bilmesek de acısı içimize işler Sabiha’nın…

Vesikalı Yarim

Vesikalı Yarim; sözün azla, duygunun çokla kıymetlendiği bir filmdir. Ne Sabiha, ne de Halil çok söz kullanmaz, sereserpe sunmaz aklındakini. Alışılagelenin tersine, beklenen cümlelerle anlatmazlar dertlerini. Az anlatan ve çok hissedenin gemisidir bu film. Masa masa gezen pavyon güzeli, kırık kalpli Sabiha’yla kenar semtin delikanlısı Halil’in hikayesidir.

Senaryoya başlamadan önce, Kocamustâpaşa’dan* Bebek’e kadar yürüyüp, bütün manavları bir bir gezer Safa Önal. Bir manav en çok hangi semtte iş yapar, bir günde ne kadar para kazanır, sabah kaçta dükkanını açar, eğitimi nedir, o gün satılamayıp kalanları ne yapar, mahallede mi ev de mi tıraş olur?.. Filmin içinde açımlanacak olan Manav Halil karakteri için bunun gibi pek çok soru sorar, insanlarla uzun uzun sohbet eder. Bu soruların ışığından ortaya çıkan karakterin kimliği kadar, pavyon kadını Sabiha’nın da bir araştırma sorunu vardır. Pavyon kadının tutumu, yürüyüşü, gülüşü, resti, jargonu… Hepsini bilmesi gerektir senaristin. Sabiha olacaksın ki Sabihayı yazabilesin der Safa Önal. Kendini karakterin yerine koyamazsan, senaryo kötü çıkar. Tatar Ramazan olduğun kadar, sarı saçlı Sabiha da olacaksın. O kadın duygusunu, kadın kalbini yakalayacaksın. Gördüğünü, şahit olduğunu özümseyeceksin. Özümsemediğini, içine akmamış olanı kullanmamak gerek. Tüm bu emek ve düşüncelerin ışığında, sıradan gibi duranın derin hikayesini veren, en kült filmlerden biridir Vesikalı Yarim. Unutulmazdır…

Manav Halil’in aşkı; Sabiha’nın sevdası…

Manav Halil, arkadaşlarıyla Beyoğlu’nda gittiği pavyonda görür Sabiha’yı. Gecenin sonunda, Halil’i evine davet eder Sabiha. Hiç hesaplanmayanın başladığı, iki tarafı da zora sokacak bir aşktır bu. “Sabiha gerçek adın mı” diye sorar Halil. Gülerek cevap verir Sabiha. “Takma ad olsa Sabiha mı olur?” der. Öyle ya… Makyajını silip üzerini değişerek, salonda kanepede başı önüne eğik oturan Halil’e bakar Sabiha. Halil, hafif bir hayal kırıklığıyla karışık şaşkınlığıyla konuşur: “Boyalarını silmişsin, kokun da gitmiş yazık.” Sabiha gülerek: “Kokulu boyalı kadın mı seversin” diye sorar. “Süslü esanslı kadın tanımadım hiç. Bu saate kadar da içmedim, arkadaş düğünleri hariç” diye cevaplar Halil. Aralarında süren bunun gibi sıradan duran ama derin diyaloglarla, ikisi hakkında ziyadesiyle bilgiye ulaşırız. Ertesi gece, yine Sabiha’nın çalıştığı yere gider. “Aşikare hoşlandım, hoşlanmaktan da beter mi ne. Kime vermek icap eder parayı?” diye sorar Halil. “Olmaz gelmem! Hele öyle hiç gelmem.” Sabiha da hoşlanmıştır Halil’den. Kızıp yanından gider ama gecenin sonunda birlikte olurlar. Halil, yaşadığı aşkın büyüsüyle oturup İstanbul’u izler.

Bir yüzük alır Halil. Avrupa taşlı, gösterişli, ışık vurdukça parlayan. Diğer yanda ise çalışma arkadaşı gelip Sabiha’yı uyarır. En verimli çağındadır, çok güzeldir. Parasız bir manav için mi geleceğinden vazgeçer? Ama Sabiha gönlünün kapısını Halil’e açmıştır bir kez.

