Ana SayfaÇeviriKatalanlar yalnız değil: Tüm dünyada insanlar kendilerini yönetmeye hasret – Neal Ascherson

Katalanlar yalnız değil: Tüm dünyada insanlar kendilerini yönetmeye hasret – Neal Ascherson

HABER MERKEZİ – İskoç yazar ve gazeteci Neal Ascherson, The Guardian için kaleme aldığı yazısında, Katalanların bağımsızlık referandumuna sayılı günler kala Katalanlar üzerinden dünya genelindeki özyönetim arayışına değiniyor ve tekbiçimliliği hedefleyen küreselleşmenin buna zemin hazırlayan şey olduğuna dikkat çekiyor. Franco dönemi Barcelonası’nda yasaklı Katalanca eserleri anca güvenli evlerde okuyabildiğini belirten Ascherson, bugün on binlerce Katalan’ın kendi dilinde sokaklarda sesini duyurabildiğini ifade ediyor. Ascherson’a göre “Katalanlar yalnız değil. İnsanlar, tüm dünyada kendilerini yönetmenin hasretini çekiyor”.


Neal Ascherson

Çeviri: Tolga Er


Küreselleşmenin geniş çapta tekbiçimlilik ve fayda sağlaması gerekiyordu. Ancak eski ihtilaflar görmezden gelindi.

Katalonya için işler kötü bitebilir. Fikirleri tükenen Madrid’deki İspanya hükümeti görünene göre atadan kalma Kastilya ruhlarından tavsiye dileniyor. Ve ataları ona şöyle sesleniyor: “Zırhınızı kuşanın, teberinizi bileyin, Krallığımızda kimin efendi olduğunu bu sonradan görmelere gösterin”. Eğer önüne geçilemezse, gün be gün gelişen bu olaylar General Jaruzelski’nin 1981 yılında Polonya’ya yaptığına yol açacak; Ramblas caddesinde tanklara, medyada sansüre, 10 bin ‘ayrılıkçının’ geniş çaplı alıkonmasına ve neredeyse kaçınılmaz olarak bazı ‘şehitlerin’ kanına. Bir Avrupa trajedisi.

Veya en sonunda şu da olabilir; Katalan bağımsızlığına açılan bir kapı ve de anlaşma. Ancak bu gerçekleşse bile – çoğu Katalan’ın referandumda evet oyu kullanacağını varsayarsak -, bu ülkede bu olayın daha da büyük bir Avrupa trajedisi olduğunu düşünecek birçok insan var.

O insanlar, haksız çıkacak. En geniş anlamıyla, Katalan devletinin ortaya çıkışı, tüm dünyada gün yüzüne çıkan ve şaşırtıcı bir şekilde küreselleşmenin ilerlettiği yavaş dağılma sürecinde atılan sadece bir başka kesik olacak. Daha küçük çaplı düşünüldüğünde ise, Katalonya’nın sancılarında Avrupai ve İberyalı bir şeyler var.

Bazı uluslar demokrasiyi merkeziyetçilikle bağdaştırır, ‘eyalet gerikafalılığının’ önüne geçmeye çalışır. Jakoben Fransası bunun bir örneği. Evrensel refah devletini dayatan Britanya’da ‘İşçiler’ Partisi de bunun başka bir örneğiydi. Ancak özellikle son yüzyıllarda İspanya’da bunun tersi yaşandı. Baskının kapağı kaldırılır kaldırılmaz her bölge özerklik talep etti – bazı yerlerde az, diğer yerlerde aşırı çok -. Demokrasi ve özgürlük yeni rejimin yetkilerini ne kadar devrettiği ile değerlendiriliyor. Franco devletinin 1976 yılındaki çöküşünün ardından geniş çaplı özyönetime geçildi. Şimdiyse Katalanlar daha da ileriye gitmek istiyor. Komşu bölgeler, Katalonya’ya haset içerisinde kin güdenler ve Madrid’in kendi iradesini zorla kabul ettirmeye çalışması karşısında dehşete düşenler olarak ayrılıyor.

