Ana SayfaManşet‘Bir şeyden korkmak, hiçbir şeyden korkmaktan iyidir’: OHAL’de kaygılı bir bekleyiş

‘Bir şeyden korkmak, hiçbir şeyden korkmaktan iyidir’: OHAL’de kaygılı bir bekleyiş

Ve tekrar barış olduğunda, güvercin, “Beni rahat bıraksalar da yeniden kuş olsam” diyecek.

Cezayirli yazar Malek Haddad


Özge Kanlı


2016 yılının Temmuz ayından bu yana Olağanüstü Hal (OHAL) beş kez uzatıldı, altıncı kez uzatılması da gündemde. İleriye dönük bir iyileşmeden bahsetmek çok güçken, yaşanan darbe girişiminin tüm gerçekliği ve nedenselliği hâlihazırda geçmişin zalimliğine özlem duyulacak denli rahatsız bir belirsizlik ve çarpıtma ile resmediliyor.

Darbe girişimi hala çok çeşitli algı ve düşünce bağlamları içerisinde farklı gerekçeler ile açıklanmaya çalışılıyor, darbe girişiminin nedenselliği oturtulmaya çalışılıyor. Zihinler bu konu ile ilgili puslu. Sanki bir darbe girişiminden ve OHAL’den değil de polisiye bir romandan bahsediyor, roman hakkında spekülatif tartışmalar yürütüyor gibiyiz. Gerçeklik, kurgu roman olmuş durumda yani. OHAL durumları ise yıllardır takip edilen sistematik, paslanmış ve zalim bir mekanizmanın ezber sırasını hatırlatıyor. Bu kısım ise kurgu dışı bir gerçekliğe tekabül ediyor.

OHAL, yanlı ve bedavacı bir tarih ile şekillenmiş zihinlerde darbeleri meşrulaştırıyor. Ayrıca baskı politikalarını koruyan bir kalkan veya gizlenmeye çaba sarf edilen tüm belirsizliklerin üzerini örten kalın bir perde haline dönüşüyor. Bizler ise gerçekliğimiz ile alay edilirken, kimin hayatta kalıp kimin kalamayacağına karar veren egemenlik mantığı ile yazılan bu romanda, gerçekliği hatırlatan ama bir yandan da gerçekleri gizlemeye yardımcı olan OHAL politikaları ile cezalandırılıyoruz. Yüzyıllardır insan onurunu ve duygularını besleyen iyi ve kötünün savaşını en canlı hali ile hem içeride, içimizde hem de dışarıda veriyoruz.

Korkunun belirsizliği

Samuel Beckett psikolojiye ve özellikle de kaygıya dair olan notlarından birinde, “Bir şeyden korkmak, hiçbir şeyden korkmaktan iyidir” diyor. Bu, OHAL kaygılarının üstesinden gelmemiz için bize istediğimiz sağaltımı sunabilir belki de. Beckett aslında belirsizlikten kaynaklı korkunun belirli ve iyi tanınmış bir korkuya nazaran daha dehşet verici bir şey olduğundan bahsediyor. Bana bunu hatırlatan tarihsel bir olgu ile örnek vermek istiyorum. Adam Philips’in “Hep Vaat Hep Vaat – Psikanaliz ve Edebiyat Üzerine Denemeler” isimli kitabında “Bombalarca Uzakta” makalesine değineceğim.

Blitz sırasında Londra’dan bir kare

Philips, Blitz* esnasında yani Nazi ordusu tarafından yoğun bombardımana tutulmuş olan Londra ve çevresi hakkında, çocuk psikanalizi ve genel olarak psikanalizi var eden bir olgu olarak savaş/çatışma adına önemli bilgiler aktarıyor. Philips yazının bir bölümünde 1944 yılında Ernest Jones tarafından verilen ‘Psikoloji ve Savaş Koşulları’ başlıklı bir konferanstan bahseder. Bu konferansta ise Ernest Jones, savaş koşullarının etkileri hakkında doğrudan kendi görüşlerini bildirir ve psikolojinin ya da en azından psikanalizin savaş koşulları ile kol kola girmesinden bahseder. Jones, şunları söyler:

Blitz’in karşı konulmaz biçimi ve amansızlığı ile karşılaştığımızda, işte o zaman kaynaklarımızın ve bizi koruyacak iyi şeylerin yerini belirleyebilmişizdir… ölümcül bir dehşet anında, ülkeyi güçlü yapıcı bir gruba dönüştüren şey korkudur, düşmanın açıkça farkına varmak ve onu canlı bir şekilde tanımlamaktır.

