Ana SayfaÇalışma YaşamıZorunlu arabuluculuk: Mahkeme salonunun yerini toplantı salonu alıyor

Zorunlu arabuluculuk: Mahkeme salonunun yerini toplantı salonu alıyor

İşçiler giderek, haklarını çiğneyen patronlara dava açma hakkından mahrum bırakılıyor. “Zorunlu arabuluculuk”un şikeli dünyasına hoşgeldiniz.


Meagan Day

Çeviri: Başlangıç Kolektifi


Kapitalizmin ideolojik savunucuları, burjuva eşitliğinin liberal erdemlerini övmeye bayılır: Buna göre, kapitalizm altında insanlara eşit sonuçlar garanti edilemez, ama herkesin yasalar karşısındaki eşitliği güvence altındadır.

Peki ama, işçilerin hayatta kalmak için kapitalistlerden aldıkları ücrete mahkum edildiği kapitalizmin gerçekliği karşısında, bu herkese eşit [hukuki] koruma teorisi işliyor mu?

Bu çelişkinin en iyi örneklerinden biri “zorunlu arabuluculuk”; yani, bir şirket, mahkemede onun aleyhine dava açma hakkınızı iş sözleşmenizde elinizden alır ve bunun yerine sizi özel arabuluculuk sürecine gitmeye mecbur bırakır. İlke düzeyinde bile kaygı verici olan bu gelişme, fiiliyatta nadir ve istisnai bir durum olsa, belki alarm zillerini çalmaya gerek olmazdı. Ama şirketlerin hayatlarımız üzerinde görülmedik bir iktidarı olduğu günümüz toplumunda, bu uygulama giderek yayılıyor ve yeni alanlara el atıyor; pek çoğumuzu iş mahkemelerindeki hukuki güvencelerden mahkum ediyor.

Zorunlu arabuluculuk hükümlerinin artan sayıda tüketiciyi kapsadığını biliyorduk bir süredir. Misal ABD’de bir kredi kartı veya faturalı cep telefonu tarifeniz varsa, söz konusu şirkete karşı mahkemede toplu dava açma hakkınızdan fark etmeden feragat etmiş olmanız kuvvetle muhtemel. Kısa süre öncesine kadar bilmediğimiz şeyse, zorunlu arabuluculuğun işçiler üzerinde ne kadar etkisi olduğu. Anlaşıldığı kadarıyla devasa bir etkisi var ve bu giderek büyüyor. Cornell’de hukuk profesörü olan Alexander J.S. Colvin’in yeni bir çalışmasına göre, ABD’deki 60 milyon sendikasız özel sektör çalışanı, işe alınma şartı olarak zorunlu arabuluculuğa tabi tutuluyor, yani patronlarına dava açamayacak durumdalar.

Colvin, “Mahkemeye gitme hakkına sahip olanların sayısı daha az” diyor: “Çalışma hakları ve iş hukukunu kavrama biçimimizi artık değiştirmek durumundayız.”

Kuralları patronlar yazıyor

Zorunlu arabuluculuk meselesinin büyüdüğüne dair sinyaller on yıllardır mevcuttu, ama genel resim çok da net değildi. 1995 yılında, Devlet Hesapverebilirlik Ofisi, işverenlerin yüzde 7.6’sının çalışanlarını dava açma hakkından feragat etmeye mecbur bıraktığını, bunun kaygı verici ancak çok yaygın olmayan bir eğilim olduğunu tespit etmişti. 2003 yılında Colvin, telekomünikasyon sektörüne ilişkin sınırlı bir araştırma yürüttü: İşverenlerin yüzde 14.1’inin bu tür sözleşmeleri dayattığını ve bu oranın giderek arttığını buldu.

Colvin’in geçtiğimiz hafta Ekonomi Politika Enstitüsü’ndeki (EPI) bir panelde sunduğu yeni çalışmasına kadar, sorunun ne kadar vahim olduğu net değildi. Colvin’in bu araştırmasına göre, ABD’de özel sektör işyerlerinin yüzde 53,9’u çalışanlarına zorunlu arabuluculuk dayatıyor. Sendikasız, özel sektör işçilerinin çoğunluğu zorunlu arabuluculuk hükümleri altında çalışıyor; bunun yüzde 40’ı son beş yılda empoze edilmiş.

