Ana SayfaÇeviriŞehirler duvara karşı – Carlos Delclós

Şehirler duvara karşı – Carlos Delclós

HABER MERKEZİ – ROAR Dergisi’nin “Şehirler Yükseliyor” başlıklı yeni sayısında yayımlanan, Carlos Delclós tarafından kaleme alınmış “Şehirler duvara karşı” yazısını sizler için çevirdik. Delclós bu yazısında, başta Barselona olmak üzere İspanya’da yükselen belediyecilik hareketini ele alıyor ve son iki yılı irdeleyerek şu soruyu yöneltiyor: “İspanya’nın belediyecilik hareketi, yönetme yetkisiyle geçen iki yılın ardından küresel başkentin dayatmalarına nasıl karşı koyuyor?”


Carlos Delclós

Çeviri: Tolga Er


Şu ana kadar hikaye sol görüş tarafından iyi bilinir hale geldi. İki yıl önce bir avuç yurttaşlık platformu; Madrid, Barselona, Zaragoza, Cádiz ve Santiago dahil olmak üzere İspanya’nın başlıca çoğu şehrinde belediye seçimlerini kazandı. Yerel sosyal hareketlerin öne çıkan figürlerinin liderliğinde demokratik devrimden daha azını vaat etmeyen kampanyalar yürüten çeşitli sol görüşteki partilere ve Podemos’a katıldılar. Korkunç bir ekonomik çöküntünün ve yolsuzluk skandallarının patlak vermesinin sonucunda, bu partiler, 2011 yılında kalpleri ve akılları kazanmış ‘indignados’ hareketinin aşağıdan yukarıya ilerleyen tabandan tepeye ilerleyen politikalarının yer aldığı radikal belediyecilik programı ile beraber İspanya devletini etkileyen derine nufüz etmiş meşruiyet krizine cevap olacaklardı.

Hali hazırda ilk görev döneminin yarısına gelinmişken; adayların meşruiyetlerini kazandıran sosyal hareketlerin taleplerini sağlamakta sokaklardan kurumlara geçmenin yardımcı olup olmadığını, olduysa nasıl olduğunu sormanın sanırım iyi bir zamanı. Özgürleştirici sistemsel değişim için olanaklar büyüdü ve çoğaldı mı bu zaman süresince? Yoksa neoliberal kurumsalcılık, her yaştan muhalifi dönüştürüp kendi yapısının içine mi kattı? Bunlar karmaşık sorular. Bu sorulara cevap vermeye başlamak için öncelikle küresel kapitalizmin günümüzdeki durumunda, şehirlerin yüzleştiği zorlukların ölçeğini hesaba katmak zorundayız. İlk olarak sonradan politikacı olan birçok aktivistin meşruiyetini kurduğu öne çıkan o konuya; konut hakkına odaklanacağız.

Para Seddi

Barselona’daki Sants’da veya benzer işçi sınıfı mahallelerinde gezinirken ev satın alma teklifinin bulunduğu birkaç el ilanına denk gelirsiniz. Bazısı elle yazılmıştır, diğerlerinde ise ya Arial ya da Comic Sans fontu kullanılmıştır. İsim ve telefon numarası dışında çok az bilgi vardır üzerinde. Bazısı anonimdir hatta. Ancak nasıl görünürlerse görünsün, hepsinin ortak özelliği zincirin en sonundaki numaranın aynı kapıya çıkmasıdır.

İllüstrasyon: Luis Alves

Haftalık yayın yapan otonom ‘La Directa’ tarafından hazırlanan araştırma raporu, bu el ilanlarının çoğunun kiracıların içinde yaşamaya devam ettiği apartman konutlarının hepsini satın almakta olan birkaç şirkete ait olduğunu ortaya çıkardı. Evi satın alan bu şirketler, kiracıları evlerini terk etmeye ikna ediyor, binayı yeniliyor, ardından da ya satıyor ya da daha yüksek ücretlere kiralıyor. Şirketlerin kiracıları ikna etme şekli ise değişiyor. Nakit öneriyorlar, kirayı arttırıyorlar ya da kira kontratının yenilenmesini reddediyorlar. Kiracılar direnirse de iri yarı faşistlere iş veren ve çoğu zaman yasaları çiğneyen ‘Desokupa’ gibi şirketleri kiralayıp zorla evlerinden ediyorlar.

