Ana SayfaManşetFrederike Geerdink: Sınır dışı edilmekten korkan gazeteciler Güneydoğu’ya gitmiyor; bu, utanç verici

Frederike Geerdink: Sınır dışı edilmekten korkan gazeteciler Güneydoğu’ya gitmiyor; bu, utanç verici


Röportaj: Müjgan Halis


Frederike Geerdink’i Türkiye kamuoyunun bir kısmı yakından tanıyor, özellikle gazeteciler ve siyaset camiası. Geerdink, Hollandalı bir gazeteci. Yaklaşık 10 yıl Türkiye’de yaşadı. Bu 10 yılın bir kısmı Diyarbakır’da geçti. Türkçe ve Kürtçe öğrendi. Kürt sorununu yakından izledi, önemli haber ve röportajlara imza attı. 2015’te Diyarbakır’daki evinden gözaltına alındı ve bir süre gözaltında kaldıktan sonra sınırdışı edildi. Ancak, ülkesine dönse de Türkiye’yi ve Kürtleri yazmaya devam etti. Türkiye’den sınırdışı edildikten sonra, bize anlattığı kadarıyla Mayıs 2016 ve Haziran 2017 yılları arasında, ‘embedded gazeteci’ olarak YPG ve YPJ’yi sahada izledi. Yakında bu gözlemlerini bir kitapta bir araya getirecek. Bu hafta Frederike Geerdink ile uzaktan bir söyleşi yaptık. Bulunduğu yerden; hem Türkiye hem Kürtler hem Avrupa hem de bundan sonrasına dair yorumlarını aldık.

Şöyle başlayalım: Türkiye’de uzun yıllar yaşadınız. Kürt sorununu yakından gözlemlediniz. Savaş süreçlerine de, barış sürecine de tanıklık ettiniz. Meselenin buralara geleceğini tahmin ediyor muydunuz?

Hayır, etmiyordum. ‘Barış süreci’ boyunca hükümetin samimi olmadığını biliyordum, ancak kent savaşlarının da yaşanacağı bir şekilde kontrolden çıkılacağını beklemiyordum. İstanbul ve Diyarbakır’da 10 yıla yakın bir süre yaşadıktan sonra bile Türkiye hakkında tahminde bulunmak zor. Yine de devleti daha iyi tanıma fırsatı buldum. Roboski Katliamı’nı araştırdıktan sonra konuya vakıf olduğumu düşündüm, ancak kanunsuzluk benim tahminimden de daha derindeydi.

“Yabancı gazeteciler Kürt coğrafyasına gitmeye çekiniyor”

Türkiye’den yaklaşık 2,5 yıl önce sınır dışı edildiniz. Kendi deneyiminizden de yola çıkarak, hem Türkiye’deki ana akım medyayı hem de muhalif medyayı analiz etmenizi istesem, neler söyleyebilirsiniz?

Eylül 2015’te idi. Türkiye’de medyaya ilişkin iki sorun olduğunu düşünüyorum. Birincisi, devletin birçok yönden gittikçe daha çok sansür uygulaması; ikincisi ise patronlara ilişkin. İkisi de Erdoğan’dan daha eskiye uzanıyor. Hem yurt dışında hem de Türkiye’de basında özgürlüğün olmaması durumunu Erdoğan’ın getirdiği yönünde bir algı var, ancak Türkiye’de basın hiçbir zaman özgür olmadı. Şimdi, şu ana kadarkinden daha kötü durumda, bu doğru, ancak medya sistemi içindeki sorunların kökü çok daha derinde. Türkiye’nin sahip olduğu birçok iyi, dürüst ve profesyonel gazeteciler için bu çok üzücü bir şey. Onlar haberlerini nerede yayınlayacaklar?

Çok sayıda ‘gazete’ artık hiçbir şekilde ‘gazetecilik’ adı altında tanımlanamayacak halde. Burada genel olarak hükümet medyası için konuşuyorum. Onlar için Erdoğan yanlısı diyemiyorum; çünkü başka seçenekleri yok. Erdoğan onlara dikte ediyor; hepsi Erdoğan’ın gazetesi. Göz göre göre, bilerek ve isteyerek yalan söylüyorlar. Bunun bariz ve sayısız örneği var. Mesela çoğu zaman Kürt medyası güvenilmez olarak görülür, ancak Türkiye’yi takip ettiğim yıllar içerisinde onları hiç yalan söylerken yakalamadım. Onların tek sorunu kalabalığı sayamamaları, her zaman çok abartıyorlar.

