Ana Sayfa1915'TEN BUGÜNE1915’ten BUGÜNE | Foucault ve Deleuze’ün öğrencisi Ermeni bir mimar: Michel Mossessyan

1915’ten BUGÜNE | Foucault ve Deleuze’ün öğrencisi Ermeni bir mimar: Michel Mossessyan

HABER MERKEZİ – 1915’ten bugüne uzanan Ermeni portrelerinde bu hafta ailesinin hikayesi Amasya’dan Fransa’ya uzanan Michel Mossessyan var. Mossessyan bir mimarın başlıca mücadelesini ‘insanların aidiyet duyduğu alanlar yaratmak’ olarak tanımlıyor. Ailesinin son olarak geldiği ülke olan Fransa’da Foucault, Deleuze ve Derrida’dan felsefe dersleri alan Mossessyan, iletişimin sadece dile değil, seziye ve hayal gücüne de dayalı olduğunu belirterek, birçok ülkede insanların kültürel bir bağ oluşturacağı projeler yürütüyor.


Çeviri: Tolga Er


Michel ilk kez bir mimarlık yarışmasını kazandığında beş yaşındaydı, ikincisini ise altı yaşındayken kazandı. Fransa’nın güneyindeki Roussillon sahillerinde her yıl ailece yaptıkları tatilde Michel arka arkaya iki sene boyunca kumdan kale yarışmasını kazandı. Bu genç mimarın fotoğrafı Le Figaro gazetesinde yayımlanarak, tüm aileyi gururlandırdı. İnşaat alanlarına tutkuyla yaklaşmaya başlayan Michel, daha sonra babasının verdiği eğitimle turnuvalara hazırlandı. Her ikisinin de oldukça keyif aldığı harika bir dönemdi.

Yapımı 2010 yılında tamamlanan ve Michel’in mimarlık firmasının önde gelen projelerinden olan Londra’daki ofis binası

İlk bakışta Michel’in mimar olarak başarılı olması her zaman kaderinde var olmuş olarak görülebilir. Ancak o başka şeylere, özellikle de Paris gibi bir şehirde yaşamanın onca artısından biri olan sinemaya düşkündü. Çarşamba günlerini sinemayla geçiren Michel, o gün içerisinde yaptıklarını şu sözlerle anlatıyor:

Çarşamba günleri dersim olmadığından ötürü hep sinemaya giderdik. Şanzelize Caddesi’nde saat 10’da bir filme girer, saat 2’de ise Latin Mahallesi’ndeki Hautefeuille Sokağı’nda başka bir film izlerdik. Son olarak da Les 3 Luxembourg’a giderdik. Çoğu zaman siyah beyaz filmler izledik, ancak Wim Wenders’ın filmleri gibi yeni filmler de seyretmiştik.

Michel’in kendisi de oldukça hevesli bir yönetmendi, Super 8 kamerasıyla birçok film çekti. Sonrasında da film okuluna başvurdu ve Foucault, Serres, Deleuze ve Derrida’nın verdiği felsefe derslerine katıldı. ICRAM’daki seminerler de bu derslerden daha önemsiz değildi; sadece avant-garde müzik laboratuvarında akımın kurucularından Pierre Boulez, kendi eserlerinin iç yüzünü anlatmadı, aynı zamanda Stockhausen, Cage ve Nono gibi bestecilerin de eserleri yakından tanıttı. Laboratuvar ise 1977 yılında açılan Centre Pompidou binasındaydı. Michel, o günleri anlatırken “Bizler için kültürel devrimdi” diyor ve hala o dönemki heyecanını içinde taşıyor.

Boşluğa şekil vermek

Michel aynı zamanda New York, Cambridge ve Massachusetts’te mimarlık dersleri aldı. Mezun olduktan sonra Londra’da Docklands’in dönüşümüne katkı veren ve dünyanın önde gelen mimarlık firmalarından ‘Skidmore, Owings & Merrill’ için çalıştı. Şimdiyse 10 senedir Britanya’nın başkentinde sahibi olduğu mimarlık şirketinde ve her ülkeden dikkat çeken büyük ölçekli projelere imza atıyor. Londra’daki birçok projenin yanı sıra, Fas’ın Fes kentinin meydanının yeniden tasarımının yapılmasından sorumlu. Öte yandan Çin’in Şangay kentindeki Exxonmobil için devasa bir teknoloji merkezi inşa ediyor, Katar’ın başkenti Doha’da ise yeni kurulan Msheireb mahallesindeki inşaatları yönetiyorlar. Michel aynı zamanda Belçika’nın başkenti Brüksel’deki yeni NATO Genel Merkezi’nin tasarımında azımsanmayacak kadar önemli bir rol oynadı.

