Ana SayfaManşetThebai’den Garzan’a mezarsızlık politikası ve yasla örülen direniş – Leyli Doğan

Thebai’den Garzan’a mezarsızlık politikası ve yasla örülen direniş – Leyli Doğan

Mezarlıklara yapılanlar tam da ne ile baş edemediklerini gösteriyor. Kürtlerin mezarları böylece ölümden sonra dahi direnişe mecbur bırakılıyor. Burada gözden kaçırdıkları ise; tanrılara hükmedip, kadim yasalara sırt çevirip cansız bedenleri sürgün edenler aslında son vermeye çalıştıkları direnişin alevini harlamakta olduklarıdır. Mezarsızlık, yassızlık, topraksızlık politikaları direnişin alevini harlıyor.


Leyli Doğan


“Dayanılmaz ağırlıkta bir kaderi sırtlandım gidiyorum.”

Sophokles’in Antigone’undan Kreon

Mezarlık tahribatlarının, yok edilişlerinin etkisini şaşkınlıkla karışık kötü duygular ile karşılayanların neden kayıplara ait tek bir anıya dahi dokunulmamasına ihtiyaç duyduklarını önceden beridir biliyoruz. Bugün ise alternatife ve çaresizliğe kapı aralanmasına duyulan bir ihtiyaç var. Bu yüzden neden makul olana ihtiyaç duyulduğuna değil de makul ve adil olmayanın neden mezarlıklarda kol gezdiğine ve kötülüğün neden sadece kötülük olduğunu söylemeye ihtiyacımız olduğuna değinelim.

Şimdiye değin yeryüzünde var olmuş tüm inançların/dinlerin ve hatta sistematik bir inanca sahip olmayan insan topluluklarının dahi mutlak sona ermiş kişiye dair en temel ve yaygın yaklaşımı şudur: “huzur içinde yatsın…”  Yaşamında her kimdi ise kimdi. Canlıların dünyasından ayrılmıştır, hem oradadır hem de orada değildir artık o. Şaşılacak denli çeşitlilik göstermesine rağmen tek bir ortak özellik taşıyan; ‘doğa ile bütünleşik’ bir yolculuk hazırlığına geçilir. Türlü dualar edilir, kimisi ağıt yakar, kimisi içki içip dans eder, geleneksel geçiş törenleri yapılır…

Peki, tüm bunlar niye yapılır? Basit.  Ölülerin ruhları huzura ersin, kadim bilinmezin kol gezdiği diyarlarda yolları aydınlansın, geride kalanlar da yaslarını tutup yaşama yüzlerini dönebilsinler, rahat uyku uyuyabilsinler diye. Çünkü o, kutsaldır artık. Geride kalanlara yaşamın kutsal olamadığı kadar kutsaldır.

Yasın kimin için tutulup kimin için tutulamayacağını buyuranların nasıl bir buhran içinde tek yönlü tarih yazmaya çalıştıklarını anlamak adına toplumsallık kodlarımızın neredeyse tümüne işlemiş olan mitik dünyaya göz atmakta fayda var. Örnekleri birden fazla olsa da (Euripides, Yakarıcılar; Euripides, Troyalı Kadınlar…) bu yazıda Antigone‘a ve dolayısı ile Oedipus‘a ve bunun bizim zamanımıza nasıl yansıdığına bakalım.

