Ana SayfaGüncelAltan kardeşler ve Ilıcak savunma yaptı, dava yarına ertelendi

Altan kardeşler ve Ilıcak savunma yaptı, dava yarına ertelendi

HABER MERKEZİ – ’15 Temmuz darbe girişimine iştirak eden medya unsurları soruşturması’ kapsamında tutuklanan gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davanın beşinci duruşmasında savunmasını yapan Ahmet Altan, “Bir adamın ‘mutlak iktidara’ sahip olduğu her toplum eninde sonunda çöker” dedi ve “Bu AKP iktidarı gidecek” diye konuşup, ekledi: “Kötü bir piyesin sonuna geliyoruz.” Mehmet Altan ise savunmasında, “Hukuk yok edildiği için ben buradayım” dedi. Nazlı Ilıcaklı da “Yolsuzluktan söz eden herkes cemaati aklıyor diye değerlendirilecekse, bütün muhalefeti FETÖ’cü ilan etmek gerekecektir” diye savunma yaptı.

15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında tutuklanan gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın yargılandığı davanın beşinci duruşması görüldü.

Altan kardeşler ve Ilıcak’ın yargılandığı davanın duruşması Silivri’ye taşınmıştı. Bugünkü duruşmada Mahkeme Başkanı tarafından sık sık uyarılan Ahmet Altan ve Mehmet Altan savunmalarını tamamladılar.

Ahmet Altan’ın savunması: Kötü bir piyesin sonuna geliyoruz

Konuşmasına, “Ben bugün buraya yargılanmaya değil yargılamaya geldim” diye başlayan Ahmet Altan, yargıyı eleştirdi.

“Bir adamın ‘mutlak iktidara’ sahip olduğu her toplum eninde sonunda çöker” diyen Altan, “Bu AKP iktidarı gidecek” dedi ve suçlamalara delil gösterilen yazısını anımsatarak da “Beni suçladıkları yazımda söylediklerimi bir daha söyleyeceğim. Kötü bir piyesin sonuna geliyoruz” diye konuştu.

Ahmet Altan’ın savunması şöyle:

Bırakın darbe yapmayı, kendilerini hedef alan zulme itiraz etme imkânına bile sahip olmayan binlerce masum adına da konuşma hakkına sahibim. çünkü onların uğradıkları haksızlıkları gördüm, taş duvarlar arasında onların kaderini paylaştım. Ölen ya da ölmekte olan bir yargı öyle korkunç kokar ki cehennem bile o kadar kötü kokmaz. Bugün Türkiye’yi saran bu çürümüş ceset kokusu, ölmekte olan bir yargının bütün topluma yayılan, herkesi ürküten kokusudur. Biz, bugün bu davada ölmekte olan bir yargının çürüyüp dağılmakta olan acınası bedenini teşrih masasına yatıracağız. Türkiye’de artık adaleti “ötekinin cezalandırılması” olarak gören bir yargı ve medya var. “Öteki” de biziz. AKP’nin bütün muhalifleri. Bir zamanların “ahmaklığının” şimdi “adalet” sanıldığı bir ülkede yargılanıyoruz biz. Hukuk, yargı, adalet üçgeninde vurulabilecek, yaralanabilecek, ölebilecek tek zayıf halka yargıdır. Bu yüzden her zorbanın ilk hedefi yargı olur. Bir yargı vurulduysa mutlaka ihanete uğramıştır. Hiçbir gerçek savcı, hiçbir gerçek yargıç, hiçbir gerçek hukukçu bu ihanete alet olmaz. Yargıdaki meslek hainlerini bulmak mı istiyorsunuz? Kimin utanmadığına bakın. Kim utanma duygusunu ruhundan silip attıysa yargının haini odur. Bugün Türkiye’de Mezarlıklar Müdürlüğü dışında düzgün çalışan tek bir müessese bile kalmadı. Çökmeyen hiçbir şey kalmadı.

Bir adamın “mutlak iktidara” sahip olduğu her toplum eninde sonunda çöker. O mutlak iktidar, toplumun içine akıp kaybolduğu bir kara deliğe dönüşür. Bugün iktidarı mutlaklaştırıp tek bir noktada toplamak için atılan her adım o kara deliği büyütüp onun uğursuz çekimini artırıyor. Hiçbir iktidar korku ve şiddetle uzun süre ayakta kalamaz. Talleyrand’ın dediği gibi “süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üstüne oturamazsınız.”

