Ana SayfaÇeviriLudivine Bantigny ile Mayıs ’68 ve onun mirası üzerine söyleşi

Ludivine Bantigny ile Mayıs ’68 ve onun mirası üzerine söyleşi


Söyleşi: Michel Abescat

Çeviri: Banu Barış


Hayır, Mayıs 68 Paris’teki bir öğrenci hareketinden ibaret değil sadece. Fransa’nın tamamında işçiler, çiftçiler, tüccarlar, zanaatkârlar ve hatta taksi şoförleri ve dansçılar bile ona müdahil oldu, hem de Mayıs ayından çok önce. Tarihçi Ludivine Bantigny, ezberleri altüst eden kitabında bunu maharetli bir biçimde yeniden tesis etmiş. “1968. De grands soirs en petits matins”in yazarıyla buluştuk.

Kitabın kapağında Daniel Cohn-Bendit*, Alain Geismar** ya da Latin Mahallesi’nin herhangi bir lideri değil, Mayıs 1968 grevleri esnasında Lyon’daki Paris-Rhône elektrikli parça üretim fabrikasının işçileri görülmekte. Rouen Üniversitesi’nde konferanslar veren tarihçi Ludivine Bantigny’nin kısa süre önce Seuil Yayınları’ndan çıkan bu müstesna kitabının görünüşünde bir tarafgirlik mevcut.

Özellikle Genel İstihbarat Teşkilatı arşivleri ve Altıgen’in (Fransa) tamamına yayılmış valiliklerin arşivlerinde yapılan uzun bir araştırma çalışmasının meyvesi olan kitabı olağanüstü canlı ve olayın, ana karakterlere, onların umutlarına ve hislerine mümkün olabildiğince yakın şekilde görülmesini ve duyulmasını sağlıyor. Dokunaklı, heyecan verici bu kitap birçok ezberi altüst ediyor; sıklıkla çarpıtılmış ve araçsallaştırılmış olguların doğruluğunu yeniden tesis ediyor.

Mayıs 68 ‘olaylarından’ genellikle Cezayir ‘olaylarından’ bahsedildiği gibi söz edilmekte. Bu tabir ne ifade ediyor?

Terimin ilk anlamında, daha keskin ve daha sarih olan diğer formülasyonların kaçamak yolunu bulmaya yönelik bir örtmece söz konusu: Cezayir vakasında “savaş” ve 68 hususunda ise “genel grev” sözcüklerinden kaçınmak. Bu anlamda, “olay” terimi ihtiyatlıca kullanılmalı.

Ancak kelimeyi yeniden sahiplenip ona ilk anlamını, ‘yepyeni ve açık bir şeyin zaman içerisinde belirmesi’ anlamını da verebiliriz. Olay, tarihçi bakımından haddizatında kendi yeniliği, kendi gelişimi içerisinde incelenmeli, onu tahrif etmeye bir son vermeyen varsayımlı nedenleri ve sonuçlarına dair tüm konuşmalardan sakınarak.

“İlk barikatlar Saint-Michel Bulvarı’nda değil Caen’de, Quimper’de ya da Redon’da kuruldu”

Örneğin, Mayıs 68’in öncelikle bir gençlik ve öğrenci hareketi olduğu çokça söylendi. Nedir aslında?

Özellikle 80’li yıllardan itibaren öğrencilerin rolü üzerinde durulmasının nedeni tamamen olayı çarpıtmak ve genel grevden, fabrika işgallerinden, iş durduran on milyon kişiden bahsetmekten kaçınmaktı. Grevlerin kaynağındaki kıvılcımın gençliğe değin boyutunu elbette yadsıyamayız. Birçok firmada dinamiği başlatanlar bilhassa da genç işçilerdi fakat bu dinamik daha sonra tüm nesillerce devralındı.

Ayrıca grevler Mayıs’ta başlamadı, hatta Mart’ta da. 1967 senesi önemli mücadelelerle doluydu; Besançon’daki Rhodiaceta fabrikasında olanı buna örnek verebiliriz.*** 1968 yılının başında ise, 23 Ocak’la 13 Şubat arasında Caen’de bin ila bin 500 işçi, üç önemli fabrikayı -Saveim, Jaeger ve Sonormel- etkileyen bir toplu grev yaptı. Bu firmalar, iş gücüne daha az ödeyecekleri düşüncesiyle Paris bölgesinin dışına taşınmıştı. Önce gençler başkaldırdı, greve başladılar, CRS (Fransa polisinin yedek kuvveti) ile yüz yüze geldiler.