Colvin’le beraber EPI panelinde yer alan ve Genel İstihdam Yasası Projesi’nde çalışan bir avukat olan Ceilidh Gao, işçiler için bunun somutta ne anlama geldiğini ifade ediyor. Fiilen, iş mahkemesi salonunun yerini toplantı salonu almış durumda — ve haliyle, toplantı salonu şirkete ait. “Ortada arabulucu var, taraflar var ve avukatları var,” diyor Gao: “Ama jüri yok, hakim yok ve kamuoyunun bilgisi yok.” Arabuluculuk kamusal değil özel bir mahkeme.

Gao’ya göre zorunlu arabuluculuk işçiler için üç nedenden dolayı kötü: Şikeli, gizli kapaklı, ve işçiyi tek başına bırakıyor. “Şike sözü, kulağa biraz sert gelebilir” diyor, ama eğer bir işçiyseniz “arabuluculuk, karşı tarafın kuralları yazdığı, yargıcı seçtiği ve yargıcın ücretini verdiği bir mahkeme adeta.” Dolayısıyla araştırmalara göre arabuluculuğa başvuran işçilerin mahkemeye giden işçilere nazaran daha nadiren kazanım elde etmesi hiç de şaşırtıcı değil — hatta kazandıkları zamanlarda da işveren – işçi davalarında genelde gördüğümüzden daha küçük tazminatlar kazanıyorlar.

Gao’ya göre, “Davacılar [işçiler] gelip gidiyor, ama işverenler sabit oyuncu” diyor: “Ve arabulucunun bir sonraki işini alıp alamayacağını belirleyen de işverenler.” Bu nedenle, arabulucunun işveren lehine hareket etmesi yönünde güçlü bir ekonomik saik mevcut; hatta bazı çalışmalar, arabulucuların işverenlerden yana tavır aldığına dair çok güçlü ampirik bulgular sunuyor.

Sürecin gizliliği de, hem tek tek işçiler hem de genel olarak çalışanlar için sorun teşkil ediyor. Tahkimdeki her şey kapalı kapılar ardında gerçekleştiği için, hiçbir şey kayda geçmiyor, kamuya açık belgeler yok, haber arayan gazeteciler yok, kamuoyu baskısı yok. Bu işverenler için arabuluculuğu cazip kılan unsurlardan biri: Çünkü iş kanunu ihlallerini, kanun yapıcılardan, hissedarlardan ve genel kamuoyundan gizlemelerine fırsat sağlıyor. Oysa işçiler için arabuculuğun önemli bir dezavantajı, işçilerin birbirlerinin başvurularından bihaber olması. Ve işçiler birbirlerinin şikayetleri hakkında bilgi sahibi olmadığında, birbirlerinin sunduğu kanıtları görme fırsatını kaçırıyor, ellerini güçlendirmek için şirketin kurumsal davranış kalıplarını tespit edemiyor ve ayrıca itiraz ve talepleri etrafında hukuk haricindeki yollarla örgütlenmeleri zorlaşıyor. Dolayısıyla arabulculuk işçileri yalıtıp atomize ederek güçsüz kılıyor.

İşçilerin birleşip beraber dava açmasını engelleyen toplu dava feragatnameleri kanalıyla, şirketler giderek formel bir biçime, işçilerle birer birer baş etme tercihini ortaya koyuyor. Colvin’in raporuna göre, zorunlu arabuluculuk dayatılan 25 milyon ABD’li işçiye aynı zamanda toplu dava feragatnamesi de dayatılıyor. ABD Yüksek Mahkemesi’nin, yakında başlayacak Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu (NLRB) – Murphy Oil USA davasında, işveren lehine karar verip de toplu dava feragatnamelerinin iyice önünü açarsa, bu sayı muhtemelen daha da yükselecek. Yargıç Stephen Breyer, bu davada işveren yanlısı bir karar çıkması halinde, “New Deal‘in tüm kalbi” olan toplu pazarlık düzeninin ve işçileri koruyucu tedbirlerin baltalanacağından endişe duyuyor. Ne yazık ki, mahkemenin şu anki üye bileşimi göz önüne alındığında, Breyer’in görüşünün azınlıkta kalması muhtemel.

İşçileri atomize etmek

Colvin’in raporuna göre, zorunlu arabuluculuğu kullanmaya en meyilli kesim büyük işverenler. Bu şaşırtıcı değil; çünkü büyük şirketlerin, kendi çıkarlarını işçi çıkarlarına karşı korumaya adanmış, gelişkin hukuk birimleri mevcut. Ancak bu küçük firmalardaki işçilerin risk altında olmadığı anlamına gelmiyor: Küçük şirketler genelde büyük firmaların pratiklerini tespit edip kopyalar ve arabuluculuk uygulaması da müthiş bir hızla yaygınlaşıyor.