Jones’a göre Almanların saldığı saf dehşet, Londralıları karamsar endişelerden etkilenemez hale getirmiştir (Philips, 2007, 59). Bu tarihsel deneyimler Türkiye deneyimleri ile karşılaştırıldığında bize şu tabloyu sunuyor: OHAL politikaları zaten 80’lerden beri ülkenin belli bölgelerinde sistematik bir şekilde uygulanıyor. Darbe girişimi ve ülke genelinde ilan edilen OHAL politikaları aslında Batı’da da etkili olmaya, kendini göstermeye başladı ve aslında yüzleşmekten kaçınılan korkular ile daha yakından temas kurulmasına vesile oldu.

Kaygılı bir bekleyiş

Bir buçuk yıldır ülke genelinde devam eden OHAL koşulları, işkence ve kötü muamele, artan intihar vakaları, cezaevlerinde ve dışarıda dayatılan uygulamalar ve kadına yönelik şiddet bize bir fikir vermekte ve bir resim sunmaktadır. Bu resim onu yakından tanıyarak, ondan tamamen farklılaşmamızı kolaylaştırabilir. Beckett’in kaygıya dair olan ifadesine atıfta bulunursak, bu resim ile belirsizliğe karşı olan bir korkudan bahsetmemiz zor olur ve dolayısı ile artık kaygılarımız ile baş başayız diyebiliriz.

Dünya’daki güncel gelişmelere dair haberlere göz atıldığında, içine çekildiğimiz bu şiddet ve hukuksuzluk resminin aslında yaygınlaşmaya başlayan bir yönelim olduğu görülüyor. Tabii bunun aksinde gelişen, şiddet ve hukuksuzluk resmi sunmayan gelişmeler de oluyor. Güzel olan da topyekun bir kötülükten bahsetmenin henüz mümkün olmaması…

2002 yılında Evrensel Kültürler Akademisi’nin “Barış” üzerine yaptığı bir forumda, Per Ahlmark iki demokrasinin tarih boyunca asla savaşmadığını bilinen bir gerçeklik olarak ifade etmiştir. Ahlmark, demokrasilerin hiçbir zaman aralarında savaş yapmadıklarını, çok nadiren toplu katliamların sorumlusu olduklarını ve bir demokraside asla kıtlık olmadığını belirtmiştir (Barret-Ducrocq, 2005, 62). Ahlmark buradan, bir demokrasiyi hayal etmenin aslında barışı hayal etmek ile hemen hemen aynı şey olduğu sonucuna varmıştır. Bu analizler etkileyici ve umut vericidir.

OHAL koşullarından, karşılıklı şiddet ve linç kültüründen, işkence ve kötü muameleden, kadına yönelik şiddet ve ayrımcı uygulamalardan, intihar vakalarından, hukuksuzluklardan, haksız yargılamalardan ve zindan ile cezalandırılmaktan, ve sayamadığımız benzeri uygulamalardan ancak ve ancak demokrasiye doğru, müzakere atılımını kapsayan barışçıl bir tutumun alınması ile sıyrılabilinir. Bu durum, resmi çizenler için de geçerlidir. Bu resmi çizenler, sundukları resimden dolayı çok iyi tanınmış durumdalar ve onların da içinde bulundukları korku ve endişe dünyasından da, sonunun demokrasi ve barış dışında başka bir yolla gelemeyeceğini çok iyi bildikleri korku ve kaygı duvarlarından da aynı tutumun alınması ile, yani birbirinden ayrı düşünülmesi oldukça zor olan demokrasiyi ve barışı bir arada hayal edebilirlerse kurtulabilinir.

Umberto Eco, “Evrensel barış ölümsüzlük arzusu gibidir ve tatmin edilmez bir arzudur” der. Ve ekler: “…bizim yapacağımız yerel barışlar için çalışmaktır. Küçük barışlar bir yarayı iyileştiren tıbbi müdahale işlevini görebilir; ölümsüzlük vaadi değil ölümü geciktirmenin bir yoludur.” (Barret-Ducrocq, 2005, 40).


* Blitz: İngiltere’nin Nazi Almanya’sı tarafından Eylül 1940 ve Mayıs 1941 süresi boyunca aralıksız bombalanmasına verilen addır.

Barret-Ducrocq, Françoise (2005). Evrensel Kültür Akademisi, Barışı Hayal Etmek, Unesco Büyük Toplantı Salonunda 19-20 Aralık 2002 Tarihleri Arasında Yapılan Uluslararası Forum. İstanbul: Metis Yayınları

Phillips, Adam (2007). Hep Vaat Hep Vaat, Edebiyat ve Psikanaliz Üzerine Denemeler. İstanbul: Metis Yayınları

İnsan Hakları Ortak Platformu (08, 2017) Olağanüstü Hal ve Tedbir Düzenlemeleri, Güncellenmiş Durum Raporu.