Ana SayfaÇeviriROAR: Türkiye, kendi sınırları dışındaki Kürt özerkliğini de tehdit olarak görüyor

ROAR: Türkiye, kendi sınırları dışındaki Kürt özerkliğini de tehdit olarak görüyor

HABER MERKEZİ – ROAR, demokrasi için küresel mücadeleye dair tabandan perspektif sunmayı amaçlayan bir yayın. Türkiye’nin Afrin’e yönelik operasyonuna ilişkin bir yazı kaleme alan ROAR editörleri, ‘Zeytin Dalı’ adı verilen operasyonu “Rojava’daki Kürtlere yönelik çıkarcı bir saldırı” olarak nitelendiriyor. Derginin editörya yazısında Afrin’deki Demokratik Özerklik modeline değinilirken, Türkiye’nin bu kente yönelimine de bu bağlamda bir yanıt getiriliyor. ROAR’a göre “Afrin saldırısının arkasındaki asıl motivasyon da ancak böyle anlaşılabilir.” Aşağıda, ROAR’ın editörya yazısından seçilmiş pasajları okuyabilirsiniz.


Çeviri: Evren Toprak


‘Zeytin Dalı’ operasyonu -daha uygunsuz bir atıfta bulunulamazdı-, sınır üzerinden aylar boyunca atılan topların ardından Türk jetlerinin hava saldırıları ve Türkiye tarafından eğitilen ve silahlandırılan birkaç bin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) militanının kara operasyonuyla geçtiğimiz Cumartesi günü 20 Ocak’ta başlatıldı. Çok geçmeden Türkiye tankları Suriye’nin kuzeyinden ve batısından sınırı geçiyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “operasyonun çok kısa süre içerisinde tamamlanması” sözü vermesine rağmen Türk ordusu ve müttefikleri ÖSO -sosyal medyada paylaşılan videolarda üyelerinin Türkiye cumhurbaşkanını övdüğü ve Afrin’deki her bir Kürdü öldürmekle tehdit ettiği görülüyordu- kantonun sadece birkaç kilometre içine girebildi.

Bu zaman zarfında ayrım gözetmeyen hava saldırılarının bölgedeki sivil hedefleri vurması 20 sivilin ölümüne ve çok daha fazlasının yaralanmasına yol açtı.* Bir hava saldırısının Afrin kentinin dışında tavuk çiftliğiyle uğraşan aynı aileden sekiz kişiyi -7’si çocuk- öldürdüğü bildirildi.

(…)

Afrin, bu zamana kadar, son altı yıldır Suriye’nin geri kalanını sarsan şiddet olaylarının çoğundan kaçmayı başardı. Suriye rejimi Afrin’in kontrolünü 2012 yılında kaybetti, sonrasında da bu bölge Kobani ve Cizre kantonu ile beraber Rojava’nın üç kurucu kantonundan biri oldu. Büyük bir çoğunluğunun Kürt olmasına rağmen bölge, Arap, Türkmen, Ezidi, Süryani, Ermeni, Arami ve Çeçenler gibi birçok etnik grubun evi oldu. Ülke içi yerinden edilen ve her türlü etnik geçmişe sahip binlerce Suriyeli, nispeten daha özgür bir ortam olan Afrin bölgesine sığındı.

Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nin 2014 yılında uygulanmaya başlamasından itibaren Afrin, resmi olarak özerk öz yönetimler tarafından yönetilmesinin yanı sıra, toplumun farklı düzeylerinde halk meclisleri aracılığıyla tabandan örgütlendi. Demokratik özerkliğin bu modeli cinsiyet eşitliği, yatay demokrasi ve ekolojik sürdürülebilirliğe dayalı. Yerel halkın, öz yönetimin radikal demokratik sistemini uygulamaya sokmak için girişimde bulunduğu burası, bu barışçıl güvenli bölge, işte Türkiye’nin şimdi “terörist sığınağı” olmak ile suçladığı yer.

(…)

Türkiye, Afrin’e yönelik kışkırtılmadan düzenlenmiş yasa dışı bu saldırıyı meşrulaştırmak için her ülke gibi kendisinin de öz savunma hakkı olduğunu öne sürdü, ancak Suriyeli Kürtlere yönelik savaşı meşrulaştırmak için bu açıklama yeterli olmayacak. Kuzey Suriye’deki ana Kürt siyasi gücü Demokratik Birlik Partisi (PYD), Türkiye ile konuşmaya açık olduklarını gösteren ve Ankara ile barışçıl bir ilişki sürdürme isteklerine yönelik pozisyonunu yıllar boyunca korudu.

