Ana SayfaDünyaKüreselde paralel evrenler: Macaristan’da adil olmayan seçimlerle beraber neler değişiyor?

Küreselde paralel evrenler: Macaristan’da adil olmayan seçimlerle beraber neler değişiyor?

Macaristan Başbakanı Orban, 24 Haziran seçimlerinin ardından telefona sarılıp AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ilk kutlayan isimlerden oldu. Bu ‘nezaket’ öylesine değildi elbet. Tıpkı Türkiye gibi Macaristan da yakın zamanda bir seçim sürecini geride bıraktı. Üçüncü dönemini sürdüren iktidar partisinin artan baskıları ise dünya haberlerinde yer almaya devam ediyor. Ve Türkiye ile Macaristan’ın baskıcı rejimleri arasında sanıldığından fazla koşutluk var. Avrupa’nın farklı yerlerinde akademik yollarına devam eden iki sosyal bilimci, sosyal psikolog Dr. Judit Kende ile sosyolog ve insan hakları uzmanı Emma Várnagy, Karınca okurları için yaşamlarının büyük bir kısmını geçirdikleri ve çeşitli STK faaliyetlerinde yer aldıkları köken yurtları Macaristan’da adalet ve şeffaflıktan çok uzak gerçekleşen son seçim öncesi ve sonrası iktidarın akademi ve sivil topluma yönelik baskı süreçlerini kaleme aldı. Yazarlar, bunların nasıl yorumlanabileceğini aktarırken “Direnmeye devam!” deyip ekledi: “Peki nasıl?”


Yazarlar: Judit Kende* & Emma Várnagy**


Adil olmayan seçimler, hızla artan siyasi baskı ve yasakları meşru göstermeye yönelik ‘ülkeyi yıkma planları yapan düşmanlar’ imgesi… Son zamanlarda Macaristan ve Türkiye yalnızca bereketli kültürel ve mutfak köklerinden bazılarını paylaşmakla kalmıyor; ne yazık ki siyasi sorunlarda da ortaklaşıyor.

Macaristan’da 18 Nisan seçimleri iktidar partisi Fidesz’e parlamentonun üçte ikisini vererek üçüncü döneme geçmesini sağladı fakat seçimlerin adil olduğunu söylemek artık mümkün değil. AGİT’den[1]  uluslararası gözlemciler “Medya yanlılığı ve şeffaf olmayan kampanya finansmanı”nın Fidesz’e adil olmayan avantajlar sunduğu sonucuna vardılar. Devlet medyası “açıkça iktidar koalisyonunu destekledi” ve seçim kampanyasına “muhaliflerin eşit seviyede yarışabilmesini baltalayacak şekilde, devlet ve iktidar partisi kaynaklarının yaygın olarak örtüşmesi damga vurdu”.

Adil olmayan seçimler demokratik kurumların ilk yıkımı değildi elbet: Mevcut hükümet iktidardaki son sekiz yılında demokrasi teyitlerini ve dengelerini ortadan kaldırdı. Medyanın ezici bir çoğunluğu hükümet yandaşlarının ve ahbaplarının kontrolünde.[2] Birçok muhalif haber kanalı Fidesz propagandacılarınca ele geçirildi ve kamusal medya hükümete yönelik eleştirel seslere tam anlamıyla hiç yer vermiyor. Fidesz kodamanlarından birinin eşine yargıçları işe alma, işten çıkarma ve nakil yetkisi verilerek hukukun bağımsızlığı yozlaştırıldı.[3] Seçim yasaları iktidar partisine üstünlük sağlayacak şekilde birçok kez yeniden yazıldı. Princeton akademisyenlerinden Kim Lane Scheppele bununla ilgili olarak “seçim sisteminin kuralları sadece tek siyasi partinin kazanabilmesini garantileyecek şekilde bu hususi siyasi alana göre yazılmıştır”[4] çıkarımında bulundu. Anayasa geniş protestolara rağmen toplumsal uzlaşı olmaksızın tamamen revize edildi.

