Ana SayfaKültür-SanatBir ‘Kıyamet Sonrası’ tanıklığı – Güler İnce

Bir ‘Kıyamet Sonrası’ tanıklığı – Güler İnce

HABER MERKEZİ –Metin Çelik yerleştirme, eskiz ve kara kalem çalışmalarından oluşan son sergisi Post-Apocalyptıc’te (Kıyamet Sonrası) bizleri, savaşın, yıkımın ve şiddetin izleyicisi değil tanığı olmaya davet ediyor. 15. İstanbul Bienali’nin komşu etkinliği de olan sergi, “İyi bir komşu nasıl olmalı?” sorusuna da cevap veriyor: “Evet, iyi bir komşu olmanın yolu yanı başında yaşanan şiddete, savaşa ve yıkıma duyarsız kalmamaktan geçiyor.”


Güler İnce


Metin Çelik’in son sergisi Post-Apocalyptıc’e gitmek için Karaköy Meclis-i Mebusan Caddesi’nde yürüyorum. Deniz Karaköy’de uzun zamandır inşaat paravanlarının arkasına hapsedilmiş ya da biz paravanlarla betonların içine. İşin ironik tarafı bu paravanların üzerinde yazılanlar; “Deniz Senin Şehir Senin”. Yıkımın, makinelerin gürültüsü arasında son dönemlerde bağımsız bir sergi alanı olarak kullanılan ve yakında kendisi de yıkımdan payını alacak olan Mebusan25’e ilerliyorum. Sergi hakkında okuduklarımdan kaynaklı bir yıkım ortamından başka bir yıkım ortamına gireceğimi biliyorum ama hissedeceklerimi işte onları tahmin bile edemiyorum.

Serginin girişinde kum çuvallarından oluşturulmuş bir barikat karşılıyor beni. Karanlığın içindeki kırmızı ışığın loşluğunda ve geriliminde, kum çuvallarının hemen üstündeki naylonun delinmiş kısmından barikatın arkasını görmeye çalışıyorum. Barikat, karanlık, kırmızı ve savaş… Bu çatışma ortamından geriye kalan ise ürkütücü bir sessizlik ve dev bir yıkıntı.

Sergi alanının asıl önemli kısmını işte bu yıkıntı oluşturuyor. Bir bombanın ya da füzenin tavanını deldiği, bir zamanlar hayatın var olduğu ve artık kimseye ait olmayan bu oda şimdi kocaman bir yara gibi karşımda duruyor. Savaş ortamlarını anlatan filmlerden, resimlerden ya da son dönemlerde haberlerden ve sosyal medyadan görmeye alışkın olduğumuz ama bir o kadar da duyarsızlaştığımız bu manzara, içinde gezinirken başka türlü hissettiriyor. Herkesi kendi hafızasının tanıklığına çağırıp kendi yarasına temas etmeye zorluyor.

Bu yıkıntının detaylarına odaklanmaya çalışırken sol tarafta, koyu renk perdelerle kapatılmış başka bir odadan sızan parlak ışık dikkatimi dağıtıyor. Yıkıntı alanından izole, seçkin steril bir galeri ortamı gibi dizayn edilmiş bu küçük odanın beyaz ışıklarla aydınlatılmış temiz duvarlarında, karşı karşıya iki tablo yer alıyor. Aynı olayı tasvir eden farklı tekniklerde yapılmış bu iki tablo dışarıdaki yıkımın sebebini işaret ediyor. İki erkek geyik ortadaki kuş kafesi için kavga ederken kuş hemen üzerlerinde kanat çırparak olanları izliyor. Sonu ölümle bitecek bir şiddet ve çatışma anı oldukça kusursuz ve güzel bir biçimde betimleniyor tablolarda. “Başkalarının acısına bakmak” ve oldukça estetik bir biçimde temsil edilen bu bakıştan zevk almak.  Ama şiddet, savaş, yıkım ya da ölüm hemen yanı başında, yan odada. Bu bilgi başka türlü bakmaya hatta görmeye zorluyor kişiyi.

