Ana SayfaManşetKemal Can: Yeni bir sözü olmayan Erdoğan, medyasında çaresizliğini anlatıyor

Kemal Can: Yeni bir sözü olmayan Erdoğan, medyasında çaresizliğini anlatıyor

HABER MERKEZİ – CNN Türk’ün dahi A Haber’e dönüştürüldüğü bir medya düzeninde iktidar medyayı tamamen ele geçirmenin ceremesini nasıl çekiyor, bunun negatif sonuçları neler? Geleneksel iletişim araçlarındaki iktidar tekeline karşın muhalefetin sosyal medyayı etkili kullanımı bir soruya kapı aralıyor: Bu seçim aynı zamanda iktidarın tekelindeki geleneksel iletişim araçlarıyla muhalefetin lehine çevirebildiği yeni iletişim teknolojileri “arasında” mı? Cumhuriyet yazarı, gazeteci Kemal Can ile bu soruları ve daha fazlasını konuştuk.


Röportaj: Bekir Avcı


“Erdoğan, medyasında çaresizliğini anlatıyor”

Doğan Grubu’nun satışıyla zaten ana akım özelliğini yitiren CNN Türk’ün dahi A Haber’e dönüştüğünü görüyoruz. Siz ise iktidarın medyayı tamamen ele geçirmenin negatif sonucunu son olarak Suruç’ta gördüğünü söylüyorsunuz ve bu negatif etkiyle seçimde de karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Cılız kalmış bir ana akımı da ‘havuzlaştırmanın’ iktidar açısından negatif yönü nedir?

Türkiye’deki iktidar ve otoriter – totaliter iktidarların tamamı yükseliş dönemlerinde kendi dışındaki ana akım diye değerlendirebilecek medya organlarını etkilemek veya kontrol etmekle yetinirler. Hatta sanki o medyanın biraz daha bağımsızmış gibi davranmasına göz yumabilirler. Bunun kendi meşruiyetleri için faydalı olacağını düşünürler. Ancak iktidarları tehlikeye girdiğinde savunma hattına çekildiklerinde, kendi kontrolleri dışında bir haber bilgi alanı kalmasına tahammül edemezler. Sadece etkilemek, kontrol etmek de yetmez hale gelir ve tamamen ele geçirmeyi isterler.

AKP iktidarı da ilk yıllarında liberal çevreler, dış güç odaklarıyla olumlu bir ilişkinin sürmesi için medya desteğinden fazlasıyla yararlandı. Daha sonraki yıllarda, iktidarını sağlamlaştırdıkça, ekonomik, siyasi ve adli bazı tedbirlerle medya üzerindeki etkisini artırmaya başladı. Bir taraftan da, kendi medyasını oluşturmaya, kendine yakın sermayenin medya sahibi olmasına destek verdi. Fakat etkili bir yandaş medya kuramadı. Son beş yılda ise, medya üzerindeki baskının dozu kademeli olarak artırıldı. Şimdi yapılacak “kader seçimi” öncesinde de Doğan Grubu’nun el değiştirmesiyle ana akım tamamen bitti.

Bu hal başka örneklerde olduğu gibi Türkiye’de de, iktidar açısından kamuoyu kontrolünü sağlamak açısından elverişli olsa da, hem kendi bilgilenme ve sorunlara reaksiyon verme kanallarını tıkadığı, hem de fazla görünürlüğün yarattığı bıkkınlık yüzünden bir süre sonra aleyhte işlemeye başlıyor.  Ayrıca, söyleyecek yeni bir sözünüz yokken günde üç kere konuşur ve bunu canlı yayınlatırsanız, lafınızın bittiğini görünür hale getirmekten başka bir şey yapmamış olursunuz. Kendi elinizle çaresizliğinizi anlatmış olursunuz. Bir süredir AKP iktidarı ve Erdoğan’ın yaşadığı da bu.