Yine şaşırtıcı olmayan bir şekilde, rapora göre zorunlu arabuluculuk uygulaması en çok düşük ücretli işçileri etkiliyor: Düşük ücretli, özel sektör işyerlerinde, işverenlerin yüzde 64,5’i iş sözleşmelerine zorunlu arabuluculuk hükümleri koyuyor. Bunun bir sonucu olarak, toplum ve işyerindeki genel demografik örüntüler nedeniyle, daha fazla kadın işçi ve siyah işçinin çalıştığı endüstrilerde, çalışanların dava açmasını engelleme eğilimi daha güçlü.

Colvin’in çalışmasının bir diğer bulgusu, zorunlu arabuluculuğun en çok Kaliforniya, Teksas ve Kuzey Karolina’da yaygın olduğu. Araştırmacıya göre, toplu davaları önemli bir taktik olarak kullanan 15 Dolarlık Asgari Ücret için Mücadele [Fight for 15] kampanyası bu eyaletlerdeki düşük ücretli sektörlerde oldukça güçlü. Colvin’e göre, zorunlu arabuluculuk, emek hareketinin bu tür mücadelelerine bir yanıt olarak şirketlerin geliştirdiği bir kurumsal savunma mekanizması olabilir. Kâr güdüsü nedeniyle şirketler, masraflı hukuki süreçlerden, özellikle de ücretleri arttırabilecek ya da kazançlarını tehdit edebilecek başka harcamalar doğurabilecek hukuki süreçlerden kaçınma eğiliminde. Öyleyse, zorunlu arabuluculuk hükümlerinin giderek yayılmasının temel nedeni olarak, şirketlerin bunu yapmakta serbest olmasını ve arabuluculuğun kârlarını artırmasını gösterebiliriz. Bununla birlikte, mevcut özgül durumda, bu uygulamanın kısmen de sınıf temelli örgütlenmelere ve işçilerin artan gücüne bir yanıt olarak ortaya çıktığı söylenebilir.

Zorunlu arabuluculuğun sorunları toplantı salonuyla sınırlı değil. Başvuruların baskılandığına işaret eden bulgular da var; yani, süreci işverenler kontrol ettiği için, işçilerin arabuluculuk masasına oturması bile çok zorlaşabiliyor. Gao’nun zikrettiği bir çalışmaya göre, “Başvuruda bulunmak isteyen işçilerin yüzde 98’i, arabuluculuk süreci bile başlatamıyor”. Dolayısıyla, sözleşmesinde zorunlu arabuluculuk hükümleri olan çok sayıda işçi, yönetimin suiistimallerine katlanmak zorunda kalıyor. Arabuluculuk süreci başlatmaya kalkarlarsa sürecin son derece zorlu olduğunu ve tamamen yönetimce belirlendiğini görüyorlar ve sonuçta şikayetleri gündeme bile gelmiyor.

Zorunlu arabuluculuk, “şirketlerin cilt cilt yasaları es geçmelerinin dolaylı bir yöntemi” diyor Gao. Çalışanlar patronlarını mahkemeye veremediğinde, işçileri koruyan yasalar fiilen hükümsüz hale gelir. Ücret ve iş güvenliği yasaları kitaplarda vardır var olmasına, ancak sözleşmesinde zorunlu arabuluculuk maddesi olan işçiler, bu kanunlar çiğnendiğinde etkili bir hukuki süreç başlatma imkanına sahip değildir, yönetimden kaynaklanan suiistimalleri gerçek anlamda tazmin etme şansları yoktur, bu sözde tarafsız yasal otorite karşısında temyize gitme imkanları bulunmaz. Kendi haklarını savunma araçları o kadar sınırlanmıştır ki, adeta söz konusu iş kanunları buhar olup uçmuştur.

Kapitalizmdeki eşitsizliği savunmak için sunulan “Eşit sonuç değil, eşit fırsat” argümanı, maddi anlamda eşit olmasak da en azından hukuk karşısında eşit olduğumuz fikrine yaslanır. Fakat gerçekte kapitalizm, kendi iddiasının altını kendi oyar: İşçilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için emeğini satmak zorunda oldukları bu sistem nedeniyle – ki çoğu işçi işverenini seçme konusunda pek de şansa sahip değildir – şirketlerin toplumdaki gücü o kadar büyüktür ki, sürekli olarak bizim temel haklarımızı çiğner geçerler. Ve toplum kâr üzerine kurulu olduğu sürece de, mücadele sahasında hep şaibe olacaktır.


Kaynak: Jacobin