Medyada bu uygulama; ahlaki değerleri hiçe sayan bir avuç dolusu işletmenin yasal boşlukları sömürdüğü ve yasal gri alanları kâra dönüştürdüğü yerel bir problem olarak ele alınıyor. Ancak Barselona’da yaşanan bundan çok daha fazlası. Bu tarz şirketler, İspanya’nın önde gelen şehirlerini etkileyen devasa kira balonuna yol açan baskının birlikleri. En bilindik İspanya emlak internet sitesi ‘Idealista’ya göre ülkede kira fiyatları sadece 2016 yılında yüzde 15,9 artış gösterirken, 2017 yılının ilk çeyreğinde yıldan yıla artış oranlarında Barselona, San Sebastian, Kanarya Adaları ve Balear Adaları gibi yerlerde yüzde 20’ye yaklaşıyor. Mahalle düzeyinde ise rakamlar oldukça sarsıcı. Barselona’nın Sant Martí ve Sant Andreu ilçeleri gibi yerlerde kira fiyatları bir yıl önceki rakamlara kıyasla yüzde 30 artış gösterdi.

Bu kadar ani artışlarla başa çıkabilen az kişi var. Sonuç olarak, “Para Seddi” adı verilen gayrimenkul danışmanlık şirketi ‘Cushman & Wakefield’ tarafından uzun süreli bölge sakinleri yerinden ediliyor. BM Konut Hakkı Özel Raportörü Raquel Rolnik’in açıkladığı gibi; “Para Seddi”, sömürgeleştirmeyi andıran bir şekilde maddileştirme arayışında, süzülme halindeki bir finansal sermaye bulutu. Rolnik, Barcelona Çağdaş Kültür Merkezi’nde geçenlerde yaptığı bir konuşmada durumu şöyle açıklıyor:

‘Sömürgeleştirme’ terimini özellikle kullanıyorum; çünkü toprak işgalini ve kültürel hakimiyetini içeriyor. Bu sömürgeleştirmenin tek bir amacı var; o da finansal sermaye için çıkar yaratabilecek yeni cepheler açarak kira almak.

Sömürgeleştirme metaforunun kullanımı köleliği ve soykırımsal şiddeti yok saydığı için ne kadar tartışmalı olsa da, kesin olan şey; yerleşim yeri sakinlerinin hayatlarına belirgin derecede ilgisiz kalmasına rağmen, yabancı sermayeye susamış hükümetlerin ülkelerine sermaye çekebilmek için yarışması. İspanya’daki vakada ise ülke, gayrimenkul yatırım ortaklıklarında (GYO’lar) yükselen bi piyasa olarak yakın bir zamanda Para Seddi’ni kendisine çekti. Gelir getiren gayrimenkulların sahibi bu şirketlerin konutları, yerleşime açık veya ticari amaçla kullanılıyor. Bu gelirin büyük bir çoğunluğu kiradan elde ediliyor ve hissedarlara temettü (kâr) olarak ödeniyor.

İspanya’nın GYO’lar ile yasal olarak tanıştırılması 2009 yılında Sosyalist Parti hükümeti döneminde gerçekleşti. İlk başta kurumlar vergisi oranının yüzde 19 olmasından ötürü başarısız oldular. Ancak 2012 yılında Mariano Rajoy’un sağ hükümeti GYO’ları bu vergiden muaf tuttu. Bu reformun etkisini göstermesinin ardından kira fiyatları ülke genelinde bir anda yükseldi. Airbnb – bu platform aynı zamanda yerleşim için ve ticari mülkler veya resmi ve resmi olmayan ekonomiler arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor – gibi kira çıkarma aracı platformların yükselişinin dahil olduğu gelişmelerin yanında, merkezi hükümetin bu hamlesi, İspanya’yı önceden ekonomik krizi tetiklemiş bu sektöre yeniden hayat vermiş oldu. Kararın vahim sonuçlarıyla uğraşma işi ise belediye yönetimlerine bırakıldı.