Şangay’daki ExxonMobil’in teknoloji merkezi

Michel’e göre “Bir bina sadece kabuktan ibaret değil; içinde yaşayanlara ve halka taşınması gereken fikir ve amaçların birleşiminden yola çıkılarak oluşuyor.” Michel, sürekli olarak eserlerinin temelini oluşturan ‘kültürel yakınlık’ konusuna değiniyor. İnsan ihtiyaçlarının her zaman için piyasada ve siyasette olanlardan daha ağır bastığını belirterek, şöyle konuşuyor:

Asıl soru; insanların tekrar gelmeyi isteyeceği kadar keyif aldığı alanlar yaratmak. Her şeyden önce oluşturdukları kültürel bir bağ, ekonomik değil. Sonuç olarak ekonomik başarı ağırlıklı olarak insanların geri gelip gelmeyi istemeyeceğine bağlı.

Michel’in en son başarısı Mekke’deki İslami İnanç Müzesi eseriyle tasarım yarışmasını kazanmak

Michel’in düşünce sürecinde kültür, kimlik ve aidiyet gibi kavramların önemli kategoriler olarak yer etmesi nedensiz değil. O, bu durumu “Sadece soyadımdan dolayı değil, ancak her zaman için farklı olduğuma dair bir hissim vardı. Fransa’da doğmuş olsam da, benim geçmişim sınıf arkadaşlarımkinden farklıydı” sözleriyle anlatıyor.

Michel’in büyükannesi Elisabeth Altounyan ise 1897 yılında doğdu. Arkasında Karadeniz’in büyük limanı Samsun’un yer aldığı Kaçkar Dağları’nda bulunan Amasya’dan geliyordu. Ancak o orada değil, babasının Amerika’da 20 yıl geçirmesinin ardından sebze ve meyve toptancısı olarak çalıştığı Kırım’da, Yalta’da büyüdü. Rus Çarı ve ailesi Kırım’daki yazlıklarına geldiğinde onların evinin ihtiyacını o sağlardı. Aristokrat çevrelerdeki diğer kızlar gibi Elisabeth de balolara çağrılırdı. İlerlemiş yaşında bile şaşalı suareleri ve vals ettiği günlerden bahsetmekten geri duramıyordu.

Sonrasında yaşanan Ekim Devrimi ile beraber ise Rus Monarşisi sona erdi.

Yalta’daki Altounyan ailesinin meyve ve sebze ticareti

Dönüşü olmayan bir yolculuk

Sonraki birkaç yıl içerisinde aile çok daha ağır darbeler yaşadı. 1. Dünya Savaşı’nın başında Elisabeth, Osmanlı İmparatorluğu’nda yer alan Amasya’ya yolculuk eden büyükannesine eşlik edecek, orada uzak aileden olanlara görüşecek, ve şehirde sahip oldukları evi onunla beraber satacaktı. Yolculuğu dört gözle bekliyordu ve aile konseyi gitmek için çok genç olduğu kararını verdiğinde hayal kırıklığına uğradı. Elisabeth yerine ablası Sinaoush, büyükannesi ile beraber gitti.

Amasya’ya varmalarından sadece birkaç ay sonra Osmanlı’nın tamamında Ermeni halkına yönelik şiddet başladı; Amasya’daki Ermeniler de bu şiddetten esirgenmedi. İki kadın bir daha dönemedi, yaşadıklarının ayrıntılarını aile öğrendiğinde 15 yıl geçmişti bile.

Elisabeth, savaştan sonra tahıl tüccarı Missak Mossessyan ile evlendi. O da, babası gibi toplantıların tedarikçisi idi. Sovyetlerde Hristiyanların kıyımı başlamış olduğundan sivil kıyafetler içindeki çifti yerel bir papaz evlendirdi. Yeni evliler daha sonra Moskova’ya geçti. Ancak Joseph Stalin’in ticareti durma noktasına getirmesiyle ve sınırları kapamasının ardından kendisini zor zamanların beklediğini öngördü. İran pasaportu temin etti ve elindeki tüm malvarlığını elmasa çevirdi. Elmasların bazılarını takım elbisesinin düğmelerine, bazısını ise sahte dişlerine saklayarak Nahçıvan üzerinden İran’ın Tebriz kentine geçti. Birkaç hafta sonra da Lübnan’a, Beyrut kentine vardı.