Avrupa perspektifinden bakıldığında Katalanlar’ın bağımsızlığa doğru yarışı – veya yanılgısı – hiç şaşırtıcı değil. Belçika, Hollanda, Çekya, Slovakya, Polonya, Macaristan, Slovenya, İrlanda ve Finlandiya ile Norveç dahil olmak üzere tüm Baltık ülkeler… Daha büyük ulus devletlerden ve krallıklardan ayrılmak için uğraşan ve çoğu Katalonya’dan küçük Avrupalı devletlerin listesi saymakla bitmez.

Aynı zamanda Katalonya belli bir Avrupalı kategorisinde de yer alıyor. Bu kategori; kendilerini ‘merkez’deki metropolislerden daha gelişmiş gören ‘çevresel’ bölgelerin milliyetçiliği. Yeni hassas cihaz mühendisliğine sahip Çekler, ‘kendini beğenmiş’ eski Viyana’yı da böyle görüyordu. Victoria dönemi İskoçlar da ‘eğitimsiz, el pençe divan duran’ İngilizler hakkında da böyle düşünüyordu. Müreffeh Katalanlar da oldukça dindar ve yoksun Kastilya’nın onları geride tuttuğunu hissediyor.

Burada asıl çözülmesi gereken; neden bu kadar çok ulus-devleti olmasından çok niye bu kadar az olması. Dünya’da tahminlere göre 6 bin ila 8 bin arasında belirlenmiş etnik dili olan toplum var. Bu sorun 1980 yıllarında ulusçuluk üzerine düşünürü Ernest Gellner tarafından oluşturulmuştu. Günümüzde ulus-devlet sayısı, sayı her ne kadar artsa da halen 200’ün altında (yeni oluşan ülkeler genelde daha küçük oluyor).

Ancak Gellner şöyle de demişti; “ulusu yaratan ulusçuluktur, tam tersi değil”. Modern İspanyol ulusçuluğu 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda başladı. Buna karşılık, ‘gelişmiş’ Katalonya’da endüstriyel kapitalizmin devasa ve alt üst edici etkisi ile Madrid elitlerinin siyasi üstünlüğü arasındaki tezatlığın yardımıyla modern Katalan milliyetçiliği yaratılmış oldu.

Peki özgür Katalonya’da nasıl bir milliyetçilik olabilir? Post-Gellner tarihçileri öğretimine rağmen İngiltere’de muhtemelen çoğu kişi “milliyetçilik eşittir ırkçılık, ırkçılık eşittir faşizm, faşizm eşittir savaş” diye düşünüyordur. Ancak gerçekte, milliyetçilik son yüz yıldır bir spektrumdan ibaret. Bir ucunda çirkinlik, yabancı düşmanlığı, kendine acıma ve mitler üretme varken, diğer ucunda özgürleştirme, modernleştirme, dünyayı hoş karşılama kendine yer buluyor. Ancak her tür milliyetçilik her tür aşırılıktan bir parça barındırıyor ve aslında her şey bu karışım içerisindeki parçaların oranına tabi. Katalan milliyetçilik duygusu İskoçlar’daki ‘yurttaşlık’ gibi şiddetsiz ve yeni küresel dünyaya sabırsızca açılıyor. Katalan dili, tarihi ve kültürünün tutkuyla öne çıkarılmasından ötürü ise İskoçya’ya göre daha etnik ve ondan farklı.

Bağımsızlık gerçekleştiğinde ise Katalonya’nın İspanya ile yakın bir bağa sahip olmaya devam edeceği şüphesiz. Bu durum sadece ortak ekonomik bağlılıktan ileri gelmiyor – Katalonya İspanya’nın zenginliğinin beşte birini üretiyor -, aynı zamanda sayısız aile, evlilik bağı ile İspanyol dili ve kültürü arasındaki yakın ilişkilerle ilgili. Yine bu durum İskoçya’nın İngiltere ile çok katmanlı ilişkisini anımsatıyor ve Alex Salmond’un “sosyal birliğin” siyasi birlik ortadan kaybolduğunda bozulmadan kalacağını söylemesini çağrıştırıyor.

