Ana SayfaManşetKaranlık bir Ankara sabahı

Karanlık bir Ankara sabahı

Ankara Katliamı’nın üzerinden tam iki yıl geçti. 10 Ekim sabahı Ankara Garı’nın önünde yerde cansız bedenleri yatan birçok dostumuzun, arkadaşımızın üzerine ‘barış’ yazılı pankartlar serdik. Daha Suruç’un öfkesini atamamışken üzerimizden takvime bir de 10 Ekim’i ekledik. Barış kelamını dilinden düşürmeyerek oraya gidenlerin her birinin elbet başka bir öyküsü var. Kemal Tayfun Benol da onlardan bir tanesi. Genç arkadaşlarının Tayfun ağabeyi, dostlarının kırk yıllık yoldaşı, Gülderen ablanın ise deli dolu hayat arkadaşı. O gün Ankara yoluna da birlikte çıktılar. Daha 9 Ekim akşamı İstanbul’dan yola çıktıklarında herkesi tedirgin eden sessizliği bir de Gülderen Ertaş’ın ve Kemal Tayfun Benol’un arkadaşı Marat Deniz’in anlatacaklarından dinleyelim istedik.


Röportaj:  Taylan Kesanbilici


Miting için Ankara’ya giden neredeyse herkes polisin tavrından ve önlemlerin azlığından ötürü bir tuhaflık olduğunu gözlemlediğini söylüyor. Sizin yol hikayeniz nasıl başladı, benzeri bir tuhaflık sezdiniz mi? 

Marat Deniz: Yaklaşık 80 otobüs 9 Ekim akşamı İstanbul’dan yola çıktık. Pendik’teki standart buluşma yerine gittik. Bizim bütün şehirdışı seyahatlerimizde otobüslerin toplanma yeri aynıdır. Daha toplanma yerinden başlayarak varacağımız yere kadar emniyet tarafından takip ediliriz ve kendilerini de saklamazlar. Çünkü alışkın olunan rutin bir durumdur. Orada o akşam özellikle etrafı dolaştım fakat güvenliğe dair bir şey görünmüyordu. Hatta bunu kendi aramızda konuştuk. Bunları konuştuğumuz sırada Tayfun ve Gülderen ile karşılaştık. Ayaküstü biraz sohbet ettik, hal hatır sorduk birbirimize, sonra tekrar yola çıktık.

Normalde Ankara merkeze 30-40 km kala bizi kalabalık bir polis kafilesi karşılar, hatta o noktaya gelene kadar yol boyunca sivil ekipler tarafından takip ediliriz; konvoyun yoldaki seyrine dair merkeze bilgi verirler. Bu kez çok daha kalabalık bir kitle Ankara’ya geliyor olmasına rağmen il sınırına girdiğimizde hiçbir kontrol yoktu. Şehre girdiğimizde ise bulunduğumuz otobüsün şoförü konvoyu kaybetti. Ankara’da kaybolup Sincan’a gittik. Şehir dışından eyleme gelen bir otobüs dolusu insan konvoydan ayrılıp kaybolmasına rağmen etrafta hiçbir polisin olmaması normalde karşılaşılacak bir durum değil. Yaklaşık bir saatlik bir kaybolma sürecinin ardından toplanma merkezine geldik. Fakat orada da bir güvenlik önlemiyle karşılaşmadık. Durum bizi tedirgin etmeye başladı. Bunun üzerine alanda bir süre dolaştıktan sonra oradan çıkmaya karar verdik. Muazzam bir kalabalık olmasına rağmen etrafta oturup çay içilecek bir yer bile yoktu. Böyle olduğunu görünce tedirginliğimiz daha da arttı.

Kortejlerin en başına doğru yaklaştığımızda birkaç tane polis olduğunu gördük, Sıhhiye’ye doğru dönen yokuşun başında ise bir tane TOMA vardı. Biz de Sıhhiye’ye doğru ilerlemeye çalışıyorduk. Daha biraz ilerlemişken telefonum çaldı, arayan Tayfun’du. Ben telefonu açar açmaz “Ya kardeşim nereye gidiyorsunuz siz?” dedi. Ben de alanda bir terslik olduğunu düşündüğümüzü söyleyerek “Çıkın oradan Tayfun, ortalık pek güvenli görünmüyor.” dedim. O ise alanda tanıdıklarla falan karşılaştığını söyledi, sonra kapattık telefonu. Bundan sonrasını Gülderen anlatsın.

