Ana SayfaYazarlarEmre CakaBağış Erten: Dünya Kupası bir karnaval ancak sahada post-kolonyal bir durum var

Bağış Erten: Dünya Kupası bir karnaval ancak sahada post-kolonyal bir durum var

HABER MERKEZİ – Cumhuriyet yazarı, spor yorumcusu ve aynı zamanda bir hukukçu olan Bağış Erten ile Fenerbahçe yönetimindeki değişimi ve yaklaşan Dünya Kupası’nı konuştuk. Ali Koç’un Fenerbahçe’ye büyük bir oy farkı ile başkan olmasını “tek adamlık dediğimiz şeyin pek çok yerdeki tezahürüne bir tepki de vardı o farkta” sözleriyle yorumlayan Erten, bu durumun ‘zamanın ruhu’na uygun bulduğunu belirtti. Erten Dünya Kupası konusunda ise sahaya dikkat çekti: “Eskiden yeni takımlar yeni yüzler görürdük. Avrupa kulüpleri bu imkanı eline aldı. Yani post-kolonyal bir durum var.”


Röportaj: Emre Caka


Türkiye tarihin en güçlü kulüp başkanlarından birisiydi Aziz Yıldırım. Emin adımlarla ilerlediği kongrede büyük yenilgiye uğradı. Bu farkı bekliyor muydunuz? Bu farkı yaratan ne oldu?

Açıkçası herkes bir değişim görmek istiyordu. Sadece Fenerbahçe kulübü ile ilgili değil, ülke genelinde böyle bir hava var. Birçok taraftarın olduğu gibi benim de favorim Ali Koç’tu. Ama değişim isteği öyle büyükmüş ki, açık söylemek gerekirse kimse bu farkı beklemiyordu.

Ali Koç için mükemmel bir seçim dönemi geçti diyebiliriz. Taraftar ile iç içe, esnaf ziyaretleri, tribündeki taraftar görüntüsü, sosyal medyası… Aslında en net tabir ile “sokağa indi” diyebiliriz. Nasıl başardı bunu?

Belli ki bu işe uzun süre önce girişmiş Ali Koç. Şuradan da biliyorum. Bir sene önce onun ekibinden telefon aldım, görüşmeler yaptık. “Nasıl bir başkan istersiniz” diye sordular. Yani uzun süredir çalışıyorlar bu süreç için. Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir uzun planlama süreci bu. Yine de korkuyorduk. Sonuçta taraftarın gönlünü almış olabilir ama kongre üyeleri için durum çok farklı. Orada dernekçilik dediğimiz şey rol oynayabilirdi. Seçimle birlikte gördük ki Koç onlara karşı da iyi hazırlanmış. Çok iyi çalışmış gerçekten.

Ama bu kadar farkı açıklamaya sadece plan program yetmiyor. Bir süredir gündemde olan bir kavram var: ‘Zamanın ruhu!’ Özellikle Gezi sırasından iyi tanıyoruz bu kavramı. İşte bugünün zamanının ruhu da Ali Koç’tan yanaydı. Cumhuriyet’teki yazımda da bahsetmiştim… Tek adamlık dediğimiz şeyin pek çok yerdeki tezahürüne bir tepki de vardı o farkta. Bu seçim geçen sene olsaydı belki de Aziz Yıldırım bu kadar fark yemeyebilirdi. Hatta belki kaybetmezdi de. Ama tam 24 Haziran öncesine denk gelmesi, her kesimden herkesin değişim arzusu, futboldaki başarısızlıklar havayı Ali Koç’a çevirdi.

Bu seçimle birlikte ikiye bölünmüş bir durum var. Bir taraf değişimin enerjisi ve motivasyonundan bahsedip Ali Koç üzerinden 24 Haziran’a güzellemeler yapıyor. Diğer taraf ise “Koç’un sermayenin en büyük sözcüsü olduğunu, buradan ümitlenmenin doğru olmadığını” düşünüyor. Bu konuya nasıl bakmak lazım.