Medyanın diğer tarafında, büyük holdinglerin parçası olmayan, böylelikle doğrudan Erdoğan tarafından kontrol altına alınamayan Cumhuriyet, BirGün ve Evrensel gibi nispeten güvenilir kalabilenler bulunuyor. Tabii ki onların kendi dünya görüşleri var, ancak bu, gazetecilik kurallarının önünde durmadığı sürece sorun değil.

Geride bıraktığımız 3 yılda, sadece Türkiyeli gazeteciler değil, duyduğumuz kadarıyla Türkiye’de görev yapan yabancı gazeteciler de kendilerini giderek daha çok güvenliksiz hissediyor. Buradaki yabancı gazetecilerle ilişkileriniz olduğunu tahmin ederek soruyorum: Yabancı gazeteciler ne düşünüyor, nasıl çalışıyor?

Yaptıkları haberlerden gördüğüm kadarıyla artık Güneydoğu’ya gitmeye cesaret eden çok kişi yok. Bu, utanç verici. Sınırdışı edilmekten korku duymamalılar. Sadece serbest çalışanlar değil, aynı zamanda yabancı gazetelerde ve televizyon kanallarındaki haber ajanslarında çalışanlar da duymamalı. Kovulmak korkunç, ancak Türkiye’de şu an yabancı bir gazeteci olmak ve Saray’a hala erişim sahibi olmak çok daha kötü. O zaman işini ciddiye almıyorsundur. Senin işin iktidardaki kişilere erişim sahibi olmak değil, iktidardakileri sorumlu tutmak. Ancak şunu da söyleyebilirim: Hâlâ Türkiye’de çalışan meslektaşlarımdan duyduklarım hakkında konuşamıyorum, çünkü deneyimlerimizi gizlilik içinde paylaşıyoruz.

Kürt coğrafyasında şehir merkezlerinde yaşanan çatışmalı sürecin bir kısmına da tanıklık ettiniz; Sur’a, Cizre’ye, Yüksekova’ya. Artık bildiğimiz yerlere pek de benzemiyorlar, malum yıkımlardan sonra. Kürtlerin, bunca şiddete rağmen bölgeyi terk etmemesini nasıl yorumladınız?  Tek tek insanlarda ve genel olarak Kürt toplumunda nasıl bir ruh hali gözlemlediniz?

Yine de çok insan ayrıldı. Tanıdığım birçok şehir ve kentteki birçok insan yurt dışında. Mesela geçtiğimiz hafta röportaj yaptığım Faruk Encü. (Röportaja BURADAN ulaşabilirsiniz) Birçok kişi yetkililer tarafından evlerinden ayrılmaları yönünde baskı altında kaldı ve sonrasında hapse atıldı. Ortasu, yani Kürtçe ismiyle Roboski’nin yakınındaki Gülyazı’da yaşamış olan ve şimdi Antalya Cezaevi’ndeki arkadaşım Meral Geylani gibi. Kent savaşları sırasında ve sonrasında onbinlerce kişi yerinden edilerek daha büyük Kürt şehirlerine, Türkiye’deki diğer bölgelere veya yurt dışına gitti. Kalanlar ise ya ata toprağından ayrılmaya direniyor ya başka bir yere gidecek duruma sahip değil ya da devlet baskısından ve konut ile emek piyasasındaki ayrımcılıktan ötürü Kürt coğrafyası dışında düzgün bir hayat kurma şansına sahip olmadığını biliyor.

“Kürtler bir gün özgürleşecek ama haberini yazacak kadar yaşayacağımı düşünmüyorum”

Gözlemlerinizden sonra, kendi gözlemlerimi de ekleyerek şu soruyu sormak isterim: Kürtler bütün yaşadıklarına rağmen hala ‘barış’ diyor. Muhtemelen sizin de çok duyduğunuz ‘asker de, polis de, gerilla da ölmesin’ sözleri hala dillendiriliyor. Bu dilek, size ütopik mi geliyor yoksa bir barış hala mümkün mü?

