Ana SayfaBilim ve TeknolojiNeoliberalizmde insan kendisinin despot patronudur – Meagan Day

Neoliberalizmde insan kendisinin despot patronudur – Meagan Day

Bilimsel bir çalışmaya göre, yeni bir psikolojik sıkıntı türünde kaygı verici bir artış var: Buna “neoliberal mükemmeliyetçilik” diyebiliriz.


Meagan Day

Çeviri: Başlangıç Dergi


Thomas Curran ve Andrew Hill’in Psychological Bulletin adlı dergide yayımlanan araştırmasına göre, mükemmeliyetçilik yükselişte. Her ikisi de psikolog olan yazarlara göre, “son dönemde genç kuşaklar, diğer insanların kendilerine karşı daha talepkar olduğunu görüyor; onlar da hem diğerlerine hem kendilerine karşı daha talepkar davranıyor.”

Bu artan mükemmeliyet iştahının altında yatan neden konusunda, Curran ve Hill lafı hiç gevelemiyor: Bunun nedeni neoliberalizm. Neoliberal ideoloji rekabeti kutsar, insanları işbirliğinden caydırır, hırsı teşvik eder ve kişisel değer hissini mesleki başarıya endeksler. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, bu değerlerin hakim olduğu toplumlarda insanlar çok yargılayıcı hale gelir ve kendilerinin de yargılanacakları bilgisi onları çok gergin kılar.

Psikologlar geçmişte mükemmeliyetçilikten sanki tek boyutlu bir olguymuş gibi bahsederdi— yani sadece bir bireyden ötekine yönelirmiş gibi. Halen de en yaygın kullanım bu; mesela birisinin mükemmeliyetçi olduğunu söylediğimize bunu kast ederiz. Ancak son yıllarda, araştırmacılar mükemmeliyetçilik kavramını genişletmenin epey anlamlı olduğunu gördü. Curran ve Hall da çok boyutlu bir tanım kullanarak, üç farklı mükemmeliyetçilik tipine dikkat çekiyor: kendine yönelik, ötekiye yönelik, toplum tarafından işlenen.

Kendine yönelik mükemmeliyetçilik, insanın kendini gerçekçi olmayan raddede yüksek standartlara göre değerlendirmesi eğilimiyken, ötekiye yönelik mükemmeliyetçilik ise diğerlerine gerçekçi olmayan beklentiler yöneltmek manasını taşır. Ancak Curran ve Hall’a göre, “toplum tarafından işlenen mükemmeliyetçilik insanı en çok zayıflatan mükemmeliyetçilik türüdür.” Bunun işaret ettiği – ve pek temelsiz sayılamayacak- paranoya ve anksiyete, herkesin senin bir hata yapmanı ve sonsuza dek üstünü çizmeyi beklediği hissiyatına dayanır. Diğerlerinin imkansız beklentilerini böylesine şiddetli biçimde algılama hali şunlara yol açar: sosyal yabancılaşma, kendini nevrotikçe irdeleme, utanç ve değersizlik duyguları, ve de “olumsuz sosyal değerlendirmelere dair patolojik kaygı ve korkuların tesirinde kalmış, hep yetersizliklere odaklanan, eleştiri ve başarısızlığa karşı çok hassas bir benlik hissi.”

Mükemmeliyetçilik olgusunun ne ölçüde Kültürel olarak şekillendirildiğini anlamak adına, Curran ve Hall eldeki psikolojik veriler üzerinde bir meta analiz yürüttü ve farklı kuşaklardaki trendlere baktı. ABD, İngiltere ve Kanada’da 1989’dan sonra doğan insanların önceki nesillere kıyasla her üç mükemmeliyetçilik türünde de yüksek skorları olduğunu ve skorların zaman içinde doğrusal biçimde arttığını gördüler. En dramatik değişimin yaşandığı boyut, toplum tarafından işlenen mükemmeliyetçilikti ve diğer iki boyuttan iki kat daha hızlı yükseliyordu. Başka bir deyişle, genç insanlardaki, arkadaşları ve genel kültür tarafından sertçe yargılandıkları duygusu her geçen yıl daha da artıyor.

Curran ve Hall bu değişimi neoliberalizmin ve onun kuzeni meritokrasinin yükselişine atfediyor. Neoliberalizm, metalara değer biçerken piyasa yöntemlerini benimser ve de elinin değdiği her şeyi meta olarak tarif eder. 1970’lerin ortalarından bu yana, neoliberal politik-ekonomik rejimler kamu mülkiyeti ve toplu sözleşme gibi süreçleri sistematik biçimde tasfiye edip, yerine kuralsızlaştırma ve özelleştirmeyi geçirdi; toplumun dokusunda bireyi grubun üstüne çıkarmayı savundu. Öte yandan, meritokrasi de — yani sosyal ve mesleki statünün, bireysel zeka, erdem ve çalışkanlığın doğrudan sonucu olduğu fikri — yalıtılmış bireyleri, yükselmekte başarısız olmalarının onların kendi içkin değersizliğinin bir göstergesi olduğuna ikna eder.