Beyrut’a varmalarının ardından Elisabeth’in kuzeni, Ermeni Soykırımı sırasında Amasya’da neler yaşandığını anlattı onlara. İlk olarak birçok erkeğin tehcir edildiğini söyledi. Daha sonra geride kalan birkaç erkeğin kiliseye götürülerek, orada diri diri yakıldığını anlattı. Siranouch ve kendisi dahil olmak üzere kadın ve çocukların ülkenin iç bölgelerine doğru sürüldüğünü; hırsızlığa, şiddete, cinsel tacize maruz bırakıldığını ve yolda öldürüldüğünü aktardı. Sadece birkaçı kendini kurtarabilmişti. Elisabeth’in o zamanlar çocuk olan kuzeni de kendini kurtaranlardı.

1910 yıllarında Altounyan ailesi. Michel’in büyük büyükannesi Elisabeth (gri elbiseli) ve onun torunu Siranoush (sağ aşağıda) 1915 yılında Türkiye’de öldürüldü. Michel’in büyükannesi Elisabeth (en sağda) şans eseri kurtuldu.

Yabancı bir ülkeye varış

Dört kişilik genç aile ilk olarak Amerika’ya göç etmeyi planladıysa da, Fransız Konsolos’un Fransa’ya yerleşme şartıyla Fransız vatandaşlığı teklif etmesi fikirlerini değiştirdi. Toulouse kentinin tarihi mahallesi Albi’ye taşındılar ve burada ayakkabı işine girdiler. Missak’ın ismi de Fransa’da Michel oldu.

Ardından başka bir çocukları daha oldu; George. Aile ilk geldiğinde kimseyi tanımıyordu, çevrelerinde de hiç Ermeni yoktu. Yine de 1979 yılında, Missak’ın cenaze töreninde Albi Katedrali insanla doluydu. Michel, o gün vefat eden büyükbabasının ismini almaktan duyduğu gururla şöyle diyor: “Başarılı bir asimilasyonun daha iyi bir kanıtı olabilir mi?”

Michel’in babası Charles, çokuluslu bir şirketin teknik işler müdürü oldu. Kısa bir zaman önce ise Michel, babasının emekliliğinde yaşaması için Fransa’nın güneyinde bir ev yaptırdı. Burası, kumdan kale yarışmasının gerçekleştiği plajdan çok uzak değildi, ikili tekrar bir araya geldi.

Elisabeth ve Missak Mosessian 1937 yılında Fransa’nın güneyinde çocukları Georges, Ginette ve Charles ile beraber

Farklılık okulu

Küçük yaştan itibaren Michel “uluslararası” konseptin etkisi altında kaldı: Büyük büyükbabası neredeyse 20 yılını Amerika’da geçirmişti. Bu geçmiş, durumun her zaman için belirsiz olduğunu bilmek ve özel bir kimliğe sahip olmak onun ufkunu genişletti.

Michel, “Bir mimar olarak benim için” diye anlatmaya başlıyor ve son olarak şöyle diyor:

Bu ‘farklılık okulu’ benim için her zaman bir avantaj oldu. Diğerlerini dinleyebilme, kendi deneyimlerimi onlarla paylaşabilme ve onların anlaşıldığını hissetmesine neden olan yakınlaşabilme yetim farklı kültürlerden kişilerle çalışmayı benim için çok kolaylaştırdı. Bu tür bir iletişim sadece dile dayanmak zorunda değil; daha çok iletişimin çekirdeğini oluşturduğunu düşündüğüm seziye ve hayalgücüne dayalı. Ben bu durumda belli bir Ermenilik olduğunu düşünüyorum. Evet, bence var!


Kaynak: Aurora Prize



Önceki Haber
Yıldırım’a göre KHK’ye eleştiriler ‘boş’: Hiçbir düzeltme yapılmayacak
Sonraki Haber
Gemlik zeytinlikleri tehlikede: Taşınma kararının arkasında ‘gizli rant’ var