Bu devlet bizi 15 Temmuz darbesini yapmakla suçluyor. Açık bir yalan bu. Bizim darbeyle hiçbir ilgimiz olmadığını yıllarca bizi izlemiş olan istihbarat teşkilatı da, polis de, bu iddianameleri yazan savcılar da biliyorlar. 15 Temmuz darbe girişimini 31 Mart ayaklanmasına benzetti: “Ben şimdi size benzerlikleri anlatacağım ve çok şaşıracaksınız.” Nasıl oldu da İttihatçılara karşı olan bir askerî kalkışma İttihatçıların, Erdoğan’a karşı olan bir askerî kalkışma Erdoğan’ın mutlak iktidarına yol açtı? “15 Temmuz’u sen yaptın” diye yalan söyleyip beni hapse atmak kolay ama bu sorulara cevap vermek o kadar kolay değil. “Neydi bu 31 Mart” diye soranların “hain” ilan edilmesi gibi “neydi bu 15 Temmuz” diye soranlar da “hain” ilan ediliyor. 15 Temmuz’un toplumun tabanında da bir karşılığı yoktu. Darbeye karşı yiğitçe sokağa çıkan kitleler bunu kanıtladı zaten. Toplumun bütün kesimleri bu kanlı ve kalleş girişime karşı çıktı. Toplum bir bütün hâlinde bu ahlaksız vahşeti lanetledi. 31 Mart’tan sonra her İttihatçı muhalifine “mürteci” yaftası yapıştırıldığı gibi 15 Temmuz’dan sonra tutuklanan binlerce insana da “FETÖ’cü” damgası vuruldu. Bir de, suçluların, benim de aralarında bulunduğum bir kategorisi bulunuyor. Bunlar hem FETÖ’ye hem de PKK’ya yardım ediyorlar. Benim de aralarında bulunduğum bu “elit” suçlular artık nasıl bir manyaklarsa nerede silah görseler oraya koşuyorlar. Siyasi iktidar artık generallerden korkmuyor. Ama yazarlardan korkuyorlar. Silahlar değil kalemler korkutuyor onları. Çünkü kalem, silahın ulaşamayacağı bir yere, toplumun vicdanına ulaşıyor.

İddianamede benim 2016’da yapılan 15 Temmuz darbesine katıldığımın “kanıtı” olarak 15 Temmuz’dan 6 yıl önce yayımladığım bir haber gösteriliyor. İddianamede benim 2016’da yapılan 15 Temmuz darbesine katıldığımın “kanıtı” olarak 15 Temmuz’dan 6 yıl önce yayımladığım bir haber gösteriliyor. Ben nasıl bir güce sahipsem subayları tasfiye ediyorum, yerine örgüt mensuplarını atıyorum, kritik pozisyonlara örgüt mensuplarını getiriyorum. Bunların hepsini ben yapıyorum. Sanki yazar değil de TSK Personel Dairesi Başkanıyım. 6 yıl boyunca ordunun içinde her istediğimi istediğim yere yerleştiriyorum. Böylesine gayriciddi bir suçlamayla müebbetle yargılanıyorum. Tanık ifadesine göre Alaattin Kaya, 17-25 Aralık 2013 tarihine kadar Taraf’a gelerek bana belgeler getirmiş. Savcı aynı iddianamede benim 2012’de Taraf’tan ayrıldığımı da yazıyor. 2012’de gazeteden ayrılan adama 2013’te belge nasıl gelebiliyor? Savcı, AKP’yi eleştirmeyi “bir darbecilik kanıtı” olarak görüyor ve bunu yaptığım için hapishanede ölmem gerektiğini söylüyor.

Bu davada bu yazı (Altan’ın “darbe” suçlamalarına delil gösterilen “Ezip Geçmek” başlıklı yazısı) benim FETÖ destekçisi bir “darbeci’’ olduğumun kanıtı, ikinci davada “PKK destekçisi’’ olduğumun kanıtı. Ben bu yazıda darbe girişimini “çağrıştırıcı” bir ifade kullanmışım. Darbe girişimini “çağrıştırıcı’’ ifade ne demek? Ne tür bir suç bu? Bir savcı “darbeyi biliyordun” dediği zaman benim bu bilgiyi kimden, ne zaman, nasıl, nerede aldığımı kanıtlarıyla ortaya koyması gerekir. Bu savcı darbeyi ne sanıyor? Darbe “yorumlarla” yapılmıyor, silahlarla yapılıyor. Türkiye’de “ifade özgürlüğü olmadığını” söylemişim. Aman Allah’ım, ne korkunç bir darbecilik! Savcı orada oturuyor, göstersin “darbenin olacağını beyan ettiğim” cümleyi. Gösteremez. Bize karşı “15 Temmuz darbesini siz yaptınız” diye dava açarsanız yalan söylemekten başka çareniz kalmaz. Bu dava, “ifade özgürlüğünü” güvenceye alan Anayasa’ya aykırı. “Anayasa’yı zorla değiştirme” suçunda cebir ve şiddet arayan yasaya aykırı. Bir kişinin bu suçtan yargılanabilmesi için ya “cebir ve şiddet” uygulaması ya “cebir ve şiddet uygulayan” birine emir vermesi ya da böyle birinden emir alması gerekir. Bu dava Anayasa’ya, yasaya ve Yargıtay kararına aykırı olarak sürdürülen bir dava. Hukuken asla olmaması gereken bir davada müebbetle yargılanıyoruz.