“İçimden ‘Suruç’ta da hiç polis yoktu’ dedim”

Yolculuk esnasında ya da alana girdikten sonra size de benzeri biçimde garip gelen şeyler oldu mu?

Gülderen Ertaş: Toplanma yerinde inip gara doğru yürüdük. Gara doğru gelirken bir tane bile polis yoktu. O sırada içimden “Suruç’ta da etrafta hiç polis yoktu demişlerdi. Acaba bomba mı patlatacaklar” dedim. Tayfun’a bunu söyleyecekken, şeytan dürter ya işte, dönüp başka bir şey söyledim. Garip bir haldi, aklımdan geçen bu olmasına rağmen Tayfun ile paylaşmadım.

Tayfun sürekli kaybolup geliyordu. Yürürken bir ara simit getirdi bize. Ben de Çiğdem diye bir arkadaşımla yürüyordum o sırada. “Tayfun altı üstü iki kişiyiz on tane simit almışsın” dedim, o da “Bir şey olmaz, ben onları şimdi inşaat işçilerine götürürüm şimdi” dedi, sonra yine ortadan kayboldu. Tuhaf bir adamdı Tayfun, ortadan kaybolunca ara ki bulasın… Tam girişe geldiğimizde simitleri dağıtıp tekrar geldi, “Ben inşaat işçileriyle yürüyeceğim, sizin muhabbetinizi bölmeyeyim ama kulağın telefonda olsun, buluşabilelim.” deyip yanımdan ayrıldı. Biz ayrıldıktan bir süre sonra patlama oldu.

Patlamanın yaşandığı esnayı biraz anlatabilir misiniz? İlk etapta anlayabildiniz mi bir saldırı olduğunu?

Marat Deniz: Gülderen’in bıraktığı yerden devam etmiş olayım. Tayfun ile telefonda konuşurken daha sonra Sıhhiye meydanında buluşuruz diye konuşmuştuk. Bahsettiğim TOMA’yı ve üst düzey emniyet görevlilerini gördüğümüz yere doğru yaklaşırken onlarda sürekli bir uzak durma eğilimi gözlemledim. Yorulunca “Burada durup, birer sigara içelim” dedim. Sigara yakıp kitleye doğru döndüğümüzde, Gülderen’in de söylediği gibi, bir patlama oldu. Sonra duman yükselmeye başladı. Daha o duman yere iniyorken bir patlama daha oldu ve ardından da slogan sesleri gelmeye başladı. Hal böyle olunca neler olduğunu anladık. Polis hemen anons geçerek ekipleri istemeye başladı. Bu arada biz görünmeyen alanda binlerce polisin beklediğini fark ettik. Ben ağzıma geleni söyleyerek polislere doğru koşmaya başladım. Eylemin anons aracı ise hemen yokuşun başındaydı. Anons aracından kitleyi kontrol etmeye dönük bir şeyler söylenirken polis hemen anons aracına saldırdı. Mitinge Gezi Direnişi’nde kaybettiğimiz Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan ile birlikte gelmiştik. O durumda, daha güvenli olacağını düşünerek, Sami Elvan’ı anons aracına aldırmaya çalıştığımız için karmaşanın ortasında polislerle birbirimize girdik. Etraftan akın akın polis gelmeye başladı.

Gülderen Ertaş: İkinci patlama olduğunda biz hala ses bombası olduğunu sanıyorduk. Hatta insanları sakinleştirmeye çalışıyorduk ki polis mitingi engellemesin diye. Çünkü hala mitingin devam edeceğini düşünüyorduk. Olayın olduğu yerden gelen birine orada ne olduğunu sorduk, bize bomba patlatıldığını söyleyerek çektiği fotoğrafları gösterdi. Duyduklarımdan sonra aslında ne yaşadığımızı anlamaya başladım. O görüntülere dayanamayacağımı bildiğim için olay yerine gidemedim ve Tayfun’u aradım. Telefonu bir türlü açılmıyordu. Dedim ki “Kesin olay yerine gitmiştir, insanlara yardım ediyordur, şimdi telefonunu falan açmaz”. Bir ara meşgul çaldı telefonu. “Meşgul olduğuna göre demek ki Tayfun hayatta” diyerek biraz olsun rahatladım. Öyle garip bir his ki birçok insan ölmesine rağmen Tayfun’un hayatta olduğunu düşünmek beni rahatlattı. Tayfun ve ölüm, hiç böyle bir şey olmadı kafamda.

