Ana SayfaÇeviriTürkiye’nin yeni dış politikası: Rehin almak – Nate Schenkkan

Türkiye’nin yeni dış politikası: Rehin almak – Nate Schenkkan

HABER MERKEZİ – Türkiye’de bir yıl boyunca iddianame olmaksızın tutuklu kalmasının ardından serbest bırakılan Deniz Yücel’in durumundan yola çıkan Nate Schenkkan*, “Batı Ankara’nın ne peşinde olduğunu biliyor, ancak adını koymuyor” alt başlıklı yazısında, Türkiye’nin yeni dış politikasını, “rehin almak” olarak tanımladı. Çekya’da gözaltına alınan PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim ile Türkiye’de tutuklu bulunan rahip Andrew Brunson’a da değinen Schenkkan, Türkiye’nin bu tutumuna karşı ABD’de yaptırımları da içeren yasa değişikliğinin gündemde olduğunu belirtti.


Çeviri: Tolga Er


Türkiye’nin rehine alması, Ankara ve onun Batılı müttefikleri arasındaki ilişkide en acil sorunlarından biri oldu. Bu, herkesin ne olduğunu bildiği, ancak siyasi liderler ve diplomatların adıyla hitap etmekte isteksiz olduğu bir durum.

En son yaşanan vaka, Şubat 2017’de ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla Türkiye’de tutuklanan Almanya ve Türkiye vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’e ilişkin. Türkiye’de baskıya dair yaptığı gazetecilik ile tanınan Die Welt muhabiri Yücel, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı olan Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın hacklenen e-postalarına yönelik makaleler yazmıştı.

İlk tutuklama kararı, bu makalelere ilişkindi, ancak gözaltının ardından soruşturmacılar dikkatini PKK’yi haberleştirmesine, özellikle de PKK lideri Cemil Bayık ile yaptığı röportaja kaydırdı. Çoğunluğu tek kişilik hücrede geçen bir yıllık tutukluluğunun ardından, Türkiye’de yargılama başlamadan, 16 Şubat’ta kefaletle serbest bırakıldı. Ülkeyi bir an önce terk etti. Almanya’da güvenli bir yere geldiğinde, cezaevinden ayrıldıktan sonra kendisine verilen mahkeme kararını elinde tuttuğu bir video yayınladı. Yücel, mahkemenin tutukluluk süresini uzattığını, sonlandırmadığını söyledi. Yücel’in serbest bırakılması, gözaltına alınmasında olduğu gibi Türkiye hükümetinin siyasi kararının tüm izlerine sahipti.

Yücel’in tahliye edilmesi, gazetecinin Türkiye tarafından serbest bırakılması için Almanya’da hükümetin neyden vazgeçtiği konusunda ateşli bir tartışmaya yol açtı. Yücel’in kendisi, serbest bırakılması için her türlü “kirli anlaşmaya” karşı çıktığını cezaevinden söylemişti. Almanya hükümeti başarılı bir şekilde Ankara’ya yönelik silah satışının durdurulması tehdidini koz olarak mı kullandı? Yoksa Türklerin, gazetecinin serbest bırakılabilmesi için silah satışının devam etmesine yönelik taleplerine teslim mi oldu? Her ne olursa olsun, bu tartışmada, Almanya’nın bir NATO müttefikiyle fiilen rehine pazarlığına girmeye zorlandığı kabul edilmiş oluyor.

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde rehine politikası öylesine yaygın ki; Suriyeli Kürt lider Salih Müslim geçtiğimiz hafta sonu Prag’da gözaltına alındığında, söylentiler hemen Çek hükümetinin, Suriyeli Kürt militanları desteklediği için Türkiye’de tutuklu bulunan iki Çek Cumhuriyeti vatandaşının özgürlüğü karşılığında Müslim’i iade etmeyi onaylayıp onaylamayacağına çevrilmişti. Çek mahkemesi ise Müslim’i Salı günü dava devam ederken serbest bırakarak, Avrupa Birliği içerisinde serbestçe seyahat ederken işbirliği yapacağı yönünde verdiği güvencede anlaşma sağladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, mahkemenin bu kararını “terörizmi açıkça desteklemeye yönelik bir karar” sözleriyle kınadı, Çekya Dışişleri Bakanlığı’ndan bunun karşılığında sert sözler içeren bir yanıt geldi.