Yaşanan heyecan ‘Ali Koç kimdir’e bakarak yaşanmadı aslında. O da bir faktör. Fakat asıl 24 Haziran seçimleri sürecinde de gördüğümüz gibi ezici çoğunluk neyi istediğinden çok neyi istemediği konusunda net. Toplumda ne istemediğimiz konusunda çok geniş kapsamlı bir mutabakat, hatta Fenerbahçe kulübünden daha fazla bir mutabakat var. Neyi istemediğinizi bu kadar açık tanımladığınız zaman, neyi seçtiğiniz ilk aşamada net olarak okunamıyor. Yani kimi seçtik, neyi seçtik değil de neyi seçmedik üzerinden denklem kuruluyor. O yüzden karamsarlığa kapılmamak gerekir. Yani ‘kimi seçtiğinizin farkında mısınız?’  söylemiyle karıştırılmaması gerekiyor. Önemli olan önce onların gitmiş olması, herkesin psikolojisi o.

Oy sayımı sırasında Aziz Yıldırım yarıda çıkmak zorunda kaldı. 20 yıllık bir serüven. Başarılar, başarısızlıklar, 3 Temmuz… Aziz Yıldırım nasıl bir yol izlemeliydi, nasıl oldu da efsane başkan olma durumundan konu buralara geldi?

Seversiniz, sevmezsiniz ama Fenerbahçe kulübünün en büyük başkanlarından biridir Aziz Yıldırım. Ama son yıllarda kendine dönük halleri, özellikle her şeyi kendiyle açıklayan tavırları, sonrasında önemli başarısızlıklar… Bütün bunları topladığınız zaman artık kendisiyle ilgili sempatik bir tablo çizmek mümkün değildi. Bunu doğru okusa, “Evet ben yıprandım-yoruldum” dese ve buna göre bir tavır alıp gitseydi büyük bir ihtimalle tüm Fenerbahçe taraftarının gönlünde ayrı bir yeri olacaktı. Ama koltuk öyle bir şey değil… Koltuk, insanın hırslarıyla sahip çıktığı bir şey. Sadece rasyonel düşünme biçimleriyle oturmuyorlar o koltuklara. Aziz Bey zaten her şeyi çok doğru yaptığına inanan, dışardan eleştirilere kapalı biriydi. Bu tutumu da gidiş biçimini belirlemesine neden oldu. Hak ettiği gibi gitmedi diyemeyiz ve bunun için kimseyi suçlayamayız. Ne taraftarı ne de kongre üyelerini…

Fenerbahçe’yi bu yıl ne bekliyor? Köklü değişiklikler olacak mıdır?

Seçimin ertesi gününden sonra artık Ali Koç için yeni bir sınav başladı. Sizi bir yere yükselten şey sizi orada tutacak anlamına gelmiyor.  Koç’un önemli bir kredisi var. Bu kredinin bir numaralı referansı da rasyonel bir kulüp yönetimi. Sportif direktör de bu adımların bize hissettirilmesi gibi oldu. Bir sportif direktör başladı, imza töreni, Ali Koç’u tekrardan gördük ve ilk imza atıldı… Sistem çalışmaya başladı izlenimi veriliyor. Bunlar tahmin ediyorum başlangıç için ikna edici durumlar. Ama Türkiye’de teknik direktör seçimi önemlidir. Burası kritik bir dönemeç olacak. Uzun vadede nasıl bir akıl yürüttüğünü daha net göreceğiz.

Dünya Kupası: Sahada post-kolonyal bir durum var

Dünyanın en büyük ikinci organizasyonu olan Dünya Kupası’na sayılı günler kaldı. Sizin favoriniz, merakla beklediğiniz bir takım var mı? Ya da şöyle yapalım direk, Dünya Kupası’ndan sohbet edelim mi biraz?

