Ana SayfaManşetAğaçlar geçiyor, anılardan, gelecekten, şimdiden – Elend Aydın

Ağaçlar geçiyor, anılardan, gelecekten, şimdiden – Elend Aydın


Elend Aydın


“Dünyadaki tüm ağaçlar bir yerlere giderler. Sürekli seferdedirler. Biz buraya, bu kente gelirken tren vagonumuzun pencerelerinin önünden geçen ağaçları anımsıyor musun? Kafa kafaya verip ırmağı nasıl aşacaklarını tartışan o iki kavağı anımsadın mı? Bütün ağaçlar hacıdır. Bir Mesihleri vardır ve onu ararlar. Bu Mesih görkemli bir Lübnan selvisidir… Bugün kentin içinden kimi ıhlamurla geçiyor.” *

Büyüdüğüm evin kadınlarının doğacıl ve ekolojist olmaları gibi bir şansa sahip olduğum için ağaçlarla bin bir çeşit hikâyelerim var. Bazılarına kalbimin deli kuşlarını emanet etmişim, yıllardır şakır dururlar orada. Kavak ağaçlarında ise düşlerim vardır, çocukluğun büyük düşleri, “büyüklüğün” çocuksu düşleri… Yaprakları rüzgârla ışıl ışıl dans ettiğinde düşlerimde dans eder, sıya karışır sonra, toprağa ve zamana… Kavak ağaçları, macerasıdır bilirsiniz, dört mevsimin maceralarında düşlerimle cirit atarlar. Ne zaman onları görmesem hayalet olup, tıklatırlar ruhumun tüm pencerelerini. Gördüğümde ise sessizce bakışır, uzaklardan da olsa söyleşiriz. Kavak ağaçlarıyla birbirine karışır tüm hikâyelerimin yürek çarpıntıları. Rüzgârda ışıldayarak dans eden yaprakları, benim yürek çarpıntılarım olur tüm hikâyelerimde; hikayelerimdeki rüzgarlar ise mırıl mırıl konuşur hep gördüğüm her kavak ağacının kulaklarında. Birbirinde kalır gözlerimiz ve sözlerimiz. Çünkü kavak ağaçları, çocukluğumun masalsı kahramanlarıdır, hiç ayrılamayız bu yüzden. Söğütler, delişmen badem ve elma ağaçları ise hep fırfırlı etekleriyle karşılar beni, sonsuz çiçeklerinden oluşan rengarenk fırfırlı etekleri. Gerçi geçen gün tepeden tırnağa çiçeğe kesmiş bir elma ağacına neredeyse sitemle şöyle diyecektim: “Ne vardı bu kadar mutlu olacak, ne vardı böyle çiçek açıp fırfırlanacak?” Ama kıyamadım. Çünkü ne kadar buluşsak da hep ayrılırız ağaçlarla, hep ayrılırız ağaçlardan. Yazar onların “hep bir yerlere gittiğini” söyler ama bizler de gideriz ya da onlar –ağaçlar- kadar bizler de hep gideriz.

İşte tam şu anda arz-ı endam eden ağaçlar var ki bu ağaçlar olağanüstü, her yapraklarında ayrı bir hikâye, her hikayede bir unutulmaz ilk bakış… Tüm mevsimleri toplamış bu ağaçlar, tüm telaşlı çiçekleri, tüm aydınlık manaları, tüm buğday başaklarını tüm mavi akşamları… Bu ağaçlar kim, bu ağaçlar ne, bu ağaçlar ne söyler sorularını sorarken arılar; şimşek çaktı belleğimin zaman tünelinde: bu ağaçlar Afrin, bu ağaçlar Afrin, bu ağaçlar Afrin! Başka söze ne gerek. Hep arz-ı endam edecek ve adlarını dostun avucunda kınayla, düşmanın alnında vurulmuş çocukların öfkesiyle yazacaklar belki. “Selam olsun size ey ağaçlar” dediğimde, bir tümseğin arkasında kıpırdaşan bir yabangülüne dönüştüğümüzü gördüm yabani gül ağacı oldum yani ansızın.

Bütün ağaçlar “hacıysa” ve “Mesih” arıyorsa önümüzden geçip giderken böyle sonsuzca bulamadıkları nedir?

Ağaçlar geçiyor, anılardan, gelecekten, şimdiden. Ama en güzelleri sessizce yemin içerek kadim Kürt evlerinin, Süryani bahçelerinin kurt sürüleri dadanmış silüetlerine el sallayanlardır. Hayatı her şeye tecavüz etmek olarak algılayanların anları asla yenemeyeceğini Nobokov’un bazlı ağaçları da bilir, belleğimizin ve hayatımızın ağaçları da…

Ah sevgili en güzel ağaç ve hayat türü Afrin, tüm yollar sana çıkıyor işte.


* Vladimir Nabokov, “Bir Günbatımının Ayrıntıları”, Çev: Seniha Akar, Fatih Özgüven, Pınar Kür, Dürrin Tunç, İletişim Yayınları, İstanbul: 2017