Öğrencilerle bağ kuruldu ancak Batı’da aylardan beri seferber olan çiftçilerle de kuruldu. Bir bakıma, ilk bariyerlerin Saint-Michel Bulvarı’nda değil Caen’de, Quimper’de ya da Redon’da kurulduğu söylenebilir. Başlangıçtan itibaren büyük bir toplumsal harman görüyoruz. Paris’teki çatışmaların alışılagelmiş kronolojisine bağlı kaldığımızda ise polis arşivleri 3 Mayıs’tan itibaren birçok genç işçinin öğrencilerin yardımına koştuğunu göstermekte.

Bunu o gün gerçekleştirilen ve -tornacıdan sac işçisine kadar- işçileri, -SNCF’den (demiryolu şirketi) PTT’ye kadar- memurları, teknisyenleri, tüccarları, zanaatkârları kapsayan sorgulara göre ölçerek değerlendiriyoruz. Şu halde öğrencilerin, işçiler onlara 13 Mayıs’tan itibaren katılana dek tek başlarına oldukları fikrini göreceleştirmek uygun olur.

Ve 68 olaylarının esasen Paris’e özgü olduğu fikrini göreceleştirmek de…

Kesinlikle! On milyon insan greve girişmişken nasıl yalnızca Paris’e özgü olabilirdi ki? Her yerde bir şeyler olmuş, incelediğim arşivler bunu birbirleriyle yarışırcasına gösterdi. Guéret’deki, Tulle’deki, Epinal’deki valilerin ve Genel İstihbarat Teşkilatının (RG) raporları, hareketin büyüklüğü karşısındaki şaşkınlıklarını ifade etmekte.

Meuse’de, RG genellikle “sakin hattâ pasif” olan bir vilayetteki iş durdurma oranına şaşırmış. Vosges’da, sadece on-on beş ücretli işçiye sahip küçücük tekstil firmaları bile greve başlamış. 19’uncu yüzyıl fabrikalarına çok benzeyen bu firmaların birinde patron, çalışanlarına kumaş temin etmiş, gösteri flamasının yapılması için.

Peki ya işçilerle öğrenciler arasındaki ilişkiler? Bu ilişkiler her zaman kolay değildi…

68’i küçümseyenler, öğrencilerle işçiler arasındaki “çatlak” konusunda, öğrencilerin işçiler tarafından reddedilmesi konusunda açıkça üsteliyor. Olaylar esnasında yetkililer her şeyden çok, kontrol altında tutmanın hayli zor olduğu, öğrenci hareketiyle işçi grevi arasındaki amaç birliğinden korkmaktaydı. Fakat bir çatlak olduğuna dair bu görüş gülünç.

Elbette ki 17 Mayıs’ta Renault Billancourt’un demir parmaklıkları, Latin Mahallesi’nden yola çıkmış üç bin öğrenciden oluşan bir kortejin önünde kapanmıştı. Ancak bu hadise defaatle anlatılmış olmakla beraber, anlatılırken, tüm militanlarının aynı kanıda olmadığı CGT’nin (Genel Emek Konfederasyonu) bağrındaki gerilimleri anımsatmak unutuldu, École Normale Supérieure öğrencilerinin fabrikada temaslar yürüttükleri ve o esnada zaten orada bulundukları unutuldu. Bilhassa da, Fransa’nın dört bir yanında kurulan müzakereler, beraberce inşa edilen barikatlar, grev gözcülüğü yapan öğrenciler, işgal edilmiş üniversitelerde hazır bulunan işçiler unutuldu. Sonuç olarak Billancourt ağacı, öğrencilerle işçiler arasındaki girişimler, birleşmeler, dayanışmalar ormanını gizlememeli.

