Ana SayfaManşet‘Taşların yüreği’: Camille’nin yalnızlığa mahkum edilen dehası

‘Taşların yüreği’: Camille’nin yalnızlığa mahkum edilen dehası

30 yıl kapatıldığı akıl hastanesinde “Bu kadar yalnız kalmayı hak edecek ne yaptım?” diye soruyordu, ‘Taşların yüreği’ olarak bilinen Camille Claudel. Yaşadığı çağda ölümsüz eserler bıraktı. Eserlerinin bazıları onun izni olmadan alındı. Sanatın düşünceyle değil duyguyla üretileceğine inanıyordu ve bu nedenle devlet meydanlarına/erkânlarında heykel satmayı reddetti. Klasik romantiklerin tabiri ile “Acı özgürleştirir” diyenler yanılmıştı. Acı onu çağının ötesine taşıdı ancak kişisel öyküsünde derin bir yalnızlığa terk etti.

‘104 Me’ hikayesi Sümer mitolojisinde anaerkil dönemin değerlerinin nasıl çalındığını anlatır. İnanna’nın elinde bulunan anaerkil dönemin bilgi, değer ve yasaları, kurnaz tanrı Enki tarafından çalınır. İnanna ile Enki arasındaki kadın değerlerinin gasp edilmesiyle başlayan savaş, iki sistemin savaşıdır.

Heykeltıraş Camille Claudel’nin hayatı kadının çalınan ME’lerinden bir hikâyedir.

Yaşadığı dönemdeki yaratımı kimilerine göre ‘ilhamla’ kimilerine göre ise bizzat çalınarak elinden alınan Camille’nin hayatı, kadın aklı ve yaratımının sanatta erkek eliyle nasıl görünmez kılındığı ve el konulduğuna yakın dönemden bir örnektir.

Kendi olmayı bilen bir sanatçı

O’nu herkes, ünlü mü ünlü Fransız Heykeltraş Rodin’in ‘çatlak, takıntılı, deli sevgilisi olarak’ tanır. Oysa Camille, bu sıfatların çok ötesinde belki de toplamının ortaya çıkardığı yaratıcı ve kendi olmayı bilen bir kadın sanatçıdır.

Aile ve erkek ikileminde akıl hastanesinde son bulan yaşamı onu sadece ‘sınır’lara hapsetmedi,  aynı zamanda dünyayı da bağımsız düşünen ve çağını aşan bir yaratıcı dehanın daha fazla eser bırakmasından alıkoydu.

Yaşamak istediği dünya ile var olan arasındaki uçurumun derinliğini hep hissetti ve bu hüsranlarını dönüştürdüğü yaratıcılığını ise şöyle tarifliyordu Camille:

Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.

Duygusuz yavan insanlar.

Bu benim ruhum en kutsal varlığım…

Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler.

Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..

Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..

Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum…

Dramatize etmeden, romantik ‘eril tarih mitine’ büründürmeden anlatmak gerek Camille’yi, haklıya hakkını bir parça olsun teslim edebilmek için…

Kanalizasyon hatlarından çıkarılan killerle gizli heykeller

Camille Claudel Camille, 8 Aralık 1864’te Fransa’da orta halli bir ailenin kızı olarak doğdu ve Paris’in dışında küçük bir şehirde büyüdü. Kadınlara biçilen geleneksel rollere çocukluğundan itibaren uymayan biriydi, bahçede çamurdan kedi, köpek, kuş, insan heykelleri yapıyordu. Yaşadığı çağda heykel yapan kadın yok denecek kadar az olduğu için herkes ailesi dahi Camille’in ‘heves’inin geçeceğini bekliyordu. Ancak o 13 yaşındayken dönemin birçok tanınmış siyasetçi ve sanatçısının heykellerini yapıyordu. Hem de heykellerinde kullandığı killeri şehrinde kazılan kanalizasyon hatlarından gizlice çıkarıyordu. Heykel yapmak isteyen Camille için dünyada aşılması gereken tek engel annesiydi o günlerde. Çünkü annesi kızının –belki de korumak için- kızının daha ‘makul’ bir kadın olmasını istiyordu.

Ailesini yetenekleri ve istekleri konusunda ikna eden Camille, 1881 yılında Paris’e yerleşti ve az sayıda kadını kabul eden Colarossi Akademisi’ne eğitim almaya başladı. Bir atölye kiralayan Camille bir süre sonra dönemin en ünlü heykeltıraşı Roden’den ders almaya başladı. Tanıştıkları dönem Rodin’in ‘heykel ilhamla olmaz, akılla olur” söylemine karşı çıkan Camille, zamanla ne kadar doğru bir düşüncede olduğunu kabul ettirmek zorunda kaldı.