Devlet ve piyasa tarafından köşeye sıkıştırılmak

Şehir yönetimleri ile rant ve toprak arayışı içerisindeki Para Seddi’nin finansal sermayesi arasındaki çatışmanın İspanya’da en çok Barselona’da yaşandığını söylemek yanlış olmaz. İspanyol konut hareketinin ve belediyecilik akımının doğduğu yerin Barselona olmasından dolayı bu durum şaşırtıcı değil. Barselona aynı zamanda, hareketlerle seçim arasındaki bağlantının en güçlü olduğu yer ve bu kentte aktivistlerle temsilcilerin arasındaki çizgi oldukça puslu. Kentte bu bilinen bir gerçek. Ancak dışarıdan takip edenler için sıradan bir günün nasıl göründüğünü anlatmak yardımcı olacaktır.

Geçenlerde Barcelona En Comú konseyinden Gala Pin, gündem belirleyici Katalan sabah programı ‘Els matins’de yer aldı ve La Directa’nın araştırma raporunda önde gelen emlak akbabası olarak tanımlanan MK Premium şirketi kurucularından biriyle yüzleşti. Hararetli bir atışmanın ardından Pin, MP Premium’un yaptığı işin ‘violencia inmobiliaria’, yani “gayrimenkul şiddeti” olarak nitelendirdi. Seçmiş olduğu kelimeler, temsilci olmadan önce yönetilmesinde yardımcılığını yaptığı Palataforma de Afectadaos por la Hipoteca (PAH), yani Mortgage Mağdurları Platformu’nun söylemleriyle paraleldi. Ancak kullandığı kelimeler yüzünden sağcı muhalefet tarafından demogoji yapmakla suçlandı ve MK Premium tarafından ‘iftira attığı’ gerekçesiyle dava edildi.

Pin’in konut hareketine verdiği onay sadece sözleriyle sınırlı değil. Çoğu zaman evinden tahliye edilmeleri görünür kılmak ve bunun önüne geçmek için sosyal medyadaki çok sayıdaki takipçisini kullanıyor. Onun tipik bir paylaşımında şöyle yazıyor:

Yarın 5 tahliyemiz var. Bütün çabalarımıza rağmen birini durdurmamız için işbirliğine ihtiyacımız var. Arc del Teatre sokağı, sabah 9.30’da.

Bu paylaşımlar; propagandayı andırdığı veya ‘Barcelona En Comú’ gözetimi altındaki yerlerde gerçekleştirilen tahliyelerin sorumluluğundan ilk saldırıyı gerçekleştirerek kaçındığı için bazı radikal sol çevreler tarafından eleştirildi. Diğerleri ise Pin ve diğer konsey üyelerinin bu yaklaşımı kullanarak kurumsal gücün sınırları konusunda şeffaf davrandığını ve adaletsizlik olması durumunda üstesinden gelmek için insanlara çağrıda bulunduğunu savunuyor ki; bu yaklaşımlar şu ana kadar oldukça etkili oldu. Sokağa çıkışlar çok sayıda tahliyenin önüne geçti, daha birçok tahliye ise şehir yönetiminin ev sahipleri ve kiracılar arasında arabuluculuk etmesi için yenilediği konut ofisleri ağı sayesinde durduruldu.

‘İşgal et ve diren’ – Barselona’da bir işgal evi | Fotoğraf: Oriol Salvador

Bu; sosyal hareketler, yerel temsilciler ve kamu yönetimi arasındaki gerginliğin, daha üst seviyede yer alan kurumların ve ekonomik güçlerin dayatmasına karşı direnişe kuvvet vermek için kullanabileceğinin sadece bir örneği. Ve Barcelona, aşağıdan gelen baskıya karşı belediye yönetiminin daha açık olduğu tek şehir değil. Mesela Manuela Carmena’nın Ahora Madrid’i, şehrin katılım sistemini yurttaşlar tarafından yapılan tekliflere açık hale getirdi ve diğer şehirlerde olduğu gibi şehir hazinesinin belli bir oranını katılımcı bütçeye tahsis etti.