Ahmet Altan, Mahkeme Başkanı Kemal Selçuk Yalçın tarafından mütalaa dışına çıktığı gerekçesiyle uyarılırken, benzer şekildeki savunması üzerine Mahkeme Başkanı Yalçın, “Mütalaanın dışında konuşacaksanız, mikrofonu kapatacağım” uyarısında bulundu.

Bunun üzerine ise Altan, “İki sayfayı atlayacağım. Mikrofona ihtiyacım yok, ben sesimi her zaman duyururum” dedi ve şöyle devam etti:

Müebbet demek hapishanede ölmek demek. Bizim için istenen de hapishanede ölüm. Anayasa, yasa, Yargıtay dinlemeyen bir yargı siyasi iktidarın emirlerine uyarak bizi “hapishanede öldürmek” için yargılıyor. Vereceğiniz ceza sizin kader haritanıza da aynen kaydedilecek.

Savunmasını bitiren Ahmet Altan’a bir heyet üyesince Alaattin Kaya hakkında soru soruldu. Altan da, “Alaattin Kaya bana çıkarmak istediği bir gazetenin yayın müdürlüğünü teklif etmek için aradı. Reddettim. Kaya bizim cemaatle ilgili eleştirel yayınlarımızdan da rahatsız olmuştu” diye karşılık verdi.

Ahmet Altan’ın savunmasının ardından duruşmaya Mehmet Altan’ın savunması ile devam edildi.

Mehmet Altan’ın savunması

Mehmet Altan savunmasına, “AYM özgürlük ve güvenlik hakkımın, yani Anayasa’nın 19. maddesinin ihlâl edildiğini saptadı” diyerek başladı.

Mehmet Altan da savunmasına başladıktan kısa süre sonra mahkeme başkanınca uyarıldı. Mahkeme başkanı, “Esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarla devam etmezseniz mikrofonunuzu kapatacağım” dedi. Mehmet Altan ise şöyle devam etti:

Savunmalarım, kasıtlı ve bilinçli bir şekilde yok sayılıyor. Neden? Çünkü savunmalar dikkate alınsa delil göstermeden zorla hapishanede tutmak mümkün olmayacak. Mağdur edilmemin en tatsız tarafı suç olmayan, yersiz, anlamsız suçlamalara cevap vermek, bunlara karşı savunma yapmak durumunda kalmak.

Ben örgüt üyesi olmadığıma göre, F serisi 1 doları savcı neden iddianameye koyar, anlaşılır gibi değil. AYM doğal olarak savunmalarımı dikkate alıyor. 18 aydır beni zorla tutan mahkeme ve idam olsa idam isteyecek savcı değerlendirmiyor. Amaç nedir? Gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir hedefin olmadığını 18 aydır görüyorum. Bu dava yarın birgün kimsenin hesabını veremeyeceği korkunç bir suç üretme aldırmazlığının tüm belgelerini içeriyor. Savcı beni gözaltına aldırdıktan sonra “delil” ararken polis kayıtlarında gözaltı tarihimden 4 yıl önce FETÖ’cü polislerin teknik takip yaptıkları AKABE Vakfı’nda adıma rastlıyor. Savcı gözaltına alınmamdan 4 yıl önce tutulmuş sıradan bir teknik takip fişinde adıma rastlamaktan dolayı çok seviniyor. Savcı hemen emrindeki iki polis memuruna söz konusu konferans hakkında konferanstan 4 yıl sonra, gözaltına alındığım gün, tutanak tutturuyor. Tespit tutanağında da iki polis memuru savcının isteği doğrultusunda kendi kanaatlerini yazıyor. Siz böyle bir hukuk gördünüz mü?