Tabii ki mümkün. Ancak yine de uzun zaman alacaktır. Biz insanlar çok kısa zaman dilimleri içinde düşünmeye alışkınız. Hayat süresi ve konut kredisinde olduğu gibi. Ancak daha büyük düşünmemiz gerekiyor. Oldukça fazla sayıda Kürdün; torunları, hatta torunlarının torunları için barış hakkında konuştuklarını duydum ve bunu her zaman için fazlaca sabırlı bir tutum olarak görüyorum. Ancak onların perspektifinden bakalım bir de: Kürtler, Cumhuriyet döneminde hiçbir zaman barış içinde yaşamadı. Çoğu Türk, konu Kürt sorunu olunca, barışın PKK’nin düzenlediği 1984’teki ilk saldırı ile bozulduğunu düşünüyor, ancak Kürtler asla barışı yaşamadı. Şimdi mücadele başladı ve meyvesini verecektir, ancak bu zaman alacak. Ancak barış, belki özgürlük daha uygun bir kelime olabilir, kaçınılmaz. Haberini yapacak kadar yaşayacağımı düşünmüyorum yine de. Ancak algım değişti. Barış süreci bozulduğunda Kürdistan’da özgürlüğü haber yapamayacağımdan ötürü üzgündüm; fakat şimdi bu uzun mücadelenin ilk on yıllarında yaşadığım ve onun hakkında haber yaptığım için mutluyum.

Biliyorsunuz, 15 Temmuz’dan sonra adeta bambaşka bir ülke olduk: Biz içeride neler yaşadığımızı biliyoruz da, Avrupa halkları burada neler olup bittiğine dair ne kadar fikir sahibi?

Avrupa çok büyük bir yer, o yüzden cevaplaması biraz imkansız bir soru. İyi bilgi sahibi kişilerle konuşuyorum, ancak fikir sahibi bile olmayan kitleler var. Bence bu durum normal, çünkü dünya çok büyük. Sen ve ben de muhtemelen Arjantin, Vietnam veya hatta Yunanistan’daki dinamiklerin tümünü tam anlamıyla kavrayamıyoruzdur. Almanya hakkında yorum bile yapmıyorum; çünkü yeterince bilmiyorum. O yüzden Avrupa’nın, bütün bu karmaşıklığıyla Türkiye’yi bütünüyle anlamasını neden bekleyelim ki?

Bir sorum da şu: DAİŞ’in büyük yenilgisinden sonra, Türkiye’nin dış politikası da epey hasar aldı. Artık dış politikada Türkiye’nin kiminle iyi, kiminle kötü ilişkisi olduğuna dair yorum bile yapamıyoruz. Çünkü sürekli bir değişkenlik arz ediyor. Siz neler gözlemliyorsunuz? Özellikle Avrupa yönetimlerinin Türkiye toleransları ne düzeyde?

Türkiye’de ne olduğunu biliyorsanız, Erdoğan’ın nasıl biri olduğunun ve sistemin içerisinde derine yerleşmiş faşizmin tamamıyla farkındaysanız… Bu cümleyi nasıl bitirebilirim ki? Bir kişi, ülke veya Avrupa Birliği gibi ülkelerden kurulu bir topluluk olduğunuzda aynaya bakmanız gerekir. Kendi sisteminizi eleştirmeniz gerekir. Örneğin kanıksadığımız, güneşin sabahları doğması gibi kaçınılmaz gördüğümüz ulus devlet sistemini. Kapitalizmi de aynı gerçeklikte görüyoruz. Türkiye’nin sorunları, onu al, şunu al, ötekini al anlayışıyla ulus devlet içine kök salmış durumda. Avrupa devletleri de temelde farklı değil. Demek istediğim; yükselen bu milliyetçilik nereden geliyor? Mültecilerden ve Müslümanlardan duyulan korku mesela? Bunların hepsinin farkına varılmasının yol açtığı sonucun, yapabileceğin bir şekilde sisteme direnmekten başka bir şey olması çok zor. Yine de Avrupa bunu yapamaz. Avrupa, kapitalizmle yaşayan ulus devletlerden kurulu. O yüzden Erdoğan’ı çok az eleştiriyor, ardından ticaretin çok etkilenmediğini sağlama alıyor.

“Ajan olduğuma dair iddialar saçmalık”

Örneğin tutuklu gazetecilerin durumu. Deniz Yücel ilk aklıma gelen isim. Avrupa’da pek çok aydın ve sivil toplum örgütünün, gazeteci örgütlerinin duyarlılıklarını biliyoruz. Fakat yeterli olmadığını da görüyoruz. Bu ‘izleme’ politikası size ne düşündürtüyor? Çünkü bir yandan da, Avrupa ülkeleriyle sürekli bir alışveriştir sürüp gidiyor.

