Ana SayfaGüncel‘Metin Göktepe’yi anmak demek 150 gazetecinin tutukluluğuna itiraz etmektir’

‘Metin Göktepe’yi anmak demek 150 gazetecinin tutukluluğuna itiraz etmektir’

HABER MERKEZİ – 8 Ocak 1996 tarihinde İstanbul Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenaze haberini takip etmek için gittiği Alibeyköy’de polislerce dövülerek öldürülen Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe’nin aramızdan ayrılalı 22 yıl oldu. Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe, kardeşinin ölüm yıldönümünde ‘Her şey gülmek sana çok yakıştığı içindi’ başlığıyla bir yazı kaleme aldı.


Meryem Göktepe


“Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”

Ahmet Kaya’nın şarkısı dilimde. Diğer yandan Ahmed Arif’in dizeleri;

“Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana…

…….

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.”

Bizden kopartılalı 22 yıl oldu. Hasretin bir asır, acın dün sanki. Sen benim Küçük Kara Balığım, en ulaşılmaza ulaşmak için verdiğin çabayla, coşkuyla özlediğim, yeri dolmayan Metin’im. Unutursam diye çok korkarak yastığa başımı koyduğum arkadaşım, canım kardeşim. O haberi izlemek için olan ısrarına kızdığım, çokça kavga ettiğim eksik yanım. Ancak hep de gururla taşıdığım duruşun…

Ne desem hep eksik kalır. Senin bir defa olsun dokunduğun, yüreği sen gibi atan her insanda bıraktığın izler düşer aklıma. İyi ki birlikte 28 yıl dolu dolu geçirmişim diye düşünür, şanslı bile sayarım kendimi.

Bir yandan senin yaşlandıkça daha yakışıklı olacağını düşünürüm, ama hiç canlandıramam. Hep gözümde 28 yaşının baharında kalırsın. En çok da bu yanılgıya annemiz düşer, örneğin birisine anlatacağı zaman ablası/abisi diye kurduğu cümlenin sahibi o yıllarda daha genç ya da çocuk yaşlarındadır.

Konuya hâlâ giremedim değil mi?

Bilirim ki sen memleketi, gazeteciliği, olağanlaşan OHAL ve KHK ile işinden, aşından olanları, Nuriye ve Semih’in ölmemek için bedenlerini açlığa yatırmalarını merak edersin.

Kardeşin bildiğin, seni kardeşi bilen Ahmet Şık ve tutuklu gazetecileri öğrenmek istersin. Daha önceden yazmıştım Gezi’yi; “öldürülen her gencin gülüşü senin gülüşündür” demiştim. Sanki o öldürülen gençlerin her birinin cenazesi tekrar tekrar bizim evden kalkmış gibidir… Barışın elçisi Tahir Elçi’nin ardından Türkan Elçi’nin yazdığı şiiri dinlerken mesela, “Her şey sana ceket çok yakıştığı içindi” sözlerini senin için şöyle düzeltirken bulurum kendimi; “Her şey gülmek sana çok yakıştığı içindi”.

Birini, sevdiği birini, kaybettiğinde, insanın evinde nesiller boyu sürecek bir yas başlar. Daha doğmamış çocuklar, doğduktan sonra o yasa ortaklık eder. Ve bazı anneler inadına yaşarken, ki zor olan budur, bazılarının acısı yüreğini aşar ve kahrından öldürür… Bütün bunları görerek, bu acıları paylaşarak yaşamak elbet kolay değil. O yüzdendir ki bazen de utanırım acıma acı demekten; yıllardır kayıplarını arayıp bulamayan kayıp yakınlarından, annesinin cansız bedenini 7 gün boyunca evinin camından kurda, kuşa yem olmasın diye bekleyen Taybet Ana’nın çocuklarından… Kokmasın diye günlerce evinden çıkamadığı için buzdolabında bekletilen Cemile’nin annesinden…

Sonra şaşarım kendime, bunca acıya nasıl direniriz diye düşünürüm… Sonra bakarım hepsi bizimledir, Metin hep buradadır, Hrant buradadır, Musa Anter buradadır… Öldürdükleri bedenlerinizdir diye geçiririm içimden sonra… İşte senin yaşanmışlıların, ışığın, gülüşün, duruşun ve sıcaklığın buradadır, yanı başımda, yanı başımızda….

Sen gazetecisin diye, “özel muamele” gösterin demişti ya polisler… Bugün de biraz öyledir… Gazetecilik yapanlar özel muamele görmektedir, cezaevindedirler senin gibi yazanlar… Adliye koridorlarında geçirirler günlerini… Gazetecilik biraz senin bildiğin gibidir memlekette. Fatih Polat’ın deyimiyle; “Gazetecilik, haberi barikatın arkasından alıp getirmektir”. Bugün buna nasıl ihtiyaç var bir bilsen…

Eğer sen katledildikten sonra başta genç gazeteci arkadaşların olmak üzere geniş bir halk kesimi sahiplenmeseydi zor bela açılan o dava belki hiç açılmayacaktı ya, bugün de eğer sahiplenmeseydik Nedim Türfent’in ifadesinde söylediği gibi, “Yeni bir Metin Göktepe katliamı olabilirdi” gerçeğini. Metin’im… Senin gazetenin Evrensel’in Mersin Muhabirleri gözaltına alındığında, polis hâlâ “Sonunuz Metin gibi olacak” diye tehdit ediyor onları, biliyor ki senin kalemindir ellerindeki… Ve senin inadın…

Sonra Ahmet’in yaşadıkları… Barış Tahmaz’ın sözleri ile irkiliyoruz: “Ahmet Şık öldüremedikleri Metin Göktepe’dir”. Bildiğin gibi, Ahmet, hâlâ hapiste, Murat Sabuncu da… Onlar beyanlarında, “Metin Göktepe” gazeteciliğinden bahsediyorlar hep… Ahmet’in engellenen beyanından biliyoruz ki Uğur Mumcu gazeteciliğin yolunu aydınlatıyor. Musa Anter rehber olmaya devam ediyor. Hrant Dink kardeşliği örüyor. Sen ise yoldaşlık ediyorsun onlara: “Adalet, eşitlik ve özgürlük için atılan tohumların bu topraklarda boy verip filizlenmesi için mücadele eden Metin Göktepe’nin yoldaşlarıyız”.

Yine anacağız seni, bu yıl seni anmak demek; Ahmet Şık ile yan yana olmak, gerçekleri yeniden yazmak demektir. Seni anmak demek 150 gazetecinin tutukluluğuna itiraz etmek, halkın haber alma hakkını savunmaktır. Bugün bir gazetecilik dayanışmasının, mücadelenin meşru zeminidir Metin Göktepe’yi Kemer’deki yattığı yerde ziyaret etmek.

Ve sanki içeride Ahmet, gittiği yerde Metin bize Nâzım’ın şu sözleriyle seslenmekte;

Yani içerde on yıl on beş yıl
Daha da fazlası hattâ
Geçirilmez değil
Geçirilir
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir.

Biz yine her 8 Ocak’ta olduğu gibi yarın da saat 11.00’de seninle buluşmak için Esenler/Atışalanı Kemer Mezarlığında olacağız…


Bu yazı ilk olarak 7 Ocak tarihinde Evrensel gazetesinde yayınlanmıştır.



Önceki Haber
Bir kadın şiddete uğradı, çevredekiler seyretti
Sonraki Haber
Sur’da inceleme yapan Arkeologlar Derneği: Sur’da tarih yok edildi