Mahkeme başkanı Mehmet Altan’ı “müebbet” yerine “idam” kelimesini kullanmaması için, “Ajitasyona gerek yok. Biliyorsunuz kanunda idam cezası yok” sözleriyle uyardı. Duruşmaya verilen aradan sonra Mehmet Altan savunmasını şöyle sürdürdü:

AYM benimle ilgili ihlal kararı verirken, bireysel başvurularda bütün diğer anayasa mahkemelerinin yaptığı gibi, ortaya “delil” diye sürülen iddiaları da teker teker incelemiştir. Esas hakkındaki mütalaada “delil” diye ortaya sürülenlerden biri de 8 yıl önce yazdığım Balyoz yazısıdır. Savcıya göre, o günlerin en güncel konusu olan Balyoz davası konusunda fikir beyan etmek, “örgüt ideolojisi ve stratejisi doğrultusunda” kamuoyu oluşturmaya çalışmak anlamına geliyor. Aslında bunlar gülüp geçilecek tutarsızlık örnekleri. Ama sizi ağır cezalara çarptırmak isteyen savcılardan gelince ciddiye alıp savunma yapmak durumunda kalıyorsunuz.

Mehmet Altan davada aleyhine delil olarak sunulan, darbe girişiminden bir gün önce yayınlanan programdaki konuşması hakkında ise şunları söyledi:

Savcı, daha doğru dürüst aktaramadığı bir cümleyle benim “askeri darbe ortamının var olduğunu ifade ettiğimi” söyleyebiliyor. Savcı programdaki sözlerimize dayanarak darbe girişimini bildiğimizi söylüyor. Nereden çıktı, ispatı nerede, o da yok. Savcı öyle söylüyor ya, yeter. Bir de “terör örgütü ile fikir ve eylem birliği içerisinde olmadan bilmeleri” lafı var, ama gene delil yok. Savcıya göre örgüt üyesi değilim, ama “din devleti” kurmak isteyen bir terör örgütü ile “fikir ve eylem birliği” içindeyim. Nasıl oluyor?

Mahkeme başkanı Mehmet Altan’a “‘Darbelerin Ekonomisi’ diye kitap yazdınız, buna rağmen neden 15 Temmuz darbesini kestiremediniz?” diye sorarken Altan ise bu soruyu şöyle yanıtladı: ,

Ben siyasetçi değilim, profesörüm. O kitap darbelerin ekonomiyle ilişkisini teorik olarak inceleyen bir kitap. Düşünce unsurlarına zulmetmek, bunları terörist ve darbeci olarak sunmak, kimseye hayrı dokunmayacak, utanç verici çabalardır. Hukuk söz konusu olsa, bunların hiç birini yaşamayacaktım. Hukuk yok edildiği için ben buradayım. “Cebir” var mı, “şiddet” var mı? Nasıl oluyor da TCK 309’dan yargılanıyorum? Darbeyi nasıl biliyoruz; bunun hiçbir kanıtı yok, ispatı yok. Ama TCK 309 iddiası bu keyfe keder iddiaya dayanıyor. Düşüncelerim ve duruşum aynı ama hapishanedeyim, neden? Çünkü siyasal iktidar son gelişmenin de gösterdiği gibi meşruiyetten ayrıldı. Anlattığım gerçekler ve AYM kararı ortada iken, ceza içeren bir karar söz konusu olursa “adalet mülkün temeli” olmaktan tamamıyla çıkmış olacaktır. Böyle bir durumda, herkes kendi kendine “yargıladığım gibi yargılanmak ister miyim?” diye sormalı. Yargıladığınız gibi yargılanmak ister miydiniz? Vicdanınıza sorun ve öyle karar verin.

Savunmasını tamamlayan Mehmet Altan’a üye hâkimlerden biri Fethullah Gülen’le görüşüp görüşmediğini sordu. Mehmet Altan ise aralarında Ardan Zentürk ve Mahmut Övür gibi isimlerin bulunduğu yaklaşık 10 kişilik bir grupla Gülen’le görüştüğünü söyledi.

Nazlı Ilıcak’ın savunması

Verilen aranın ardından duruşmaya Nazlı Ilıcak’ın savunmasıyla devam edildi. Mahkeme başkanı Ilıcak’ın duruşmanın kalan günlerine SEGBİS’le bağlanma talebini kabul etti. NazlıI lıcak, savunmasında şunları söyledi:

Alaattin Kaya’nın bizimle Fethullah Gülen arasında bağlantıyı sağladığı iddia ediliyor. Ama benim Kaya ile HTS kaydım yok.