Merkel ve Erdoğan’ın Deniz Yücel üzerinden ticaret başlatmaları çıkarcı bir durum. Yücel askeri sorunlar üzerine yazmıştı; şimdiyse tahliyesi Almanya’nın silah endüstrisine bağlı. Alman silah endüstrisinin yine Türkiye’ye satabilmesi karşılığında, Yücel’in kendi tahliyesini reddetmesini kimse beklemiyor, ancak bu ideal bir olay olmaz mı? Demek istediğim; gazeteciler her yönden kullanılıyor, ancak kişi olarak kendilerinin bir gücü yok. Hem kişi hem de örgüt olarak oldukça fazla sayıda basın özgürlüğü savunucusu var. Bunlar, gazetecilerin durumuna dikkat çekmeye yardımcı olabiliyor ve bizler de bunu yapmaya devam etmeliyiz. Yine de bunun Türkiye’deki basın özgürlüğüne dair temel sorunlarda yardımcı olacağını düşünmüyorum. Ayrıca hapisteki gazetecilere de kart göndermemiz gerek. Nedim Türfent’in adresi şöyle: Nedim Türfent /Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Koğuş A53, VAN

Biraz da kişisel hikâyenizle ilgili konuşalım. Bilmiyorum farkında mısınız ama hakkınızda Türkçe yazılan pek çok kaynak ‘ajan’ olduğunuz yönünde iddialarla dolu. Hatta bazı sözlük siteleri de buna dâhil. Hatırlatalım, aynı iddia Deniz Yücel ile ilgili de ortaya atıldı. Ne diyorsunuz bu iddialara?

Kelimelerimi mazur gör, ancak bu tamamıyla saçmalık. Bunu söyleyen insanlar, bir gazeteci için bu suçlamanın ne kadar ciddi olduğu konusunda hiçbir fikre sahip değil. Olabilecek en kötü şey bu. Ve insanlar gerçeği kaldıramadığından bir gazeteciye, hiçbir kanıt falan olmadan böyle bir suçlamada kolayca bulunabiliyor. Türkiye’de çalışan yabancı gazetecilerden, Deniz Yücel de dâhil olmak üzere, herhangi birinin ajan olması durumunda, o kişi gazetecilik topluluğundan sonsuza kadar kovulmuş olacaktır. Türkiye’de çalışan hiçbir meslektaşımın ajan olduğundan hiçbir şekilde şüphelenmiyorum. Türkiye’deki yabancı gazeteciler işini ciddiye alıyor. Hepsi aynı derecede cesur değil, ancak bu başka bir konu. Ayrıca bana kimin ödeme yaptığı konusunda her zaman şeffafım.

(Geerdink’in şu ana kadar çalıştığı yerler arasında Al Jazeera, BBC, Al-Monitor ve The Independent gibi dünyada önde gelen çeşitli medya kurumlarının yanı sıra ELLE ve Marie Claire gibi dergiler de bulunuyor.)

Ülkenize döndükten sonra sizinle yapılan bir röportajda şu cümlenizi okuduk: “Ben ülkeme dönebilirim ama Kürtler aynısını yapamaz.” Bu cümle bana Türkiyeli bir yazar olan “Bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” sözünü çağrıştırdı. Şimdi ölülerin bile mezarlarından çıkarıldığı günlerdeyiz. Türkiye’nin batısında da yaşadınız, İstanbul’da. Batıda yaşayan toplumun olan bitenden bihaber mi olduğunu düşünüyorsunuz, yoksa onayladığını mı?

Bu da çok geniş bir soru, özellikle de son üç kelimesi… Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bu, Türkiye’deki Kürt ve Türklerin tüm dinamiklerine ilişkin. Yine de şöyle bir şey denilebilir: Kürtler, Türkleri çok iyi tanıyor. Türklerin kültürünü, dilini, edebiyatını, tarihini, kahramanlarını, milli bayramlarını, medyasını, her şeyini bilmeye zorlandılar. Ancak Türkler Kürtlerin kültürü, dili, edebiyatı, kahramanları, milli bayramları ve medyası hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor. Bu, önemli bir konu. Kürt hareketinin sisteme karşı derinlemesine mücadele edebilmesinin nedeni de aynı zamanda bu: Onları çok iyi tanıyorlar.


Röportajı İngilizceden Türkçeleştiren Tolga Er.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Durdurulamaz bir öfkenin sonu; Kürt-Türk çatışmasına doğru – Hasan Doğan
Sonraki Haber
MGK’den OHAL’in uzatılması tavsiyesi ve 'müttefiklere' çağrı