‘Kirpiklerimin arasından’ – Elend Aydın
Nekahat dönemini şiddetli bir gribal enfeksiyonla tatsız, kokusuz geçirmek yetmezmiş gibi, bir kez daha Furuğ’un ölümcül şiir bahçesine firar etmişim, yaraları bir kez daha bir kez daha kanatmak istercesine. Oysa hiç de mazoşizan bir halde değilim.
İçin Acıyor Bahçeye
çiçekleri düşünmüyor kimse
balıkları düşünmüyor kimse
kimse
kalbi güneşin altında iltihaplanan
hafızası yeşil hatıralardan usul usul boşalan bahçenin
ölmekte olduğuna
inanmak istemiyor
ve bahçenin duygusu sanki
kendi yalnızlığında çürümüş soyut bir şeydir
İtaatkârlık ve teslimiyete zorlayan sistemde kadın kimliğini hüzünlü ama isyankar ve kendine güvenen şiirleriyle savunan Furuğ 1935’te Tahran’da doğmuş. 1967’de aynı kentte kendi kullandığı otomobiliyle geçirdiği kaza sonucunda, yarım kalmış bir şiir olup göçmüştür. Ama Sylvia Plath, Nilgün Marmara ve Virginia Woolf gibi hayatın mezar taşına küskün çiçeklerle nakışlar gibi olmasa da, orda da bir intihar diyalektiği var. “Fericiğim” dediği kızkardeşine yazdığı bir mektuptan küçük bir alıntı:
…çünkü görüntülerin ve imgelerin ardında çok derin bir duygu ve harika bir insan görüntüsü var: Mistik ve biraz da teslimiyetçi bir durum. İnsanın, düşünce ve duygu bazında belli bir tecride ve “biçim”e ulaşamadığı sürece bu sorunları kavraması çok zor. Ya gelip geçici ve sıradan şeylerle mutlu olacaksın çocuk sahibi olmak gibi… veya uzun soluklu şeylerle ve “makul” kabul edilmeyecek şeylerle: şiir, sinema, kısaca sanat gibi!.. Herhalde yalnızsın ve bu yalnızlık, insanı bitiriyor ve kırılgan yapıyor: “kırgınlığım” yüzüme yansıyor ve saçlarım beyazlaşıyor; geleceği düşünmek boğuyor beni… geçelim… geçelim: durum bundan ibaret, yaz bana, birlikte olduğumuz günleri düşününce yüreğime ışık doluyor.
Dünyanın hiçbir yerinde özgür değilse de kadın, özellikle Ortadoğu gibi bir coğrafyada doğmuş olmanın şanssızlığını iliklerine dek yaşayan Furuğ’un sanatsal duruşu kendi ülkesinde hak ettiği değeri görmesi şurada dursun, aforoz edilip, itibarsızlaştırılır ama 1963’te cüzamlıları konu alan “Ev karadır” adlı filmi, Almanya’daki Oberhausen Şenliği’nde birincilik ödülünü alır. 1965’te UNESCO, Furuğ’un yaşamını konu alan bir film yaptırır. Bernardo Bertolucci de onunla ilgili bir belgesel çeker. Ama o yalnız ve yaralı bir şair olarak acı çekmeye, yalnız bırakılmışlığın ateşinde yazmaya devam eder. “Sevgili Feri”sine yazdığı son mektupta şöyle der:
Ailemizde ilk ölen insan ben olacağım, sonra sıra sende, bunu biliyorum.
İster şahlık, sultanlık, ister İslam Cumhuriyeti ya da Başkanlık Sistemi adıyla olsun, tüm rejimler kadın ve şiir düşmanıdır. Bu anlamda İran rejiminin de davacısıyız, bize Furuğ’u “borçlu” olduğunu asla unutmadan, şiirlerine sarılıp, şiirleri, “derinliklerde kaybolmuş” şairliğiyle kuşanarak mücadele etmeye devam edeceğiz, Furuğ’lar layık oldukları ülke ve dünyalarda yaşayana dek…
Şiirlerine benzetildiği Furuğ’u Farsça aslından Kürtçeye çevirme hedefim yaklaşadursun, isyanlara isyanlarımızı katarak sessizce okuyalım şiirlerinin bir kısmını:
O Günler
o günler geçip gitti
o güzel günler
o dopdolu, esenlik içindeki günler
o pul pul ışıldayan gökyüzü
o kiraz dolu dallar
oyunbaz uçurtmaların süzüldüğü o çatılar
akasya kokularından başı dönen o sokaklar
o günler geçip gitti
o günler, kirpiklerimin arasından
(…)
o günler geçip gitti
o sükut içindeki karlı günler
sımsıcak odada pencereden
dışarıyı seyre dalardım, başım dönerek
saf, beyaz kartanelerim
tüy gibi yumuşak
usulca yağardı
Gecede Görüşme
ve şaşkınlık içindeki yüz
pencerenin ötesinden bana
“hak görenledir
ben kaybolmuşluk duygusu kadar korkuncum
ama Tanrım
nasıl korkulabilir benden
ben, ben ki hiçbir zaman
gökyüzünün sisli çatılarında
başıboş ve hafif bir uçurtmadan başka
bir şey değildim
aşkımı ve hevesimi ve nefretimi ve derdimi
mezarlığın geceden yalnızlığında
adına ölüm denen fare kemirmektedir” dedi
(…)
yazık
ben ölüyüm
ve gece hâlâ
o anlamsız gecenin devamıdır sanki
Karanlığın Ortasında
sana seslendim
sana seslendim
bütün varlığım
bir kadeh süt gibi
ellerimin
arasındaydı
ayın mavi bakışı
camlara vuruyordu
kederli bir ezgi
ağustosböceklerinin şehrinden
yükseliyordu duman gibi
İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına*
(…)onlar bir kalbin tüm masumiyetini
masallar sarayına götürdüler beraberlerinde
ve artık
nasıl dans edebilir insan
ve çocukluğunun saçlarını
nasıl döker akan sulara
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
nasıl ezer ayaklarının altında
sevgili, ey biricik sevgili
ne çok karar bulut beklemekte güneşin şölenini
bir gün beliriveren o kuş sanki gözle görülür
bir çemenlikten havalanmıştı
o mnevişli alev
lambanın masum imgesinden başka bir şey değildi sanki
rüzgar esiyor sokakta
bu yıkımın başlangıcıdır
ellerinin yıkıldığı gün de rüzgar esiyordu
sevgili yıldızlar
sevgili karton yıldızlar
gökyüzünde yalanlar uçuşmaya başladığında
sığınabilir mi artık
başları yarılmış peygamberlein sürelerine
binlerce yıllık binlerce ölü gibi
birbirimize kavuştuğumuzda
güneş yargılayacak çürümüş cesaretlerimizi
NOT: Sevgili Furuğ “çürümüş cesetler” sarıklı cüppeli, kravatlı, erkek iktidarlar ve onların darağaçlarıdır. Oysa sen şiirsin, senin cesedin olamaz, şairsin senin ölümün de olamaz.