Barcelona hükümetinin bağımsızlık ilan etmesi durumunda, diğer Avrupalılar’ın Katalonya’ya AB üyeliği vermemesi delilik olur. Bu fikre karşı homurdanabilirler, ancak gerçekleşmesi durumunda Avrupa’yı, en varlıklı bölgelerden birinden mahrum etmek ile sonuçlanacak amaçsız ve ceza niteliğindeki “Caxit”* niye yaşansın ki?

Sonuçta şöyle bir bakılırsa, kaç tane AB üyesi ülke bağımsızlık hareketleriyle ciddi anlamda sorun yaşıyor ki? İspanya, Birleşik Krallık, Belçika, İtalya’da Kuzey Ligi ve Fransa’da Alsas ve Brittany’nin fısıltı şeklindeki homurtuları. Diğer bir deyişle sadece beş ülke var; bunlar da imparatorluk döneminden kalmış eski ulus devletler (Portekiz ve Almanya hariç). Bu beş ülke kurulduğunda içlerinde farklı etnisiteler barındırıyordu. Çoğu 1917-20 yıllarında dört imparatorluğun yıkılmasıyla kurulmuş diğer 23 ülkede de azınlıklarla gerginlikler yaşandığı doğru (örneğin Slovakya ve Romanya’da Macarlarla yaşananlar); ancak yeni devletlerin kurulması olası görünmüyor.

1989 sonrasında çoğu uzman, küreselleşmenin tekbiçimliliğe yol açacağını düşünmüştü. Neoliberal serbest ticaret, küçük – ara bozucu – ulus devletlerin ortadan kayboluşu, az sayıdaki yardımsever ve engin gücün hegemonisi. Ancak tam tersi gerçekleşti. Küresel kültür ve eğlencenin yayılması yeni “küçük milliyetçiliklerin” filizlenmesi için zeminin kendisi oldu. Letonyalı erkek ve kız çocukları, Sovyetler Birliği’nden çıkıp bağımsızlık elde etmek için yasaklı halk şarkılarını söyleyerek sokaklarda yürüdü; ancak Fruit of the Loom marka tişörtler giydi.

Çoğu kez olduğu gibi dengesiz gelişme işin içindeydi. Küreselleşmiş turbo kapitalizm, post-komünist dünyaya belli bir hızda ve hoş bir şekilde girmedi. Toplumlara çeşitli hızlarla farklı etkiler yaparak çarptı. Çoğu kez çevresel kültürler, merkezde yer alan bölgelerin (Madrid, Roma, Londra) onlara kolonilermiş gibi davrandıklarını hissetti. Direnmek için kendilerine siyasi kimliğin yeni formlarını buldular. Thatcher’ın politikalarının ‘Britanyalı ukalalığı’, İskoçya’nın bağımsızlık hareketine gerçek bir geçerlilik kattı; aynı Gellner’in “ulusları yaratan ulusçuluktur, tam tersi değil” derken demek istediğinde olduğu gibi.

Barcelona’yı ilk kez ziyaret ettiğimde Franco’nun dönemiydi. Gri ve sessiz bu şehirde gizlice yürürken, Katalan fikir insanları tarafından kendi dillerindeki yasaklı yazıların bulunduğu güvenli evlere götürüldüm. Bugüne baktığımızda ise 40 bini aşkın kişi mahkemenin etrafını sararak o dilde kükrüyor. Bunun sonu çok kötü bitebilir. Ancak küresel akıntı onlarla birlikte ve bu akıntı er ya da geç Katalanları aradıkları limana götürecek.

*Caxit: Britanya’nın AB’yi terk etme sürecini anlatmak için kullanılan Brexit kelimesinin Katalanların AB’den olası çıkışına uyarlanmış hali


Kaynak: The Guardian