“Yarattığı medya Erdoğan’ın bozulan imajını değiştiremiyor”

Uluslararası kimi medya kuruluşları Erdoğan’ın ilk kez popülaritesinin azaldığını yazıp çiziyor. Peki, bir iktidar nasıl oluyor da medya üzerinde bu denli hâkimiyet kurmuşken popülaritesini yitirebiliyor, bu durumu seçim zamanında lehine çeviremiyor? İktidarın kurucu bir söylemi olmadığından mı, medyadaki ‘yeni’ ekip iktidarın söylemini üretemediğinden mi, yoksa bir denge işlevi gören ana akımın yokluğundan mı?

Popülerlik sadece görünürlükle ilgili değil aslında. Çünkü, sürekli görünerek, hatta bıktıracak kadar kendi sesini, yüzünü hatırlatarak bilinirliğinizi çok artırabilirsiniz ama eğer bunu destekleyecek pozitif hikayeler ve beklentiler üretemiyorsanız bu bilinirlik popülerliğinizi besleyemez. Hatta bu yüzden bazı pop starlar yüzlerini bilinçli olarak saklarlar, yeni bir çıkış için görünürlüklerini dinlendirirler. Otoriter – totaliter yönetimlerde liderler iktidarın tamamlayıcısı birer sembol olarak sürekli olarak ezberletilir. Bu yüksek görünürlük “yenilmez” ve “ulaşılmaz” bir imaj çizilmesi için elzemdir. Fakat, bu yaklaşım iki ucu keskin bir bıçaktır. Bir yandan sembolü beslerken, karşıtlığını da keskinleştirir. Ortada başka ses bırakmazsanız, sizi övecek birini de bulamaz ve sadece kendini öven biri olmak gibi bir sevimsizlikle yüz yüze kalırsınız.

Erdoğan kendini özel ve neredeyse partisinden bile ayrıştırarak yüksek bir yere konumlandırınca, popülaritesinin en önemli kaynaklarından biri olan “halkın adamı” özelliğini, otantik temsil yeteneğini kaybetti. Belediye başkanı olduğu dönemde gecekonduda oturduğu için halktan biri gibi görünen Erdoğan şimdi sarayda yaşayan biri. Bunu dengeleyecek yeni hikâyeler kuramıyor ve tersine seçmenlerini beyaz eşya alabilme, küvette yıkanma gibi alt refah imkânlarıyla ikna etmeye çalışıyor. AKP’yi yükselten, taşıyan dinamiklerle Erdoğan’a çizilen yeni imaj arasında önemli bir makas oluşuyor. Muhtemelen çevresindeki ekip ve yarattığı medya da bu bozulan imajı değiştiremiyor ve hatta besliyor.

Doğan Medya Grubu’nun Demirören’e satılmasına tekrar dönersek. Demirören aslında bu satışın görünen yüzü. Esas itibariyle TGRT Haber ve Türkiye Gazetesi’nin sahibi Işık Cemaati işin başında. Bu ekibin bu ‘negatiflikteki’ rolü nedir?

AKP iktidarının sadece medyada değil hemen her alanda ciddi bir kadro sıkıntısı hep oldu. Bu sıkıntıyı çeşitli ittifaklar, ortaklıklarla aşmaya çalıştı. Örneğin daha önce yargı ve emniyette cemaatle, daha sonra ülkücülerle kadro açığı karşılandı. Şimdi de cemaatin tasfiyesinden sonra çeşitli alanlarda başka tarikat ve cemaatlerle kadro sıkıntısı aşılmaya çalışılıyor. Medya konusunda da benzer sıkıntılar yaşanıyor.

AKP’nin kendi yarattığı veya satışlar yoluyla ele geçirdiği medyadaki etkinlikte ciddi bir kadro sıkıntısı yaşadığı görülüyor. İşini iyi yaparak iktidara faydalı olmak yerine, göze girmek için çok kaba bir yandaşlık öne çıkıyor. Geniş bir vasıfsızlık yaşanıyor. Mevcut kadrolara güvenilmediği için veya performansları yeterli bulunmadığı için sadık elemanlar tedarik edilmeye çalışılıyor, bu konuda da çok fazla yetişmiş eleman yok. Hazır ekiplerin çoğu da soruda belirttiğiniz gibi belirli cemaatlerin elinde. Ama onların elindeki kadrolar da vasıf ve sayı itibariyle bütün medyayı taşıyacak kadar değil.

