Ana SayfaKitapFrida Kahlo’dan Francis Bacon’a: John Berger’in “Portreler”i raflarda

Frida Kahlo’dan Francis Bacon’a: John Berger’in “Portreler”i raflarda

HABER MERKEZİ – John Berger’in hayatı boyunca sanat ve sanatçılar üzerine kaleme aldığı yazıları Metis Yayınları tarafından iki ciltte toplandı. İki ciltlik kitabın ilki “Portreler” raflardaki yerini aldı.

Metis Yayınları, John Berger’’in hayat boyu sanat ve sanatçılar üzerine kaleme aldığı yazılarını iki ciltte topladı.

Beril Eyüboğlu’nun Türkçeleştirdiği kitabı yayına hazırlayanlar ise Emine Bora, Eylem Can, Semih Sökmen.

“Portreler” isimli ilk ciltte mağara resimlerinden günümüze kronolojik bir sıra var ve yazarın kelimelerle çizdiği sanatçı portreleri yer alıyor.

Berger’ın alternatif sanat tarihi olarak da okunabilecek kitapta Paul Cézanne’dan Vincent van Gogh’a, Frida Kahlo’dan Francis Bacon’a 80’e yakın portre var.

Metis, kitabın ikinci cildinin ise “Manzaralar “adıyla yayımlanacağını duyurdu.

Berger’den “Önsöz”

Geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan John Berger’in 24 Mart 2015’te kaleme aldığı Önsöz şöyle:

Sanat eleştirmeni olarak anılmaktan oldum olası nefret etmişimdir. On yılı aşkın bir süre sanatçılar, sergiler, süreli müze sergilerine ilişkin düzenli olarak gazete ve dergilerde yazıp çizdiğim doğru.

Ne var ki gençliğimden beri içinde hayat bulduğum çevrede, birini sanat eleştirmeni olarak nitelemek hakaret sayılırdı. Sanat eleştirmeni, pek az bildiği ya da hiçbir şey bilmediği konularda ahkâm kesen, yargılayan biriydi. Bir sanat simsarı kadar değilse de, münasebetsizin tekiydi.

Her yaştan ressam, heykeltıraş ve grafik sanatçısının asgari düzeyde tanıtım, sahiplenilme ya da takdirle, hayata tutunabilmek ve sanatını icra edebilmek için mücadele ettiği bir çevreydi sözünü ettiğim. Maharetliydiler, yüksek standartları vardı, alçakgönüllüydüler, dostları eski ustalardı ve birbirlerini kardeşçe eleştirirlerdi ama sanat piyasasını ve simsarları umursamazlardı. Aralarında siyasi mülteciler çoğunluktaydı; bu yüzden doğal olarak kanundışıydılar. Beni eğitenler, esinlendiğim kadınlar ve erkekler bunlardı işte.

Uzun ömrümde bir yazar olarak zaman zaman sanat hakkında yazılar yazmam sanatçılardan aldığım ilham sayesindedir. Ben sanat hakkında yazarken –ya da yazmaya çalışırken– neler olmaktadır?

Bir müzede ya da galeride sergilenen sanat eserini seyrettikten sonra, yaratıldığı atölyeye girmeye çalışırım. Ve orada, oluşum sürecinin hikâyesine ilişkin bir şeyler öğrenme umuduyla beklerim. Hikâyeye içkin umutlara, seçimlere, hatalara, keşiflere dair bir beklenti. Kendi kendime konuşur, atölyenin dışındaki dünyayı gözümde canlandırır, belki tanıdığım ya da asırlar önce ölmüş olan sanatçıya seslenirim. Kimi zaman yaptığı bir şeyden yanıt gelir. Hiçbir zaman bir neticeye varılmaz. Bazen her ikimizi de şaşırtan yeni bir alan açılır. Bazen de soluğumuzu kesen –bir gizin açığa çıkması gibi soluk kesici– bir hayal dünyası belirir.

Bu türden bir yaklaşımın ve deneyimin nereye varacağı okurlarımın değerlendirmesine kalıyor. Kendim bir şey diyemem. Her zaman tereddüt içindeyimdir. Ancak emin olduğum yegâne şey, söz konusu sanatçıların hepsine konukseverliklerinden dolayı duyduğum minnet borcu.

Bu kitaptaki resimlerin tümü kasıtlı olarak siyahbeyaz. Nedeni ise bu eserlerin gösterdiklerinin, günümüz tüketim dünyasında parlak renkli röprodüksiyonlarla parası bol olanlar için tasarlanan kataloglarda lüks eşya kategorisine indirgenmek istenmesidir. Oysa siyahbeyaz röprodüksiyonlar sadece hatırlanmak içindir.