“Hiçbir şey bu hareketten daha kolektif değil”

68, onu küçümseyenlere göre aynı zamanda çağcıl bireyciliğin vaftiz eylemi olacaktı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu fikir beni delirtiyor! Bu fikir yanlış; bu, Tarih’e ilişkin derin bir yanlış yorumlama zira hiçbir şey bu hareketten daha kolektif değil, hiçbir şey tüm bu kurulların, grev komitelerinin, mahalle komitelerinin, eylem komitelerinin taşıdığı özlemlerden daha kolektif değil. “Bireycilik”le kastedilenle, yani içe dönüklükle, egoizmle, narsisizmle hiçbir ilgisi yok.

1968 bunun tam aksidir, gayet etkin bir dayanışmanın ifadesidir. Bireyin bahse konu olması ise bireyin gelişimini, meslekî ve toplumsal boyunduruklardan bağımsızlaşmasını talep etmek adınadır: Rhodiacéta grevcilerinin 1967’den itibaren söylemiş olduğu gibi, “Robotlar değil, insanlar”.

“Engeller olmadan haz alalım” sloganı zihinlere kazındı…

Tıpkı diğer sloganlar gibi: Sözgelimi “Devrim yaptıkça daha fazla sevişmek istiyorum” sloganı, 68’i, nihayetinde neoliberalizme götürecek bir ‘serbestlik’ mücadelesine indirgeyen klişenin başlangıç noktasını teşkil eder. Ancak bunlar duvarlara atılmış birkaç cümle sadece. 68’de, özgürlükçü sitüasyonistler haricinde, cinsellik mevzusu marjinal kalmıştı ve siyasi bir bahis olarak da nadiren ileri sürüldü. Halen de bu meseleye ilişkin büyük bir utangaçlık ve itidal mevcut.

68’in bireyciliğe ve neoliberalizme zemin hazırladığını söylemek, korkuya yol açan bir hareketi yermenin bir yolu besbelli ki. Yeni bir toplumsal infilak olasılığı; insanların artık çalışmadığı ve kendi hayatları hakkında, onu daha iyi bir hale getirmek için nasıl değiştireceklerini düşünmekle uğraştığı bir ‘askıda kalan zaman’ olasılığı, kimilerini korkutmakta.

Açıkça liberal olan konumlara doğru bilfiil evrilen epey medyatik bazı figürlerin yörüngesi de bu klişeyi güçlendirmeye çokça katkıda bulundu. Ancak o dönemde seçkin bir yeri olan Daniel Cohn-Bendit’nin izlediği yol, kendisine aittir. Olaya katılmış tüm insanların sözde evrimlerinin simgesi haline getirilmesini doğrulamaz.

O halde 68 hareketi tam olarak neyin taşıyıcısıydı?

CGT’nin savunduğu maddesel taleplerle, diğerleri tarafından, özellikle de CFDT (Fransız Demokratik İş Konfederasyonu) tarafından getirilen ve daha doğrudan siyasî ya da etik, hatta varoluşsal nitelikteki perspektifleri karşı karşıya koymaktan kaçınıyorum. Zira birbirine sıkı sıkıya bağlı bu görüş açıları arasındaki ayrılıkta, ilk perspektiftekilere karşı bir çeşit küçümseme gizli: ücretlerin artırılması, mesai saatlerinin azaltılması ya da emeklilik yaşının düşürülmesi.

İnsanın gelişimine dair düşünceler, güç bir toplumsal durumu -fabrikalardaki çalışma koşulları sıklıkla zordur- ifade eden bu taleplerden doğar. Hayatı değiştirme fikri de 1968 hareketinin ana eksenini oluşturmaktadır. Bu hareket, gayet sıradan reformlardan başlayıp devrimci perspektifler açmaya kadar, böylelikle örgütlenmiştir. 68’de, “devrim” sözcüğü her yerdeydi; umuda olduğu kadar korkuya da yol açmıştı; terimin anlamları onu telaffuz eden kişilere göre farklılık gösteriyordu, ne var ki her anlamı da bir değişim isteğini göstermekteydi.

Örnek verecek olursak?