“Patlamaya sürüklediler bizi”

Uzun bir süre alanda olan çoğu insandan haber alınamadı, hangi hastanede nerede oldukları öğrenilemedi. Olayın ardından devam eden süreç nasıl gelişti?

Marat Deniz: Ben tabi patlamanın ardından şöyle bir silkindikten sonra tanıdıkları aramaya başladım, ilk aklıma gelen de Tayfun oldu. Sanırım patlama öncesinde Tayfun ile en son konuşan da bendim. Telefonun açılmadığını fark edince yan yana olduklarını bildiğim İnşaat İşçileri Sendikası’ndan, Serdar’ı, Tekin’i falan aradım. İnsan garip bir şekilde umutlanmaya çalışıyor. Fakat tanığımız kimseye ulaşamayınca ciddi bir öfke kabarması yaşadık. Çünkü başından beri adım adım patlamaya sürüklediler bizi.

Sonrası hastanelerde geçti. Gece geç saatlerde hala bulamadığımız arkadaşlar vardı. Tayfun, Tekin, İsmail, Erol, Serdar… Tabi herkes tanıdıklarını bulmaya çalışıyor. 4-5 tane morga gitmek zorunda kaldık, onlardan birinde doktor bize bir ayakkabı gösterdi ve mecburen Gülderen’i arayıp fotoğrafı göndermek zorunda kaldık. İlk başta “Tayfun’un ayakkabısı mı?” diye soramadık, “Bu ayakkabı sana tanıdık geliyor mu?” dedik, “Hayır” dedi. İşin kötü kısmı şu ki evet o ayakkabı Tayfun’un değildi ama neticede o ayakkabı orada ölen birisinindi.

Gülderen Ertaş: Akşam dokuz gibiydi, biz hala Tayfun’u bulamamıştık. Ben saat dört gibi ölü ve yaralıların listesini almıştım ama aralarında Tayfun yoktu. Dedim ya zaten Tayfun ve ölüm hiç yan yana koyabildiğim isimler değildi. Listelerde de ismini göremeyince gözaltına alındığını düşünerek adliyeleri gezmeye başlamıştım. Gözaltında da değildi Tayfun. Oğlum Deniz de olayı öğrendiği gibi İstanbul’dan yola çıktı, Ankara’ya geldi. Ben de arkadaşımın evine döndüm. Ne kadar oturmaya çalışsam da duramadım, yeniden hastaneleri dolaşmaya karar verdim. Oğlumu da yanıma alarak yeniden hastaneleri dolaşmaya çıktığımız sırada Tayfun’un ölüm haberi geldi.

Son olarak 10 Ekim gününden bu yana sizde iz bırakan şeylere dair söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Marat Deniz: Hastane süreci boyunca birçok siville karşılaştık ve bütün saldırganlığımıza rağmen kafalarını eğip, “Haklısınız” diyerek cevap verdiler. Neyin ne olduğunu biliyorlardı. Birkaçından öğrendiğimize göre Terörle Mücadele birimindeki polislerin o gün görevde olmadıklarını öğrendik. Hepsinin olayın ardından göreve çağırıldıklarını söylediler.

Gülderen Ertaş: Şöyle anlatsam bazı şeyleri özetlemiş olurum. Bundan bir iki ay kadar önce Ankara’da bir eylem yapıldı, şu an ne eylemi olduğunu da hatırlayamıyorum, ben de çocuklarıma, hem Deniz’e hem de Özgür’e, oraya gideceğimi söyledim. Deniz, yüzüme bakamayıp, utanarak “Anne gitme” dedi. Yüzüme bakamayıp başını çevirmesi birçok şeyi anlatıyor sanırım.