Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirSuriye’de IŞİD sonrası sürece gelindi: Türkiye ve İran’ın durumu ne olacak?

Suriye’de IŞİD sonrası sürece gelindi: Türkiye ve İran’ın durumu ne olacak?


Abdulmelik Ş. Bekir


Suriye ve Irak’ta süren operasyonlarla IŞİD sonrası olarak tabir edilen sürece gelindi. Bu aynı zamanda Ortadoğu’da yedi yılı geride bırakan nevzühur 3. Dünya Savaşı’nda da önemli bir dönüm noktası demektir. Yedi yıllık süre içerisinde birçok defa yeni denge ve ittifaklar oluştu. Her değişim ile birlikte kendine özgü oyun kuralları olan yeni denklemler kuruldu. Mevcut değişimler sonucu aynı gemide yer alan birçok güç taraf değiştirerek karşı kampta yer aldı. Sürecin başında hesaba katılmayan ancak günün sonunda belirleyici bir güç olarak yeni aktörler çıktı. Mevcudiyette ise savaşın başından beri pozisyonunu koruyan Rusya, İran, Suriye bloğu ile karşısında ABD ve Demokratik Suriye Güçler (DSG) kaldı geriye. Bunların dışında savaşın aktif tarafları olan Körfez ülkeleri ile Türkiye halihazırda hem kendileri hem de destekledikleri gruplar sürecin dışında kaldı.

Rakka ve Deyr ez Zor operasyonlarının tamamlanması ile Suriye’de sıcak savaş süreci de büyük oranda tamamlanmış olacaktır. Bundan sonrası Suriye hükümeti ile DSG ve destek aldıkları güçler arasında yürütülecek müzakere süreci sonucu belirleyecektir. Kuşkusuz bunun yüzde yüz böyle olacağını kimse garanti edemez. Zira İran ve Türkiye masanın bir tarafından yer alan ve alacak olan Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’ndan (KSDF) oldukça rahatsız. Kürtlerin federasyonda başat güç olmaları iki ülke tarafından ‘beka’ yani devamlılığını sürdürme sorunu olarak görülmekte ve tanımlanmaktadır. Bu nedenle Suriye rejiminin tekrar eski haline gelme arzusuyla KSDF’ye karşı konum almış durumdalar. Buradan aldığı destekle Suriye rejiminin Kürtlerle gerilimi arttırma ve savaş boyutuna taşıması düşükte olsa bir ihtimaldir.

İran Genel Kurmay Başkanı Muhammed Bagerî’nin Türkiye ziyareti ve önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İran’a olası ziyaretinin temel gündemi Kürtlerin Suriye ve Irak’taki durumu olmaktadır. İki ülkenin ziyaretin ardından yaptığı açıklamalarda aslında Kürtlere yönelik politikalarında prensipte anlaşamadıkları bir noktanın olmadığı görülüyor. Ancak birkaç noktada pürüzün olduğu da gözden kaçmıyor. Türkiye, yedi yıllık savaşın en büyük kaybedenlerinden biri olarak İran’ın birçok talebini kabul ederek ortaklaşmaya hazır. İran ise kazanan taraf olarak daha girift ve uzun erimli hesaplara sahip.

Birincisi İran, Türkiye’nin son yedi yıllık Ortadoğu’ya yönelik siyasi pratiği ve öngörülmezliği nedeniyle Erdoğan yönetimine güven duymuyor. İkincisi, İran her ne kadar Irak, Suriye ve Yemen’deki mevcut nüfuzunu muhafaza etse de, hem kendisi hem de partnerleri askeri ve ekonomik olarak ciddi anlamda yıprandı ve zayıfladı. Temel önceliği mevcut nüfuzunu stabil hale getirme ve sürdürülebilirliğini garantilemedir. Üçüncüsü, Körfez ülkeleri, İsrail ve ABD’nin mevcut nüfuzundan duydukları rahatsızlık nedeniyle arayışlarını sürdüreceğini ve yenilerini ekleyeceklerini okuyabilmektedir. Nitekim son dönemlerde Irak’ta yaşanan gelişmeler rakip ülkelerin öyle kolayca pes etmeyeceklerine işarettir. Toplumda önemli bir güce sahip olan Mukteda El Sadır gibi dini otoritelerin Arap kimliği üzerinden Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri tarafından yakın markaja alınması ilk somut pratik olarak yaşandı. Bu bağlamda İran’ın hinterlandını toparlamadan Kürtlerle girişeceği bir savaştın bir çuval inciri berbat edeceğini tahmin edecek ve hesaba katacak kadar öngörülü bir diplomasi tecrübesine sahiptir. Bu ve benzeri nedenlerle İran, bölgede ciddi manada tecrit olan ve etkisini kaybeden tarihi rakibine yani Türkiye’nin kendi odaklı ajandasına fit olmayacağını tahmin etmek zor değil. Bununla birlikte İran’ın perde arkasında Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasından faydalanarak sonuna kadar Kürtleri zayıflatmayı istediği ve isteyeceği de sır değildir.