Liselerde pedagoji üzerine, bilgi aktarımının koşulları üzerine düşünülüyordu; özyönetim konusu ortaya atılmış olduğundan, işletmelerde ustabaşlarına hatta bazen patronlara bile gerçekten ihtiyaç duyulup duyulmadığı soruluyordu. Grevdeki taksi şoförleri ise otomobilin yeri, şehirlerdeki kirlilik hakkında kendilerini sorguluyordu. Opéra de Paris’nin dansçıları, herkesin kendi bedeniyle, ahenkle, dünyadaki hassas mevcudiyetiyle olan ilişkisini iyileştirmek adına kente nasıl müdahale edebileceklerini kendilerine soruyordu.

Bazı Katolikler kilise hiyerarşisini, cemaatin Kilise’deki yerini sorguluyor, para ve kazanç değerine toplumun nasıl bu raddede bağlandığını soruyordu kendilerine. Genel olarak, dünyayla temas halinde olunduğunu hissetmek ve bireycilikle hiçbir ilgisi bulunmayan bir özerkliği dünyada ele geçirmek söz konusuydu.

68’de hissedilen duyguların okunmasına ayrı bir yer atfetmektesiniz. Niçin?

Çünkü siyasi pratik, duygulanımlarla örülüdür: duygusal nedenlerle, gücenme, öfke, acıma nedeniyle girişimde bulunuruz. Ben de siyasetin bu hassas deneyiminin karmaşıklığını böylece göstermek istedim. İlk başta da sevinci. Yaşama sevinci çok güçlü bir şey, birbirimizle konuşmamız, birbirimizi yeniden bulmamız, gündelik yaşamın dışına çıkmak, güncel hikaye üzerinde bir etkimizin olması. Ancak bu sevinç başka hisler tarafından bozulabilir de.

Bilhassa da çok çeşitli biçimlerdeki korku tarafından: olayın üstesinden gelebilecek yetenekte olmama korkusu; söz alma korkusu; özellikle de, ailelerde paranın hakimiyetini ellerinde bulunduranların, grevin sonuçlarına dair korkusu. Birçok çatışmadan çıkmış bir toplumda savaş korkusu da vardı: RG bazı kişilerin yiyecek, hamur, yağ ya da şeker stokladığını not etmiş. “Kızıl”, komünizm korkusu; de Gaulle’ün konuşmalarında kışkırttığı totaliterlik korkusu; gösterilerde bedensel olarak karşı karşıya gelme korkusu…

“Mayıs 68’de kadınlar çok sayıda mevcut ve etkinlerdi”

Mayıs 68 kadınların bağımsızlaşmasında devinime yol açan bir an mıydı?

68’i düşündüğümüzde, hareketin birkaç liderinin yüzü ve adı derhal kafamızda canlanır fakat aralarında hiç kadın yer almaz. Halbuki kadınlar çok sayıda mevcut ve etkinlerdi de. La Roche-sur-Yon’da, kot pantolon üretimi yapan Big-Chief fabrikasında personel esas itibarıyla kadınlardan oluşuyordu. Kadın işçiler mekanları işgal ediyor, avluda çadır kuruyor, oturma eylemleri düzenliyor. Kamusal alanda böyle oturmak kolay değil o dönemde.

Ne var ki, çoğunlukta oldukları işletmelerde bile erkek sendikacılar tarafından temsil ediliyorlar, müzakerelere katılmıyorlar, az söz alıyorlardı. Bugün büyük bir kısmının, cinsiyet kısıtlamalarını, dişilliğe ve erilliğe geleneksel biçimde atfedilmiş toplumsal normları ve rolleri içselleştirmiş oldukları söylenebilir. 68 olayları buna rağmen tetikleyici vazifesi gördü; bu olaylar, müteakip aylarda toplumu işleyecek, yavaş yavaş telkin edecek ve 70’li yıllarda ikinci feminizm dalgasına kısmen yer verecek bir farkındalık anıydı.

En nihayetinde, 68’in bilançosu nasıl yapılmalı?