Bir evin mutfağıdır mutluluk…

Sabiha’nın evinin mutfağından açılır mutluluk. Senaristin, özellikle koyduğu bu mutfak sahnesi, “bir mutluluk vaadidir” aslında. Salondan değil, bahçeden ya da odadan değil, mutfaktaki aile olma duygusundan başlar, mutluluğun kokusu. “Burası şimdi ev oldu. Senden evvel bir barınaktı sadece” der Sabiha, Halil’in ev için getirdiği erzakları mutfak raflarına yerleştirirken. İkisinin de içi içine sığmaz. Fakat korkuları vardır Halil’in. Sabiha’nın peşini bırakmamalarından korkar ama vazgeçmeye niyeti yoktur. Çalışmamaya başlar. Her gece onun evindedir artık. Kurulu düzenini bozan Halil, Beyoğlu Balık Pazarı’nda dört tahta sandıkla limon satmaya başlar. Böylece hem Sabiha’ya daha yakın olacak, hem de işine devam edecektir ama Sabiha’nın çalıştığı yerin müdavimleri, Halil’e rahat vermez.

Üstelik, bir gün Halil’in gömleğini ütülerken, pavyondan gelen arkadaşından, evli ve iki çocuklu olduğunu öğrenir Sabiha. Kabullenmez. Arkadaşı, inanmazsan kendine sor deyince, “Nasıl sorarım” der Sabiha. Sahi, nasıl sorar bir kadın “evli misin” diye, bunca güvenmişken bir adama? Safa Önal, bunun filmin en önemli noktalarından biri olduğunu söyler. Sevdiği adamın gömleğini ütülerken, onun evli olduğunu öğrenen kadın, ütüsüne devam eder. Ara vermeyeceği, bırakmayacağı, emek vermeye devam edeceği bir ilişkidir bu. Ütüsüne tutunur kadın, sevgisine…

Unutulmaz sahnenin zorlu yolu…

Vesikalı Yarim’in senaryosunu bitirmiş, evinde başka bir işin senaryosuna çalışırken, setten bir çalışan gelip kapısını çalar Safa Önal’ın. Filmin yönetmeni Ömer Lütfi Akad çağırmıştır. Ortaköy’de bir köftecide buluşulur. Ardından arabaya binilip Tepebaşı’na gidilecek ve Sabiha’nın Halil’le tartışma sahnesi çekilecektir. Lütfi Akad, Safa Önal’dan birkaç dakika sürecek taksi yolculuğu sırasında kritik bir sahne yazmasını ister. “Sen benden gizlemişsin, evliymişsin, üstelik çocukların varmış, sen aşağılık bir adamsın, benimle oynadın, sana lanet olsun!” diyecektir Sabiha, ama bunların hiçbirini söylemeden diyecektir. Bunca sözü söylemeden söylemek… O yoldan her geçtiğimde, o zorlu dakikaları hatırlarım der Safa Önal. Usta kalemiyle Beşiktaş, Dolmabahçe arasında geçip giden takside, kucağına konan çantanın üzerindeki kağıda, kurşun kalemle hemen yazmaya başlar. Yazdıkları, söylenmek isteyeni ama söylenmeyeni en iyi temsil eden kederli bir şiir gibidir. Ormanda geçen girift sahnenin, bir kısım diyaloğu şöyledir:

Halil, üstüne gider Sabiha’nın ama Sabiha derdini bir türlü anlatmaz.

-Bir derdin mi var?

+Hiçbir derdim yok, olsun mu?

-Konuş Sabiha!

+Sen konuş, senin bir diyeceğin vardır belki!

Sabiha, net bir şey söylemez ve sormaz da. Derdini bir türlü anlatmaz, açılmaz, açılamaz da. Anlaşılmayı bekler. Halil ise bir türlü anlam veremez bu tavra. Gittikçe büyür Sabiha’ya kızgınlığı.

-Bıktın öyle mi!

+Belki. Belki de sen bırakıp gidersin bir gün. Dükkanını evini göreceğin gelir.

-Dükkanım iki portakal sandığı, evim senin yanın.

“Daha önceden rastlaşacaktık…”

Ve hafızalardan silinmeyecek bir cümle sarfeder Sabiha. “Daha önceden rastlaşacaktık…” Belki de bundan daha fazla acıtacak bir cümle yoktur o an. Geç kalmışlığa, yaşanamayacak olana ve kaybedilen mutluluğa kafa tutan, derin ve kendine has, biricik bir cümledir.