“Bu seçimde muhalefet yeni teknolojileri ve sosyal medyayı daha iyi kullandı”

Halihazırdaki durum iletişim terminolojisine yeni kavramlar bile kazandırıyor. Örneğin ismini “müşahit” ile “muhabir” kelimelerinin ortaklığından alan “müşabir”; sandık güvenliği için müşahitlik yapan ve aynı zamanda da tanık olduklarını haberleştirerek kamuyla paylaşan kişi olarak tanımlanıyor. Bir tür yurttaş haberciliği sanki. Bunu nasıl yorumlarsınız?

Sadece yaşanan politik zorluklar ve baskı ortamı değil, teknolojinin ortaya çıkarttığı bir yaygın medya faaliyeti söz konusu. Ancak, sosyal medya üzerinden yürüyen habercilik faaliyetleri büyük riskler içeriyor. Bu alanlardaki haber ve bilgi paylaşımları ağırlıkla belirli bir amaca dönük oluyor. İyi niyetli olsalar bile bu alanlarda çoğunlukla tek taraflı, tek açılı bir bakış hakim oluyor. Bunun kaçınılmaz bir durum olduğunu kabul etmek ve mesafeyi bu gerçeğe göre belirlemek gerekir. Ancak, zamanla bu alanda da daha profesyonelleşen, editoryal süzgeçler kullanan çabalar ortaya çıkıyor. Özellikle seçim gibi belirli ihtiyaç yoğunlaşmalarında böylesi alternatif alanlar çok büyük fonksiyonlar üstlenebiliyor. Bu ihtiyaç anlarında işlevsel olunur ve iyi sınav verilirse, daha sonrası için de kalıcı zeminler kurulabilir. “Müşabir” meselesine de bu çerçevede bakıyorum. Eğer, kontrolsüz ve manipülatif risklerden korunabilirse çok önemli bir deney olarak, alternatif bir imkan haline gelebilir.

Son olarak; Kılıçdaroğlu’nun animasyon tanıtım filmi, İnce’nin twitter fenomenliği, Demirtaş’ın hapisten yürüttüğü sosyal medya kampanyası, e-mitingler düzenleyen Saadet Partisi’nin etkili sosyal medya çalışması… Bu seçim aynı zamanda iktidarın tekelindeki geleneksel iletişim araçlarıyla muhalefetin lehine çevirebildiği yeni iletişim teknolojileri “arasında” mı?

Sosyal medya ve digital yayıncılık teknolojilerinde ortaya çıkan gelişmeler konvansiyonel medyanın dışında başka iletişim imkanlarını, başka bir dili mümkün ve biraz da zorunlu kılıyor. Özellikle genç insanların kullandığı ve dahil olduğu yeni bir iletişim alanı var. Yapısı gereği yeni olan muhalif olanın daha etkili olabildiği bir zemin yaratır ama tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iktidarlar sosyal medya etkinliğini, kontrol imkanlarını genişletmek için büyük çaba harcıyor. Çeşitli denetim ve kontrol mekanizmaları yaratmaya çalışıyor. Muhalefet bunları aşabildiği ölçüde, yeni teknolojileri daha etkin alternatif mecralar haline dönüştürüyor. Fakat Türkiye’de hala geleneksel iletişim araçları özellikle de televizyonlar çok etkili. Halkın çok ezici bir ağırlığı televizyonlardan bilgi ve haber alıyor.

Bu seçimde, geleneksel iletişim kanallarını iktidar büyük ölçüde tuttu ve tamamen kendine bağlı hale getirdi. Sosyal medyada da büyük yatırımlar yaparak geniş bir troll ordusu oluşturdu ama psikolojik üstünlüğü ve yüksek belirleyiciliği yakalayamadı. Özellikle muhalefetin adayları yeni teknolojileri ve sosyal medyayı daha iyi kullandı.

Previous post
Bakan Soylu hakkında suç duyurusu
Next post
Berat Albayrak'tan Akşener'e "Anadolu Ajansı" iddiası nedeniyle dava