Tekrar yıkıntıların içindeyken artık detaylar daha belirgin ve vurucu:

  • Suretini yitirmiş: Ayna
  • Artık hiçbir kapıyı açamayacak toza bulanmış bir metal: Anahtar
  • Güzel bir günde alınmış (belki bir yıldönümü ya da doğum günü, belki de kutlama) ve şimdi kuruyup dağılmış vazo içinde: Çiçekler
  • Kayıp bir resmin sahibi: Boş çerçeve
  • Ahizesi bir sehpadan aşağıya sarkmış, son konuşma onunla yapılmış, yardım çığlıklarııııı!!!! hala o ahizede saklı, dönüp dolaşıp bir yere ulaşamıyor: Telefon
  • Bekleyen bir çift: Ayakkabı
  • Delinmiş tavandan sarkan parçalar ve kurumuş sarmaşıklar altında geyik ve boynuzuna takılı parçalanmış kafes.

Yıkımın ortasındaki geyik savaşın kazanan tarafını temsil ediyor ama aslında savaşın kazanan tarafı yok, bunu bilmiyor. Peşinden sürüklediği ölümler, acılar, yıkım ve travma onu bir zafere dönüştürmüyor. İzlediği bir belgeselden etkilenerek kavga eden iki erkek geyiği sergisinin odak noktası yapıyor Metin. Kavga esnasında boynuzları birbirine kenetlenen geyikler bir daha ayrılamıyor ve kazanan geyik hayatının geri kalanını ölü geyiğin bedenini taşıyarak geçiriyor.

Serginin tanıtım metninde Fransız ressam-heykeltıraş Fernand Leger’in şu sözleri yer alıyor:

Savaşın geldiğini gören olmadı. Saklanmış; kılık değiştirmiş, çömelmiş; toprağın rengine bürünmüş savaş. Kör göz hiçbir şey görmedi.

1. Dünya Savaşı’na katılmış ve savaşın şiddetini birebir deneyimlemiş bir sanatçının sözleri bunlar. Metin ise sergisinde her türlü yıkımı ele alıyor. Bir sanatçı olarak “hiçbir şey görmeyen kör gözlere” “toprağın rengine bürünmüş savaşın” yıkımını, şiddetini göstermeye çalışıyor. Çelik’in tanıklığa çağırdığı sadece Kürt şehirlerinde ya da Ortadoğu’da yaşanan savaş ve yıkım değil, dünyanın başka bir yerinde şuanda ya da geçmişte yaşanmış tüm yıkım, savaş, mübadele ve sürgünler için de tanıklığa çağırıyor. Betonlaşmaya kurban edilen doğa ve tarihi miras da bu tanıklık içinde yer alıyor.

Post-Apocalyptıc (Kıyamet Sonrası) aynı zamanda bu seneki başlığı “İyi bir komşu” olan 15. İstanbul Bienali’nin komşu etkinliği. “İyi bir komşu nasıl olmalı?” sorusuna cevap arayan bienale Metin gerçekleştirdiği sergiyle cevap veriyor. Evet, iyi bir komşu olmanın yolu yanı başında yaşanan şiddete, savaşa ve yıkıma duyarsız kalmamaktan geçiyor. İyi bir komşu olmanın yolu, komşumuz yerinden ya da ekmeğinden, işinden edilmişken güvenli evlerimizde kaosun geçip gitmesini beklememekten geçiyor. O halde son sözü Adorno’ya bırakmak istiyorum:

Ev geçmişte kalmıştır… Kendi evimizi ev olarak görmemek, orada kendimizi “evimizde” hissetmemek, ahlakın bir parçasıdır.


Metin Çelik’in 22 Ekim’e kadar uzatılan sergisi Post-Apocalyptic (Kıyamet Sonrası)  Meclis-i Mebusan Caddesi, numara 25’te görülebilir.