Oidipous doğduğunda bir kahin tarafından lanetlenmiştir. Sonunda kehanet gerçekleşir ve evlenip dört çocuk sahibi olduğu kişinin annesi olduğunu öğrenince felaketin nedeni de anlaşılır. Annesi yani karısı Lokaste kendini asar ve Oidipous da kendini kör eder. Ancak Oidipous oğulları ülkeyi yönetecek kadar büyüyüne dek Thebai’de kalır, zamanı geldiğini düşündüğünde ise ülkeyi terk eder. Ancak Oidipous’un gömüldüğü yer ortaya çıkmazsa oğullarının başına felaketler geleceği ilan edilmiştir. Bu sebeple oğulları onu ülkeye zorla getirtmeye çalıştıklarında ise onlara beddua okur. Oğulları ise Thebai’yi dönüşümlü olarak yönetmek konusunda bir anlaşma yapar. İlk yıl büyük kardeş Eteokles iktidardadır ve küçük kardeş ise sürgündedir. Ancak ilk yılın sonunda büyük kardeş Eteokles küçük kardeş Polyneikes’e iktidarı devretmeyi reddeder. Küçük kardeş Polyneikes ise iktidarı devralmak istediği için Argos ordusu ile Theibai’yi kuşatır. Savaşta karşı karşıya gelen kardeşler birbirlerini öldürürler. Böylece Antigone’da Kral olan Kreon Eteokles’in cesedinin ‘vatanı için ölen bir kahraman’ olarak gömülmesini Polyneikes’in cesedini ise ‘bir vatan haini’ olarak çıplak ve aşağılık bir vaziyette ortalıkta bırakılmasını ve yasının tutulmamasını buyurur. Ancak kız kardeşi Antigone kralın buyruğuna karşı gelir ve Polyneikes’in cesedini gömüyor gibi bir iki avuç toprak ile ona simgesel bir yolculuk hazırlamaktadır ki yakalanır ve yası hane dışına taşan bir yas haline dönüştüğünden Antigone ölümle cezalandırılır. Ancak tek ölen o olmayacaktır. Kreon’un oğlu olan nişanlısı Haimon ve annesi Eurydike de kendini ölümle cezalandıracaktır. Kreon’a ise kendi erkini var ettiği kişileri kaybederek, büyük bir mutsuzluk içinde ölümünü beklemek kalacaktır. Kreon yas yasaklayıcı, yas belirleyici bir iktidardır. Ölülerin huzura eremediği için hayalet olarak geri döndüğüne olan inanış çok yaygındır. Yas tutmayı engellemek, ölenleri mezarsız bırakmak ölçüyü aşmak, yoldan çıkmaktır. Tanrısal yasalara (thesmoi) karşı gelmektir. Polyneikes’in mezarsız bırakılması aslında onun halk üzerinde ne denli etkili olduğunu göstermektedir. Kreon tam da on ikiden vurduğunu düşündüğü strateji ile kendi korkuları kadar zalim olan yeni bir tarih yazımı girişimindedir. Dolayısı ile mitik dünyanın bize aktardığı kadarıyla mezarsızlık politikası tek yönlü bir tarih yazımıdır diyebiliriz.

Sonsuz dinlenişin ve anıların ölümsüzlüğe dönüştüğü o küçük toprak odacıkların varlığı ve kutsallığı, ne yazık ki aynı zamanda ikame nesne olarak algılanmaya da müsaittir. Yaşamda kişiye yapamadığın kötülüğü onun mezarına yapmak, alamadığın intikamını mezarından almak, yok edemediğinin mezarını yok etmek veya üzerine tuvalet inşa etmek gibi…  Hâlbuki mezardakilerin enerjisi çoktan doğaya karışmıştır artık, yapılanlara karşı koyamaz, el altındadır. O kutsallık bir kez ayaklar altına alındı mı, doyurulmamış şiddet her zaman bir yedek kurban arayacak ve sonunda bulacaktır da. Üstelik bu sefer yaptığı kötülüklerin huzursuzluğu ile kötülük sınırlarını zorlayacaktır. Kendi duygusal bunalımının derinliği ne denli derinse ise bulacağı kurban da o denli köklü ve kutsal olacaktır.

Bu nedenle mezarlıklara yapılanlar tam da ne ile baş edemediklerini gösteriyor. Kürtlerin mezarları böylece ölümden sonra dahi direnişe mecbur bırakılıyor. Burada gözden kaçırdıkları ise; tanrılara hükmedip, kadim yasalara sırt çevirip cansız bedenleri sürgün edenler aslında son vermeye çalıştıkları direnişin alevini harlamakta olduklarıdır. Mezarsızlık, yassızlık, topraksızlık politikaları direnişin alevini harlıyor.