Yazarlara göre neoliberal meritokrasi, her bireyin kendi marka elçisi olduğu kıyasıya rekabetçi bir ortam yarattı: Bu uçsuz bucaksız rekabet deryasında, herkes ürününün (kendisinin) yegane sözcüsü ve emeğinin biricik satıcısıdır. Curran ve Hall’e kalırsa, bu vaziyet “modern yaşamın kalbinde, kuvvetli bir çabalama, performans sergileme ve başarma ihtiyacı doğurur” -ki bu önceki kuşaklardakinden çok daha şiddetlidir.

Yazarların ortaya koyduğu veriler, günümüzde genç insanların eğlenirken grup aktivitelerine katılmaya daha isteksiz olduğunu, bunun yerine kendilerini üretken hissettikleri ya da başarı duygusu tattıkları bireysel girişimlere meylettiğini gösteriyor. Dünya senden her adımda değerini kanıtlamanı talep ediyorsa ve arkadaşlarının sana olan saygısının tamamen koşullara bağlı olduğu hissinden kurtulamıyorsan, arkadaşlarla takılmaktansa evde kalıp ince ince sosyal medya profillerinle uğraşmak daha çekici görünebilir.

Mükemmeliyetçilikteki bu artışın bir sonucu, Curran ve Hall’e göre, bir dizi ciddi ruhsal bozukluk salgını oldu. Mükemmeliyetçilik ile anksiyete, yeme bozuklukları, depresyon ve intihar düşünceleri arasında kuvvetli bir korelasyon bulunuyor. Sürekli mükemmel olma takıntısı ve bu hedefin ister istemez imkansız olması, kırılgan insanlardaki ruhsal bozukluk semptomlarını şiddetlendirir. Tanı konulabilir ruhsal bozuklukları olmayan genç insanlar bile kendini daha sık kötü hisseder, zira ötekiye yönelik mükemmeliyetçiliğin artması yüzünden grup ortamlarında düşmanlık, şüphe ve umursamazlık hissiyatı yayılır. Öyle ki, adeta herkes jürinin kararını beklemektedir, grup onayı hep askıdadır. Toplum tarafından işlenen mükemmeliyetçilik ise bu yabancılaşmanın acı bir biçimde fark edilmesi üzerinde yükselir. Özcesi, artan mükemmeliyetçiliğin etkileri, duygusal ıstıraptan hayati tehlikeye kadar geniş bir yelpazeye yayılır.

Yükselen mükemmeliyetçiliğin bir sonucu daha vardır: Dayanışma inşa etmeyi güçleştirir. Oysa dayanışma, tam da neoliberalizmin taarruzuna direnmek için ihtiyaç duyduğumuz şeydir. Sağlıklı bir benlik algımız olmadan sağlam ilişkiler kuramayız ve sağlam ilişkiler olmadan da, bütün politik / ekonomik düzeni sallayacak, hele hele başaşağı edecek bir kitleselliğe ulaşamayız.

Mükemmeliyetçiliğin bu üç boyutu ile son zamanlarda soldaki baskın eğilim olan “itham kültürü” arasındaki benzerlikleri görmek güç değil: Bu kültürde, herkes birbirinin fena bir hata yapmasını beklerken, kendisini de ulaşılamayacak kadar yüksek erdemli tevazu standartlarına tabi tutar. Bu sırada, yine temelsiz olmayan, grup için gözden çıkarılabilir oldukları ve her an yargılanabilecekleri şeklindeki gizli korku onları felç eder. Bu motif, neoliberal meritokratik mükemmeliyetçiliğin diğer görünümleriyle uyum içindedir: Üniversite kabulünden tutun da Instagram’da obsesif bir biçimde paylaşım yapmaya dek. Ve bizi birleştirmekten ziyade böldüğü için de, iktidarı kalbinden vurmak iddiasındaki bir hareket inşa etmek için elverişli bir yol değildir.

Mükemmeliyetçilik, bizi birbirimizi hor görmeye, birbirimizden korkmaya ve kendimize güvenmemeye iter. Mükemmeliyetçilik, kendi kaynağı olan neoliberal kapitalizme meydan okumak için gerekli dayanışmacı bağları ve kolektif eylemliliği oluşturmamızı engeller. Atomize eden, yabancılaştıran mükemmeliyetçiliğin tek panzehiri, bu mutlak bireyciliği reddetmek ve toplumumuza yeniden kolektif değerleri taşımak olabilir. Son derece zorlu bir görevdir bu — ama neoliberal kerpeten psişelerimizi sıkıştırırken, yol almamızın yegane yolu da budur.


Kaynak: Jacobin
Yazıda bahsi geçen makale: https://www.apa.org/pubs/journals/releases/bul-bul0000138.pdf