Türkiye-İran ortaklığının murat edilen sonucun önündeki tek engel de bu değildir. Kürtlerin ulaştıkları mevcut düzey de iki ülkenin eskisi gibi anlaşarak kolayca bertaraf edebilecekleri bir pozisyonu çoktan geçti. Kürtlere yönelik her tutumun bir karşılığının olacağı kesindir. Milyonlarca Kürt’ün yaşadığı iki ülkede her adımının bir yansımasının olduğu, son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan kaosta daha iyi görüldü. İran rejiminin Kürt kolberlere yönelik infazlarının son dört gündür ayaklanma düzeyinde olaylara neden olması bunun en açık örneğidir. Diğer bir pürüz ise iki ülke ile küresel güçlerinin bölgeye dönük vizyonlarının önemli oranda çakışmasıdır. Sıcak savaşın yürüdüğü dönemde sahaya odaklanma nedeniyle çok görünür olmayan bu gerilim alanının müzakere sürecinde daha fazla kendini dışa vurması yüksek ihtimaldir.

İran ve Türkiye, IŞİD sonrası yukarıda belirtilen ilişki ve çelişkiler dahilinde bir araya gelirken, Rusya ve ABD arasında da paralel bir şekilde ilişki ve görüşmelerinin olduğu basına yansıdı. Buna ek olarak sahadaki savaş durumuna göre İran’ın nüfuzunun artmasına koşut olarak İsrail’in Rusya ve ABD ile temasları arttı. ABD, İsrail ve İngiltere’nin Suriye’nin güneyindeki hazırlık ve ardından gelen askeri hamlesi akamete uğradı. Bu durumun ne kadar ABD’nin sahada dayandığı güçlerin disiplinsizliği ve parçalı olmasına; ne kadarının Rusya ile varılan uzlaşma sonucu olduğunu kestirmek mümkün değil. Ülkenin güneyindeki gerilim Suriye rejimi ve DSG’nin Tabka’nın güneyinde karşı karşıya gelmesi ve Suriye uçağının düşürülmesiyle devam etti. Tam da bu sırada Rusya, Afrin’e karşı Türk tehdidini devreye koydu.

Sahada bunlar yaşanırken bir hafta arayla Astana ve G20 zirveleri gerçekleşti. Astana’da Türkiye ve İran’ın ajandalarının hilafına ABD ve Rusya arasında güneybatı Suriye’de yeni bir ‘güvenli’ bölge ilan edildi. G20 Zirvesi’nde Putin ve Trump’ın bir araya gelmesiyle sahada dikkat çekici gelişmeler art arda geldi. ABD, Türkiye’nin denetiminde olan bölgede bulunan gruplar dahil Suriye’deki ÖSO gruplarına yardımı kestiğini duyurdu. Açıklamayı müteakiben birçok ÖSO grubu DSG ve rejime sığındı. ABD’nin İdlib’deki El Nusra varlığına dikkat çeken ve Türkiye’yi eleştiren açıklamaları yoğunluk kazandı. Görüşme sonrası Afrin bölgesinden çekildiği belirtilen Rusya, mevcudiyetine ek takviyeler yaparken, Türkiye’nin Afrin açıklamaları giderek seyrekleşti.

Bu görüşmenin bir sonucu olsa gerek ABD ve DSG doğal bir sınır olarak görülen Fırat’ın doğusunda Rakka’ya yoğunlaşırken, Rusya, İran ve rejim nehrin güneyinde önemli mesafe aldı. Rusya ve partnerleri yerleşim alanlarının seyrek olduğu orta Suriye çöllerinde önemli oranda denetimi sağlayarak son olarak Deyr ez Zor’a vardı. Buna paralel olarak ABD’nin de DSG ile Fırat’ın doğusunda kalan yerleşim alanlarının alınması planı vardı. Ancak güney Suriye’de planladığı akamete uğrayan hamlenin ardından kalan Yeni Suriye Ordusu adındaki gruplarla Haseke’den yapılması düşünülen operasyona belirtilen gruplar katılmadı. ABD, bu gruplara verdiği silahları geri alarak buradaki defteri kapattı ancak düşündüğü hamle gecikse de kısa sürede buradan Fırat nehri boyunca El Kaim kapısına kadar bir operasyonun kısa sürede başlatılacağı kesin gibi.

Bu arada Deyr ez Zor’a varan Rusya ve müttefiklerinin Fırat’ın doğusuna geçmesi düşük de olsa bir ihtimal. Sahada beklenmedik avantajlar varılan zımni anlaşmaları görmezden gelme heveslerini muştulayabilir. Böylesi bir durumun kısa sürede İdlib’e yansıması yüksek ihtimaldir. İdlib demişken öyle söylendiği gibi dananın kuyruğunun kopacağı yer falan değildir. Aksine tereyağından kıl çekercesine en kolay hal olacak alandır. Zira buralar yenilmiş, destekten yoksun kalmış başı bozuk grupların ciddi bir savaşma disiplin ve güçleri bulunmamaktadır. En güçlü grup olarak değerlendirilen El Nusra’nın ise El Kaide kolu olduğu ve Kaide’nin alan tutma ve cehpe savaşı stratejisinin olmadığı unutulmamalıdır.

Türkiye’nin kontrolünde bulunan Cerablus, Azez ve Bab üçgeninin ise Suriye denklemine etki edecek bir mahiyeti yoktur. Her geçen gün astarı yüzünden daha pahalı hale gelmeye devam edecektir. Daha kalkan mı ya da hançer mi olduğu belli olmayan bu ‘harekatın’ önüne son olarak Rusya tarafından Tel Rıfat’ta çekilen ‘güvenli bölge’ ibaresi ise Astana’dan umduğunu bulamayan Türkiye’nin İran ile geliştirmek istediği yeni angajmana yönelik bir uyarı olarak da değerlendirilebilir. Zira küresel güçler artık Suriye’de izinleri dışında ve beklemedikleri sürprizlerle karşılaşmak istemiyor.