Bu topraklarda aslında tüm halklara karşı yürütülen soykırım, kültürel soykırım, Sünni millileşme politikaları yanılsamalı bir zafer duygusundan, tehlikeli bir arzudan beslenmektedir. Üzerine inşaat yapılarak tarihin dibine itilen Ermeni mezarlarından, bombalar ve buldozerler ile alt üst edilen Kürt mezarlarından adeta gizil bir zevk duyulmaktadır. Duyulan sözde zafer duygusu yanılsamalıdır. Duydukları zevk kendi buhranlarının derinliğindendir. Ve bir yanılsama, hakikatten daha hızlı, umulmayan bir anda değişime uğrayacak denli korumasızdır, güçsüzdür. Bir yanılsama hakikati yenemez. Bağışlanmanın ve uzlaşmanın belki de en kadim simgesi olan mezarlara karşı edinilen tutum, köprüleri yakmaktan başka ancak en fazla yine bela getirecektir.

Kutsal ve kutsala yönelen şiddetin nasıl birbirinden ayrılmadığını veya ayrılamayacağını anlamak adına ise René Girard’ın çözümlemelerinden ‘bazıları’ konuya daha farklı bir bağlamdan bakmamıza yardımcı olabilir. Girard’a göre meşru şiddeti meşru kılan inanış, ‘ceza sistemindeki adalet ilkesinin intikam ilkesinden gerçek bir farklılığı olmadığını fark edememektir’ (Girard, 2003, 21). İngiliz dilinde bu savın yansıması bir ibarede beliriyor: “He takes the law into his hands”, yani intikam almak için hukuku kendi eline alıyor.  Aslında Kreon’da ve bugünün mezarsızlık politikasında gördüğümüz şey, yasanın kimin yasının tutulup kimin yasının tutulamayacağına karar veren tarafından koyulmuş olmasıdır. Ondan gelen şiddetin ve cezai sistemin meşru, dışında kalan şiddetin ve intikamın meşru kılınmamış olmasıdır. Dolayısı ile yaşarken kimliği ve inancı ile yasa koyucudan farklılaşan ve ‘dışarıda’ bırakılanlar, öldükten sonra da hayaletleştirilmektedir.

Yapılanları farklı bağlamlarda defalarca ele almaya ihtiyacımız olduğu gibi saf kötülük olarak da kabul etmeye hakkımız ve ihtiyacımız vardır; ‘insanlar kötü şeyler yapar çünkü kötüdürler. Bazı nesneler çivit mavisidir, bazı insanlar da kötüdür.’ (Eagleton, 2017, 9). Yukarıdaki paragraflar kutsal ve şiddet bağlamında, yürütülen mezarsızlık politikasını farklı açılardan ele almak için bize bir kötülük açıklaması sunmaktadır. Ancak bu durum kötülüğün açıklanabilir ve kabul edilebilir olduğu anlamına gelmemektedir. Tıpkı, yapılanlar kötüdür diyip konuyu kapatamadığımız gibi.  Özetle, kötülüğün gerçekliğini kabul etmek tüm açıklamaların ötesinde olduğuna inanmayı gerektirmemektedir. Kötülük bir seçimdir ve toplumsallıktan etkilenmediği anlamına da gelmez.


Faydalanılan kaynaklar

Judith Butler, Kırılgan Hayat: Yasın ve Şiddetin Gücü. Çev. Başak Ertür. İstanbul: Metis Yayınları, 2005.

Judith Butler, Antigone’un İddiası: Yaşam ile Ölümün Akrabalığı. Çev. Ahmet Ergenç. İstanbul: Kabalcı, 2007

René Girard, Kutsal ve Şiddet. Çev. Necmiye Alpay. İstanbul: Kanat Yayınları, 2003.

Sophokles, Antigone. Çev. Ayşe Selen. İstanbul: Mitos Boyut, 2016.

Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, Çev. Şenol Bezci. İstanbul: İletişim, 2017


Nekro-politika, yerinden edilen kemikler ve direnişe dönüşen yas (I) – Öykü Deniz

Nekro-politika, yerinden edilen kemikler ve direnişe dönüşen yas (II) – Öykü Deniz

Mezarsızlık politikası: Yer altının lanetlileri – Özcan Kırbıyık


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
'Kaybedilen zaman'da yeni barbarlığa doğru: Videofelsefe – Bekir Avcı
Sonraki Haber
'Metal işçisi grev istiyor': Binlerce işçi MESS'in teklifine karşı eylemde