Sabiha, Halil’le arasında geçen tartışmayı pavyon arkadaşına anlattığında, arkadaşı sinirlenir. “Açıkça söyleyecektin, öyle susmakla olmaz”. Ama Sabiha diyemeyeceğini söyler. “Hep dilimin ucunda; evli misin! Ya sorsaydım, ya evliyim deseydi?!”… Sonunda gidip kendi gözleriyle görmeye karar verir. Halil’in babasının manavına gidip bir kilo elma ister. Babası Sabiha’nın kim olduğunu anlar ve hiçbir sitem ya da aşağılama cümlesi sarfetmeden, sadece şunu sorar: “Halil nasıl?” Sabiha’yı derinden üzer bu tavır. Bazen sadece bu sakinlik ve nezakette bir soru değil midir, en çok kalbine dokunan insanın? Filmin önemli noktalarından biri de baba figürünün işleniş tarzıdır. Tıpkı filmin baş karakterleri gibi, baba da az konuşur, dile getirmez. Tevazu ve sabırla oğlunun dönüşünü bekler. Baba-oğul ilişkilerinde üç duygu baş çeker der Safa Önal. Hayranlık, düşmanlık ve pişmanlık…” Halil, kuşkusuz pişmanlık duygusu evresindedir.

Gelgitli birkaç günün ardından, Sabiha bir mektup bırakıp ortadan kaybolur ama Halil’in izini bulması uzun sürmez. Sabiha’nın çalıştığı yerin müdavimi adam, Halil’e bıçak çeker ama Halil onu yaralar ve Sabiha’yı da alıp kaçar. Halil’in bütün ısrarlı sorularına rağmen kafasındaki “evli misin” sorusunu yine sormaz Sabiha. Halil hapse girer, Sabiha ise aracı kıldığı arkadaşına verir hazırladığı çamaşırları, mektupları; ama arkadaşı hiçbirini sahibine ulaştırmaz. Halil tahliye olunca, gidip bütün öfkesiyle Sabiha’yı bıçaklar. Polise kendi kendini yaraladığını söyleyip Halil’i koruyan Sabiha’ya herkes şaşkındır. “Asıl şimdi yıktı beni” diye kahrolan Halil, evine geri döner. Kapıyı oğlu açar, çok sevinir. “Anne babam geldi”. Hiçbir şey sorulmadan kapı eşiğine terliklerini koyar karısı. Yatağını serer, sadece “aç mısın” diye sorar. Oğlu ise kız kardeşine; “başımı okşadı benim, kalacak mı?” der. Evde başka cümle dönmez. Yeterince kederli bir buluşmadır ne de olsa.

Kalbimi kıra kıra…

Yarası iyileşen Sabiha ise pişmandır. Vücudundaki yara geçse de kalbindeki yara daha da büyük bir acıyla durmaktadır. Gidip Halil’i sevdiğini söylemeye karar verir. Manav dükkanına yaklaşırken, Halil’i çocukları ve karısıyla görür. Halil’in babası ise Sabiha’yı farkeder ve tedirgin halde ne yapacağını bekler. Oysa Sabiha, gözleri dolu dolu bir süre Halil ve çocuklarını izleyerek, yavaşça dönüp kalabalığa karışır. Bir türlü soramadığı sorunun cevabını, gözleriyle görerek almıştır.

Bazı hikayelerin mutlu sonu olmaz. Bu hikaye de onlardan biridir der Safa Önal. Neredeyse elli yıl sonra, bir şiir yazılır Vesikalı Yarim filmine. On bir yıldır öğrencisi olduğum Safa Önal’a benim kalemim ve kalbimden çıkar.

 

ellerimde titriyor bu aşk,

tabakamdan dökülüyor, kara saçlı bir zaman

sana benziyor ve bana benziyor acının metruk yeri,

salınarak geçiyor mutluluk yanımızdan

 

üflüyorum geceye, duyuyor musun Halil!

bir rüzgar çıkıyor bu Vesikalı’dan

tutuşuyor Beyoğlu ve bütün bir şehir

acı hiçbir yere böyle dokunmamıştır

 

her gece karşımda başka adamlar,

gölgesi oynuyor yüzümde hüznün

kalbimden yükseliyor kara dumanlar,

bu masalar hiç böyle ağlamamıştır

 

kalsan,

yangınımızla tutuşacaktık

zamanın içinde yitmişiz çoktan

“daha önceden rastlaşacaktık”**

https://www.youtube.com/watch?v=hw4IwJr0cEc


*Safa Önal’ın notu: Yahya Kemal Beyatlı’nın bir şiirinde bugün “Kocamustafapaşa” diye anılan semtin adı böyle geçer.
**Yazıdaki şiir Şilan Avcı’ya aittir.
Safa Önal’ın eşsiz sohbetine ve yıllardır bana ilham veren varlığına teşekkürlerimle…

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Renk körlerinin gözünden: Pamuk şekeri ormanlarıyla Pingelap Adası
Sonraki Haber
'Vicdan ve Adalet Nöbeti'nin beşinci gününde Demirtaş ve Yüksekdağ'dan mesaj