İlerici yeşil koalisyon Compromís’in Valencia En Comú ve İspanyol Sosyalist Parti’nin yardımıyla yönetilen Valencia’da, şehirde yaya ve bisiklet odaklı sürdürülebilir kent ulaşımına yönelik büyük bir değişim yaşanıyor. Zaragoza’da da artık elektriğin tamamı yenilenebilir enerjiyle sağlanıyor ve enerji harcamaları yüzde 15 oranında düştü.

Bütün bu şehirler, Avrupa Birliği’nin sosyal konut stokunu genişlettiği, sosyal harcamaları arttırırken dengeli bütçeyi sürdürmeye çalıştığı, hatta bazen AB’nin zararı ve azla yetinmenin “alternatifsiz” bir dogma olduğu görüşünü haksız çıkardı. Aynı zamanda merkezi yönetimin daha fazla mülteci kabul etmesi için baskıda bulunuyorlar; bazıları, kişilerin belgelerindeki statülerine bakmaksızın evrensel sağlık hizmeti sunarak, Rajoy’un 2012 yılında getirdiği ırkçı sağlık hizmeti reformuna karşı koyuyor. Madrid, Barselona ve Valencia’da şehir yönetimleri, insan hakları ihlallerini anımsatarak mülteci gözaltı merkezlerini kapatma arzularını birçok kez ifade etti ve bu merkezlere karşı sembolik ve yasal işlem uyguladı.

Bunlar hiçbir şekilde devrimci önlemler değil. Hepsi birlikte ele alındığında yeşil şehirciliğin ve katılımcı yönetimin birleştiği bir sosyal demokratik program oluşturuyor. Ancak Avrupa’nın neoliberal teknokrasi ve aşırı milliyetçi sağcıları tarafından kutuplaştırılan şu anki siyasi iklimi içerisinde yabana atılacak bir durum da değil. Son birkaç on yılda atılan en temel sosyal ilerleme adımlarını avunmalarını kayda değer yapan şey ise şu; oldukça bölünmüş siyasi sistem içerisinde bu adımların azınlık yönetimleri tarafından yapılıyor olması.

Ancak bu başarı, devetin gücü ve piyasanın “kaprisleri” karşısında kırılgan. Merkezi yönetimin solcu yönetime sahip şehirlere azla yetinmeyi dayatmak için tek yapması gereken; 2013 yılında yürürlülüğe giren ve belediye özerkliğini çarpıcı bir şekilde kısıtlayan yasayı uygulamaya geçirmek. Hazine Bakanı Cristobal Montoro şimdiden niyetinin bu yönde olduğunu açık bir şekilde belli etti. Bu olaylar yaşanırken kira balonu genişlemeye devam ediyor, insanlar evlerinden ve kent merkezinden uzaklaştırılıyor. Bu görünen tehditler tarafından köşeye sıkıştırılan şehirler, sadece bulundukları konumu korumakla yetinmemeli, geri ittirmeli.

* Yurttaş platformunun yükseldiği belediyeler – % Mart 2017 tarihi itibariyle son bir yılda artan kira oranı

İhtilaf ve suç ortaklığı dinamiği

Bu yılın Haziran ayının başlarında, birkaç mahallenin yürüyüşü Barselona’nın merkezindeki Plaça Üniversitesi’nde birleşti. Üç bin kişi buradan devam ederek ‘Para Seddi’nin hedefindeki bölgelerden Sant Antoni, Poble Sec ve Raval’ın içinden geçti. Birkaç noktada kendilerini atmak isteyen spekülatörlerin çabalarına direnen kiracıların bulunduğu belli konut apartmanlarının önünde durdular. Protestocular yolun sonuna geldiklerinde sekiz yıl önce terk edilmiş ve on dairenin bulunduğu bir apartmanı işgal etti.

Yürüyüş, yeni gayrimenkul balonuna karşı büyüyen mücadele için yapılan son eylemdi. ‘Barcelona No Està en Venda’ (Barselona Satılık Değil) adında bir platform tarafından düzenlenen platformla beraber yasa dışı turist dairesi sayısının yükseldiği ve artan kira fiyatlarından ötürü son iki yıldır fırlayan yerinden etme olaylarının yaşandığı bazı mahalle meclisleri bir araya geldi. Platformda aynı zamanda 2017 yılında şekillenen yerel kiracılar birliği Sindicat de Llogaters, anarkosendikalist CGT sendikası, Barcelona Mahalle Birlikleri Federasyonu, Sürdürülebilir Turizm için Mahalle Meclisleri ve PAH yer aldı.