Dünya kupası artık genç yeteneklerin sahne aldığı bir yer olmaktan çıkıyor. Geçenlerde bir istatistik gördüm; Dünya Kupası’na gidecek her 10 futbolcudan 1 tanesi Avrupa’nın 10 büyük takımında oynuyor zaten. Yeni yüzler görmek eski bir hissiyat yani.  Eskiden yeni takımlar yeni yüzler görürdük.  Avrupa kulüpleri bu imkanı eline aldı. Bütün genç yetenekler zaten sahnede ve oradan gidiyor. Bu konuda eski heyecanı yok… Mısır dediğiniz şey de biraz Salah mesela. Ya da Afrika ülkelerine baktığımız zaman Fransa, Belçika, İngiltere liglerinde oynayan futbolculardan kurulu Afrika takımları… Yani post-kolonyal bir durum var.

Ama Dünya Kupası bundan ibaret değil. Bu bir festival hatta karnaval denebilir. Yani doyumsuz bir şekilde günde 3 maçla, kültürel olarak sizi çok açabilecek ufuklara gitmek, her gün futbol adı altında kültürel bir cümbüş izlemek. Yani büyük resimde Dünya Kupası her zaman cazip bir şey. Turnuvanın Rusya’da yapılıyor olması gibi sıkıntılar, artık Dünya Kupası gibi organizasyonların ancak otoriter bir yapının altında olabileceği gibi eleştiriler çok yerinde… Ama küçüklüğümüzün en büyük aşkını da öyle kolay kolay bırakmayız yani…

Peki ya favoriniz?

Dünya Kupası’nı benim için cazip kılan en önemli durum şu; Poligamik bir ortam olması. Birden fazla takımı sevebilirsiniz… Hatta bir ara Banu Yelkovan benimle dalga geçerdi, “32 takım var sen 31’ini tutuyorsun” diye (Gülüyor). Çünkü gerçekten hepsini sevmek için bir nedeniniz bir motivasyonunuz oluyor.

Favoriden çok sevdiğim takımlarla ilgilenirim ama genel olarak bir favori kim diye bakmak gerekirse, Fransa’nın önemli bir güç olduğunu düşünüyorum bu turnuvada. Onun dışında Almanya’nın en yetenekli kadrolardan birine sahip olmasına rağmen, teknik direktör olarak biraz mental yorgunluğa uğrayacağını düşünüyorum. Güney Amerika tarafında ise Brezilya çok iyi bir kadro ile geliyor. Teknik direktörleri bakalım ne kadar katkı verecek. Çünkü Dünya Kupası biraz teknik direktör turnuvasıdır. İspanya yeni bir dönem yaşıyor… Bunların dışında gizli favori Belçika var. Kadrosu çok iyi isim olarak. Ama kupa daha çok bireyselden ziyade takım kalabilme, kısa süre için çok iyi bir odaklanma, motivasyon ve teknik direktör işidir.

Favori olmayanlardan da tutulacak pek çok takım var. Ben mesela Uruguay’ı merakla bekliyorum. Galiba şampiyonaya en büyük seyirci desteği ile giden takımlardan biri. Tribünleri çok şenlikli olacak… İran nasıl bir futbol oynayacak gerçekten merak ediyorum. İzlanda’nın hem takım, hem taraftar olarak turnuvaya en çok renk katan takım olacağına eminim. Bir Afrika ülkesinin yarı finalde görme isteğimizi gerçekleşecek mi?  Onun dışında Polonya’nın iyi işler yapabileceğini düşünüyorum. İyi takımlar.

Bunların dışında sürekli Dünya Kupası’na gelen ancak çok izleyemediğimiz Japonya, Kore gibi takımlar var, ancak izlerken anlayacağız. Meksika-Kolombiya gibi yeni yetenek sunanlar da var. Bu arada 32 takımdan kaçını saydım yine? (Gülüyor)

Sanırım 31’ini saydınız yine. Son kalan takımı da okuyucularımız bulsun o zaman. (Ben de gülüyorum)


Dünya Kupası’na sayılı günler kaldı: Ne zaman başlıyor, kimler katılıyor?

Previous post
Kültür Bakanlığı, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'ne desteğini kesti
Next post
Yönetmen Icíar Bollaín ile "Yağmuru Bile" üzerine