Soyut değil somut insan bedeni, arzuları ve duyguları üzerine eserler üreten Camille’nin eserleri, ” sadece hayranlık değil, düşmanlık da çekecek kadar etkileyicidirler; dans eden çiftler, oynayan çocuklar, sohbet eden kadınlar, düşünen, gülen, acı çeken insanlar, hepsi de her an hareket edecekmiş, konuşacakmış gibi canlı dururlar”.

Eserlerini ‘gasp’ etmeye çalışan bir zihniyete başkaldırı

Rodin ile ilişkileri bir süre sonra ortak çalışmaya ve aşka dönüşen Camille için bu dönem kendi adına çalışmalarını az ürettiği dönem olarak bilinir. İkili ilişkilerde, ‘kadın açmazı’ olarak yorumlanacak bu dönem Rodin için sadece akıl değil ilhamı da katarak yeni eserler yarattığı dönemdir ve eserlerinin bir çoğunu Camille’ye borçlu olduğunu bütün sanat çevreleri kabul eder. Zira Rodin’in en unutulmaz eserlerini yaptığı dönem Camille’le birlikte olduğu yıllara denk gelir. Sanatında ustalaşan Camille, artık ‘öğrenci’, ‘aşık’ ya da ‘ortak’ olarak anılmak istemez ve bağımsız eserler üretme kararı ile 1898 yılında Rodin’den ayrılır. Her ne kadar klasik eril tarihte bu ayrılık sadece ‘gönül ilişkisi’ne bağlansa da aslında bu ilham ya da başka şekilde eserlerini ‘gasp’ etmeye çalışan bir zihniyete başkaldırıdır. Ki Camille için kopuşu gerçekleştirmek isteyen her kadın gibi hiç de kolay gelişmeyen bir ayrılık dönemidir bu dönem.

Kopuş dönemi Camille’nin en verimli eserler bıraktığı dönemdir. Sanat eleştirmenlerinin büyük beğenisini kazanan “Vals”, “Clotho”, “Olgunluk Çağı”, “Kayıp Tanrı”, “Geveze kadınlar”, “Sakuntala” gibi eserleri bu döneme aittir.

Bu dönemde Camille’ye sipariş heykeller yapması için birçok teklif gelir ve bunları kabul etmez. O üretimlerini kendi sergileyebileceği ve üretebileceği bir düşün peşindedir sadece. Bağımsız üretme, kendi olabilme ve yüreğini katarak ürettiği eserlerin pazar nesnesi haline getirmeme istemi; yaşadığı dönemde başta Rodin olmak üzere tüm heykeltıraşları için onu ‘çok tehlikeli’ kılıyordu. ‘Tehlikeli’ Camille bu nedenle derin bir yalnızlığa ve yoksulluğa mahkum edildi. Hakkında linç kampanyaları tertiplendi.

Tüm bunlara rağmen Camille 1906’da açtığı sergide şunları söylüyordu:

Ben hayatı seviyorum, aşkı, umudu. Ödülsüz olsalar da…

1906’dan sonra sağlığı bozulmaya başlayan Camille, eserlerinin birçoğunu -90’a yakın heykel ve eskiz olduğu tahmin ediliyor- bu dönemde parçalayarak, nehre attı. Camille ailesi tarafından ilginç bir şekilde Rodin’in desteğiyle ‘akıl sağlığını kaybettiği’ gerekçesiyle 1913 yılında akıl hastanesine kapatıldı. Ve yaşamını yitirdiği 19 Ekim 1943’e kadar 30 yılı boyunca hastaneden bir daha çıkamadı.

Akıl hastanesinde tek ziyaretçisi kardeşi şair Paul Claudel’di. Son görüşmelerinden birinde “Bu kadar yalnız kalmayı hak edecek ne yaptım Paul?” diye soran Camille ardından ise şunları söylüyordu:

Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar… Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar… Bütün bunlar Rodin’in şeytani başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam; bunu engellemek için de, yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım… Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu…. Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?


Kaynaklar

Camille Claudel / Bir Kadın: Anne Delbee – Everest Yayınları
Bir kadının öyküsü: Film
Camille Claudel 1915: Film

 


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Uzmanlara göre Türkiye'yi bekleyen 'felaketler': 'İklim değişikliği tablosu konuşulandan daha korkunç’
Sonraki Haber
TÜSİAD Başkanı: Gazetecilerin tutuklu yargılanması Türkiye’ye zarar veriyor