Atılan bu tür adımlar, toplumsal tartışmanın gündemini belirleyerek hükümetleri ve siyasi partileri önceliklerini göstermeye zorluyor. Mesela bir keresinde, mikrofonları kurumların basınından uzaklaştırarak Barselona, Airbnb ve turizm lobisi arasındaki anlaşmazlıklar, El Pais’in gündeme soktuğu bir kelime olan “turistfobi” olarak gösterilmeye çalışılmıştı. Sosyal hareketler, turist karşıtlığına – ırkçı, yabancı karşıtı ve sınıfçı tonlamaları da içinde barından – boyun eğmeden emlak balonu ve soylulaştırma** sorununa odaklanıyor. Çoğu zaman Barcelona En Comú, hareket içerisindeki bazı kesimlerin, spekülatörlerin nasıl hedefe alınacağı ile ilgili meydan okumasına rağmen bu bağlamda hareket etti.

Hareketler ve solcu partiler arasındaki ihtilaf ve suç ortaklığı dinamiği Barselona’da oldukça görünür halde; bunun sebebi ise şehrin aşağıdan yukarıya örgütlenmesinin sahip olduğu uzun tarihin, birbirine bağlı sosyal doku üretmiş olması. Barcelona En Comú ile sonuçlanan kurumsallaşmaya gidişin önündeki en büyük risk, ileri gelen aktivistlerin sokaktan kurumlara geçmesi yüzünden “beyin göçüne” yol açacak olması ve sosyal hareketlerin içini boşaltarak zayıflatmasıydı. Ancak o günden bu yana yaşanan sosyal sorunlara bakıldığında karşımıza başka bir senaryo çıkıyor.

Barcelona En Comú, bir zamanlar kendi üyelerinin dahil olduğu sosyal hareketlerin taleplerini kamu politikası tekliflerine dönüştürmekte oldukça etkin. Öte yandan, daha önce çok az deneyim sahip oldukları hareketlerin – sokak satıcıları ve toplu taşıma işçileri gibi – talepleriyle ilgilenmekte yetersiz kalıyor. Sonuç olarak bu hareketler, şehrin sosyal muhalif karakter yapısında ana karakterler olarak ortaya çıkıyor. Yarattıkları gerilimin nasıl sonuçlanacağı ise belirsizliğini koruyor.

Diğer yandan Madrid’de sosyal hareketler ve belediye platformlarının arasında çok daha az ortaklık var; ayrıca iki taraf çok daha sık bir şekilde karşı karşıya geliyor. Barselona En Comú’nünkine kıyasla ön seçimlerin herkesin katılımına daha açık olduğu Madrid’de, birleşerek Ahora Madrid’in önünü açan örgütler çok daha parçalı. Hatta, ortak adayları olan şu anki belediye başkanı ve eski hakim Manuela Carmena, diğer şehirlerdeki belediye platformlarına liderlik edenlere kıyasla daha kurumsal bir geçmişe sahip.

Aradaki farklılık hemen açığa çıkıyor. Carmena, çoğu kez parti tüzüğüne karşı geldi ve çevresindeki kişi kültünü ve belediye yönetiminin İspanya ‘Başkanlıkçı’ modelini kullanarak Ahora Madrid içerisinde entegre olmuş Ganemos ve Podemos’un kanadı Anticağitalistas gibi daha radikal organizasyonlarının eleştirilerinden kendini uzaklaştırmaya çalıştı. Bu bölünmenin en rahatsız edici semptomu ise Ahora Madrid’in oluşturulduğu işgal evinin turistler için bir apartmana dönüştürülmek için hazırlanıyor oluşu. Hareket ve kurumun arasındaki bu boşluk, Para Seddi’nin için zemin yarattı.