Rojava’da Kürtlerin baskın olarak yaşadığı kantonların hiçbirinden Türkiye’ye yönelik bir saldırı yapılmadı ve geçmişte Türkiye sınırı üzerinden Rojava’ya dönük saldırıda bulunan Türkiye destekli cihatçı gruplar veya Türk ordusunun provokasyonlarına yanıt olarak karşılıklı ateş açıldı. DSG, yaptıkları açıklamayla şunu netleştirdi: Onlar, “IŞİD’i yenilgiye uğratmaya ve Suriye’ye istikrar getirmeye odaklı barışçıl bir hareket” ve “Türkiye’ye karşı düşmanca bir niyet beslemiyorlar, halklarına karşı düşmanca operasyonlar yaşanması durumunda kendi savunmaları için önlem alıyorlar.”

Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda neler olabileceğini tahmin etmek imkansız. Afrin’deki Kürt güçleri Türk ordusuna ve onun ÖSO’dan olan cihatçı temsili güçlerine karşı direnebilecek mi? Türkiye, Afrin’i fethetmek için ne kadar para, insan gücü, ekipman ve zaman feda etmeye istekli? Uluslararası topluluk Türkiye üzerinde operasyonu kısıtlama veya hatta birlikleri çekme konusunda baskı kuracak mı? Türkiye’nin eylemleri Rusya, ABD, İran ve Suriye rejiminin bölgedeki çıkarlarına ve hedeflerine yönelik tehdit yaratmaya başladığında bu ülkeler nasıl bir karşılık verecek? Şu an için bu sorulardan herhangi birine yanıt verebilmek için çok fazla bilinmeyen değişken bulunuyor.

Ancak kesin olan bir şey var; o da, Türkiye’nin Afrin’e yönelik saldırısının, Türk devletinin, Kürt halkının kendisini ifade etmesine, öz yönetimine ve öz örgütlenmesine karşı sahip olduğu güçlü düşmanlığın uzun geleneği çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği. Yerel seviyede demokratik özerklik kurulması için Kürtler tarafından yapılan girişimlerin merkezi hükümet otoritesine yönelik tehdit olduğunun netlik kazanmasıyla beraber, Türkiye’nin AKP öncülüğündeki hükümeti Türkiye’deki Kürt hareketine karşı savaş başlattı -bu sırada şehirlerin tamamını yok etti, yüz binlerce Kürdü evden kaçmaya zorladı.

Ardından 2016 yılının Temmuz ayındaki başarısız darbe girişimi sonrasında başlayan olağanüstü hal (OHAL), AKP hükümetine Kürt politikacılara ve onların müttefiklerine baskı yapabilmek için gerekli bahaneyi sağladı. Parti yetkililerinden binlercesi, belediye başkanları ve aktivistler tutuklandı ve kökü Kürt özgürlük hareketinde olan solcu Halkların Demokratik Partisi (HDP) liderleri hapsedildi.

Bu bağlamda, Afrin saldırısının arkasındaki asıl motivasyonu anlayabiliriz. Geçtiğimiz hafta askeri operasyonların başlamasından itibaren Türkiye’de devletin ön ayak olduğu ulusalcı çılgınlığın bu denli baş göstermesi, başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü halin altıncı kez uzatılmasının ardından geldi. Bu uzatma; Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Türkiye ekonomisini, toplumunu ve siyasetini süresiz olarak iktidarda kalabilmek adına kendi gündemine hizmet edecek biçimde şekillendirmesi için daha çok zaman ve neredeyse sınırsız yetki sağlıyor.


* Bu yazının kaleme alındığı tarihten (22 Ocak) itibaren bölgedeki yerel kaynaklar ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre yaşamını kaybeden sivillerin sayısı 30’u geçti.

Kaynak: ROAR MAG
Previous post
Koçgiri İsyanı beyazperdede: 'Taş Düğmeler'
Next post
Türkiye’nin Facebook, Twitter ve Youtube'dan 'Afrin’ talebi: Operasyon karşıtı içerikler kaldırılsın