Savcı Özgür Bugün gazetesinde çalıştığımı iddia ediyor. Oysa ben kayyum tarafından Bugün’den çıkarılan çalışanların çıkardığı Özgür Düşünce gazetesinde çalıştım. Can Erzincan TV’nin sahibi Recep Aktaş hakkında FETÖ’den bir soruşturma olup olmadığını defalarca sordum. Gazetelere yansıyan böyle bir soruşturma mevcut değil. Nasıl oluyor da, patronuna dokunulmazken, Can Erzincan’da program yapan ben terör örgütünün televizyonunda çalışmakla suçlanıyorum? 2013 Aralık ayında Sabah’taki işime son verilince, hem Bugün, hem Zaman’dan teklif aldım. Tereddüt etmeden Bugün’ü tercih ettim. Bugün işadamı Akın İpek’e aitti. İpek hakkında da o tarihte bir soruşturma yoktu. Sonra çalıştığım Özgür Düşünce gazetesi ve Can Erzincan kanalının FETÖ ile ilgisi yoktu.

Nazlı Ilıcak, cebir ve şiddetin darbe suçunun unsuru olduğunu belirten Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararından alıntılar yaparak devam ettiği savunmasında şunları söyledi:

Ben eğer, tarihçi Kadir Mısırlıoğlu olsaydım, bana yönelik anayasal rejimi değiştirme iddiasında bir haklılık payı bulunabilirdi. Lakin “Demokrasiye geçtikten sonra bizim İslâmi varlığımızı küp gibi devirdiler” diyen ben değilim. Ben hiçbir zaman Cumhuriyet rejimini, “100 yıllık parantez” ya da “reklam arası” gibi de görmedim. Ben bir Cumhuriyet kadınıyım ve laik Cumhuriyet’in imkânlarından yararlanarak bugünkü konumuma geldim.

Esas hakkındaki mütalaada Can Erzincan’daki programda benim sarf ettiğim hiçbir cümleye atıfta bulunulmuyor. Sadece, programın tanıtımı amacıyla attığım “Ahmet Altan’ı dinliyorum gözlerim kapalı” tweeti, darbenin somut delili olarak sunuluyor. Ahmet Altan programda EMASYA protokolünün tehlikelerine dikkat çekti, ben de bunu normal karşıladım. “İşler kötü gidiyor, darbe yapılmalı” demedi ki!

Aleyhinde delil olarak sunulan Zekeriya Öz röportajıyla ilgili de konuşan Nazlı Ilıcak, “Zekeriya Öz o dönemde terör örgütü üyesi değil. Terör örgütü üyeliği ile suçlansa, elini kolunu sallayarak serbestçe dolaşabilir miydi? Aynı tarihte BBC de Zekeriya Öz ile röportaj yaptı. BBC de mi bu röportajda onu aklamaya çalıştı?” diye sordu:

Benim Gülen cemaatinin kriminal yüzünü 15 Temmuz’a kadar görmemiş olmam, onların amacı doğrultusunda suç işlediğim anlamına gelmez. Benim yazılarım, konuşma ve tweetlerim hiçbir şekilde FETÖ’nün amacına hizmet etmiyor. Ne onların devlet kadrolarına sızmasını teşvik ettim, ne cemaat diktatörlüğünü savundum.

Mütalaada, Fuat Avni, Son Vesayet, Kaç Saat Oldu, Simge Ekici tweetlerini paylaşmış olmak da, aleyhimdeki deliller arasında yer alıyor. Tweet paylaşmak kuvvetli suç şüphesine somut delil sayılacaksa, cezaevleri dolup taşar.

Herşey bir kumpastan ibaret değil. Davaların sulandırılması, adil yargılama yapılmaması başka, her şeyi bir kumpastan ibaret gibi gösterme çabaları başka. Kendini gizleyen, takiyye yapan bir örgütü, benim gibi dini cemaatlerle ilgi ve irtibatı bulunmayan birinin “terör örgütü” olarak teşhis etmesi mümkün değil. Bir teşhis hatam olabilir ama darbe, benim bu teşhis hatamın sonucu değildir. Yolsuzluktan söz eden herkes cemaati aklıyor diye değerlendirilecekse, bütün muhalefeti FETÖ’cü ilan etmek gerekecektir.

Nazlı Ilıcak’ın savunmasını tamamlamasının ardından mahkeme heyeti duruşmayı yarına erteledi.


Haberdeki savunmu bölümleri davayı takip eden P24’ün Twitter adresinden alınmıştır.
Previous post
"Zihniyet 1915'tekiyle aynı; eğer değişseydi Dink öldürülmez, Afrin hedef alınmazdı"
Next post
Fotoğrafçı Çağdaş Erdoğan 6 ay sonra tahliye edildi