Amacı olan belediyecilik

İspanya’daki belediyecilik platformu için sorun teşkil eden şey, belediyeciliğin kendi başına bir ideoloji olmaması. Bu, platform yönetimin sadece bir şekli. Kapitalist veya komünist, totaliter veya özgürlükçü, milliyetçi veya enternasyonalist olabilir. Açık bırakıldığında, bu platform, sadece sermayenin girdiği bir marka veya başka yönetim güçlerine suçun atıldığı bahane olarak göze çarpar. Hatta, belediyecilik anlayışının fazlaca basitleştirilmiş şekli, onlarca yıldır süren kentleşme ve küreselleşmenin ürettiği güç dengesizliğinin ve farklı türdeki belediyeler arasındaki sorunların üzerinden geçilmesini riske eder. Bu durum özellikle de büyümekteki ilerlemeci kentleri, nüfusta düşüş yaşayan ve yerlilerin hak ve çıkarlarını koruyan köylerle karşı karşıya getiren kent özütlemesinin sonucu olarak ortaya çıktığı yerkürenin kuzeyindeki içe işlemiş kültürel ve siyasi çatlaklarla ilgili.

Özgürleştirici belediyecilik; neoliberal mevcut durumun dar kısıtlamaları ve zehirli ilişkililerini kaldırmak, idari ve mülki bireysel çıkarların yeniden üretimi için aracı haline gelmemek için adımlarını yönelteceği bir ‘ufuğa’ ihtiyaç duyar. Sosyal hareketler de işte bunu sunar. Karşı çıktıkları her adaletsizlikte, dünyanın nasıl bir yer olması gerektiği ve günümüzdeki sosyal düzen tarafından bastırılan değerler ve uygulamalar dizisi yatar. Solcu bir bakış açısından bakıldığında bunlar ortak yardım ve dayanışmadan başka bir şey değildir.

Değerleri, uygulama olarak gerçekleştirmek teknikten çok ideolojik ve kültürel bir görev. Yönetim mantığı ise bunun tersine daha teknik. Örneğin bu mantık; kontrol ve öngörülebilirlik üzerine odaklanıyor. Yeni temsilcilerin, onları göreve getiren hareketlerin taleplerini üstlenmesi kontrol ve öngörülebilirlik mantığının altına girmekten kaçınmak için yeterli değil. Bunun yerine içine girdikleri kurumsal yapının içindeki çatlaklardan çıkarak – tıpkı Para Seddi’nin aynı çatlaklardan çıkarak betonla kaplamak istemesi gibi – büyüyen hareketleri beslemeliler.

İki yıl önceki İspanya belediye platformu seçim zaferlerinin güzel yanı, yönetimin teknik mantığının bu zaferin geliyor olduğunu öngörememiş olmasıydı. İşte, bu yüzden belediye ‘bekçileri’ bu zaferi demokratik hata olarak görüyor. Şimdiyse ellerinde bu yapıyı sökmek ve onu, görmezden gelinen, sömürülen, silinen, baskı altına alınan kişilere, hareketlere ve hatıralara açık hale getirmek için bir fırsat var. İlerleyen bu mücadelede görevleri spekülatörler için daha fazla, şehirde yaşamayı umanlara ise daha az belirsizlik yaratmak olacak.


* Sosyolog, araştırmacı ve ROAR Magazine editörü Carlos Delclós’un araştırma konuları arasında uluslararası göç, sosyal tabakalaşma, verimlilik, kent sosyolojisi, sosyal hareketler ve kültür teorisi yer alıyor.
** Soylulaştırma; dar gelirlilerin yaşadığı kent içerisindeki eskimekte olan konut alanlarına daha üst sınıfların yerleşme süreci.

ROAR Dergisi’nin “Şehirler Yükseliyor” başlıklı sayısından diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:

1. Radikal belediyecilik: Hepimizin hak ettiği bir gelecek – Debbie Bookchin

2. Yeni belediyecilik hareketleri – Eleanor Finley

3. Bu topraklar kimin? – Matt Hern


 

Previous post
Özakça ve Karadağ'dan çağrı: Nuriye bu şartlarda direnirken hiçbirimizin sızlanmaya hakkı yok
Next post
Ahmet Türk: Kürtleri açlıkla tehdit etmek hiçbir sonuç getirmez, bakın Rojava örneğine