Bu rehine politikaları, en çok ABD-Türkiye ilişkilerinde görünür durumda. Türkiye’de gözaltında bulunan birçok masum ABD’linin kaderi, Türk hükümetinin açık sözlü taleplerinin konusu oldu. Aralarında en çok bilinen ise Türkiye’de 20 yıldır yaşayan, İzmir’de küçük bir Protestan cemaati ile ilgilenen ve Temmuz 2016’da darbe girişimiyle bağlantılı olduğuna ilişkin belirsiz suçlamalarla tutuklanan rahip Andrew Brunson. Brunson, Bir yılı aşkın süredir cezaevinde kalıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Eylül ayında açık bir şekilde Brunson’ın takas konusu olduğunu, ABD’nin “papaz için papaz” vermesi gerektiğini, Brunson için Pensilvanya’da ikamet eden baş düşmanı Fethullah Gülen’i takas edilmesi gerektiğini söyledi. Brunson, Türk cezaevinde bulunan tek Amerikalı değil: Darbe girişimi sonrası baskı sırasında alınan çifte pasaport sahibi NASA bilim insanı Serkan Gölge, geçtiğimiz ay yedi yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı.

Bu, müttefikler arası ilişkide kabul edilemeyecek bir gidişat. Müttefik ülkeden hiçbir vatandaş, Türkiye’nin özgürlüğünü pazarlık kozu haline getirip getirmeyeceğini düşünmek zorunda kalmamalı – Ve hatta şu an için Kongre’nin önünde Türkiye’yi bu davranışından ötürü cezalandıracak bir yasa tasarısı bulunuyor. Senatörler Jeanne Shaheen (Demokratlar, New Hampshire) ve James Lankford (Cumhuriyetçilerden, Oklahoma) tarafından Devlet, Dış Faaliyetler ve İlgili Programlar’a sunulan yasa değişikliği, ABD vatandaşlarının haksız ve yasadışı bir şekilde uzun süre gözaltında tutulmasında yer aldığı ortaya çıkarılmış Türk yetkililere yaptırım koyma yetkisi veriyor. Yaptırımlar basit: Dışişleri Bakanı’nın, ‘ulusal güvenliğe’ konu olan yetkilileri teşhis etmesin, veya kamuoyuna duyurmadan isimleri, gizli bir ek kullanarak Kongre’ye iletmesini ve yetkililerin ABD’ye girişinin reddedilmesini gerektiriyor. Bu, rehine almaya verilecek net ve mantıklı bir yanıt ve şu an müzakere edilen, içinde bulunulan yılın finansal torba kanunu içinde yer almalı.

Senatör Lankford’un iki hafta önce Wall Street Journal’da yazdığı üzere, bu yasa değişikliği aynı zamanda büyük yolsuzlukta veya ciddi insan hakları ihlallerinde bulunmuş Türk yetkililere yönelik Küresel Magnitsky yaptırımlarıyla beraber uygulanmalı. Küresel Magnitsky Yasası, 2016 yılında geçirilen nispeten yeni bir kanun ve ilk kez Aralık 2017’de kullanıldı. Bu kanun, başkana, dünyanın herhangi bir yerinde ciddi insan hakları ihlallerinden sorumlu olan kişi ve kurumlara yaptırım uygulama yetkisi vererek, onların ABD’ye seyahat etmesine engel oluyor, varlıklarını donduruyor ve etkin bir şekilde onları ABD finansal sisteminin dışında tutuyor.

Türkiye’ye yaptırımlar ve bu yaptırımların yarardan çok zarara yol açıp açmayacağı hakkında birçok kişi öfkeyle diş gıcırdatıyor. Aslında Türkiye’nin müttefiklerini kırılma noktasına iten taraf olmasına rağmen, bu tartışmaların haddinden fazlası, ABD ve müttefiklerini kötüye gidişten sorumlu olduğunu varsayıyor.

Kongre ve Trump yönetiminin, ABD-Türkiye ilişkilerinin daha işlemsel hale gelmesine rağmen, belli alanların asla pazarlık konusu olmayacağını Ankara’ya göstermesi gerekiyor. ABD, ABD vatandaşlarının hakları veya ABD’de hukukun üstünlüğü üzerinden müzakerede bulunmayacaktır; bu, yaptırımları delen Rıza Sarraf veya Fethullah Gülen’in iadesi gibi yüksek profilli davalarda da geçerli. Aynı zamanda ABD, yolsuzlukla mücadele ve hukukun üstünlüğüne dair sorunları Türkiye ile ikili ilişkilerin merkezine doğrudan koyacaktır. Ne de olsa Türkiye, hala bir müttefik; en azından şimdilik.


*Nate Schenkkan, özgürlüğün yayılmasını destekleyen ABD merkezli bağımsız sivil toplum örgütü Özgürlük Evi’nin (Freedom House) “Geçiş Döneminde Olan Uluslar” (Nations in Transit) adlı projesinin müdürü

Kaynak: Foreign Policy
Previous post
İstanbul'da 8 Mart mitingi: 'İsyandayız, yine sokakta, yine alanlarda'
Next post
Ankara, Diyarbakır ve Çorlu'da 8 Mart eylemlerine engel: Çok sayıda kadın gözaltına alındı