Bu son derece zor bir soru. Hadisenin sonundan itibaren bir yorumlama tartışması zuhur etti. CGT, özellikle de ücret artışı ve sendikal şubenin işletmede tanınmasıyla kendisini gösteren Grenelle Anlaşmaları’ndan sonra zaferini haykırdı. Grevler devam ettiği halde, L’Humanité gazetesi 6 Haziran sayısında “Birlik içerisinde muzaffer bir biçimde işe dönüş” başlığını atmıştı.****

Buna karşın CFDT, devrimci sol, PSU (Birleşik Sosyalist Parti), gerçekleşen hareketin büyüklüğü karşısında elde edilen sonuçların zayıflığını beğenmemekteydi: mesai süresine, emekliliğe ve işletmelerdeki demokrasi hususunda ileri sürülmüş meselelere ilişkin hiçbir şey yoktu. Ardından da 23 ve 30 Haziran milletvekili seçimleri gelecekti. Sıkça bahsedilen de Gaulle’cü tsunami söz konusu olmadığında, iktidar kampı gösterişli bir zafer elde etmişti. Bu bakımdan, komünist partinin seçimler ve solun birliği üzerine kurulmuş stratejisinin başarısızlığı aşikârdır. Ancak yine de Mayıs 68’i bir başarısızlık olarak sayabilir miyiz?

Kitabın sonunda, “Komün’ün başarısı, var olmuş olmaktır” diyen Marx’tan alıntı yaparak işin içinden çıktım… Fakat bu, elimdeki gereksiz bir kartı oynayıp kurtulma yöntemi değil sadece. 68 olayları başka muhtemel geleceklere kapı açtı; umudu yeniden canlandırmaya olanak tanıdı; düşünmek, söz almak, özgüveni geri kazanmak ve meşru hissetmek için belli bir an durulabileceği fikrini yeniden canlandırmaya olanak tanıdı.

“Her şey politiktir” diyordu, 68 sloganlarının birinde. Evet, politikayı kendimize mâl etmemiz; kentten, komünden, günümüzde ‘birlikte yaşam’ olarak adlandırdığımız mefhumdan bahsetmemiz meşru. Politikanın bu tutku uyandıran vizyonu ise 68’in bir mirasıdır.


Çevirmen notları

*Daniel Marc-Cohn Bendit (d. 1945). Fransız-Alman siyasetçi. Mayıs 68’in öğrenci liderlerindendi ve hem siyasi görüşü hem de saçının rengi nedeniyle o dönemde “Kızıl Dany” olarak bilinirdi. Avrupa Parlamentosu Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı grubunda eş başkanlık yaptı. Bir Avrupa Parlamentosu intergrubu olan ve Avrupa’da federalist projeyi yeniden başlatmayı hedefleyen Spinelli Group’un eş başkanıdır. (Kaynak: Wikipedia)

**Alain Geismar (d. 1939). Mayıs 1968’in başlıca öğrenci liderlerinden. Paris’te seküler bir yahudi ailesinde doğdu. Mühendislik okudu. Birleşik Sosyalist Parti’ye katıldı. Üniversitede profesörlük yaptı. Cezayir Savaşı’yla siyasi farkındalığı keskinleşti. Maoist bir örgüt olan Proleter Sol’un kurucularındandır. (Kaynak: ushmm.org)

***1967’de 3 bin çalışan istihdam etmekte olan tekstil fabrikası. 1966 yılının sonunda alınan işsizlik tedbirleri sonrasında kısa grevlere sahne oldu. Sendikalar 25 Şubat 1967’de büyük greve çağırdı ve grev 23 Mart’a kadar sürdü. Fabrika işgal edildi ve işçiler büyük bir seferberlik başlattılar. Besançon örneği diğer fabrikalardaki işçilere de ilham kaynağı oldu. (Kaynak: europe-solidaire.org)

****Fransa polisinin yedek kuvveti olan CRS, 6 Haziran 1968’de Renault-Flins’i işgal eder ve PTT’de de işe dönüş gerçekleşir. Ancak bu durum, grevin ülke genelinde sona erdiği algısını yaratmak amacıyla farklı yansıtılmış.


Kaynak: Telerama
Previous post
Prof. Hamit Bozarslan değerlendirdi: Afrin'de uygulanmayan ‘ateşkes’ kararı, belirsizlikler, olası senaryolar
Next post
Çok dilli ve kültürlü: Jin TV 8 Mart'ta yayına başlıyor