Peki, tüm bu olan bitenden beri bu ülke nasıl oldu da daha da baskıcı önlemleri kabul edecek kadar korkak hale geldi? Bunu yapmak için Macaristan hükümetinin kullandığı yöntem şu eski, bilindik ‘ülkenin üzerinde oyunlar oynayan dış tehdit’ tarifini uygulamak oldu. İktidardaki sağcı parti Fidesz ‘milyonlarca göçmenin ülkeye akın etme tehlikesi’ ve Macar değerlerini yıkmaya yönelik sözüm ona uluslararası bir komplo söylemiyle felaket tellallığı yapıyordu. Bu tehditler Nisan ayındaki son seçimlerde Fidesz’in zaferini garantileyen belirleyici faktörler oldu. Macaristanlıların üzerinde hâkimiyet kuracak göçmenler ve ülkeyi ele geçirmek için sinsi planlar yapan çok güçlü bir adam tehditleri yaygın medya kampanyalarıyla Macaristanlıların kafasına çakıldı. Söz konusu korkunç yaşlı adam Amerikalı bir sermayedar olan Macaristanlı Yahudi George Soros idi ve sözüm ona Afrika’dan milyonlarca göçmeni ülkeye getirmeyi amaçlayan kişi olarak gösteriliyordu. Başbakana göre Soros ve müttefikleri “vatanlarına, kültürlerine ve dinlerine kendilerini adayan” Macarlara karşılardı. Hükümet, 2017’de bu mesajları yaymak için Soros karşıtı ve göçmen karşıtı propagandalara 40 milyon Euro harcadı[5]; bu kamusal bütçenin büyük bir kısmı aslında kampanyayı yürütmeleri için Fidesz müttefiklerine akıtıldı.

Victor Orban ve Recep Tayyip Erdoğan

‘Soros tehdidi’ akademik özgürlük ve sivil topluma yönelik yakın dönemde getirilen yasakları da meşrulaştırmak için kullanıldı. İlk olarak, 27 Mart 2017’de Macaristan parlamentosu Ulusal Yüksek Eğitim Kanunu’nda, özce bir tek kurumu hedef alan bir yasa değişikliği önerdi. Bu yasa değişikliği George Soros tarafından kurulan Central European University’nin (CEU) işlemeye devam etmesi için (imkansız) bir kriter dayatıyordu. CEU, bazı programlarıyla dünyadaki en iyi 50 ila 200 üniversite arasında sıralamalar alan özel ve bağımsız bir kurum. Akademik başarılarının yanı sıra bu kurumun varlığının Budapeşte şehrince değer görmesinin birçok rasyonel sebebi var. Örneğin bu üniversite birçok Macaristanlıya personel olarak üniversitede istihdam sağlıyor, kütüphanesi kamuya açık ve tabii ki hem işletiminden hem de yurtdışından gelen öğrenciler aracılığıyla şehir bütçesine finansal destek sağlanıyor. Fakat şeffaf bir dille belirtilmiş olan açık toplumun değerlerini destekleme misyonu sebebiyle hükümet tarafından ‘Soros Üniversitesi’ olarak adlandırılıyor ve hükümete göre burada öğrencilerin Orban’ın ileri görüşlü, liberal olmayan demokrasisinin kurulmasını baltalamaları ve Hıristiyan Avrupa’yı yasadışı göçmenlerin akınından koruma çabalarına karşı gelmeleri için bir ordu oluşturmaya yönelik beyinleri yıkanıyor.[6]

Yasa değişikliğinin önerilmesinin ardından birkaç gün içinde tüm dünyadan binlerce akademisyen CEU’ye desteklerini ifade ettiler ve önerilen yasa karşıtı gösteriler düzenlendi. Fakat iki hafta içinde cumhurbaşkanı yasa değişikliğini onayladı. Bu onayın ardından karşı protestolar büyüyerek devam etti. Yasanın yürürlüğe konması karşısında yaklaşık 80.000 kişi Budapeşte sokaklarına indi ve bu protestolar hükümet destekli medya tarafından “düzenleyicilerin beklentisinden daha düşük bir katılım” olarak lanse edildi. Daha ufak çaplı protestolarıysa hükümet propagandacıları, tamamen görmezden geldi.

Dayatılan kriterlerin saçmalığına ve ayrımcı doğasına rağmen CEU Budapeşte’de kalma kararlılığını hızlı bir şekilde gösterdi. Geçtiğimiz sonbaharda dünya çapındaki protestolar karşısında CEU karşıtı gürültücü kamu kampanyası soldu gitti. Avrupa Komisyonu ihlale yönelik işlemler başlattı ve devamında Şubat 2018’de devlete dava açtı. Fakat hükümet CEU’yi yasal olarak arafta bıraktı ve parlamentoda bir sonraki dönemi garantiledikten sonra baskıya devam etti. Bunun sonucunda üniversite başkanı ve rektörü Michael Ignatieff geçtiğimiz Mayıs, önümüzdeki yaz döneminde onay alınamazsa üniversitenin Viyana’ya taşınmak zorunda kalacağını[7] açıkladı.

Bu duyuru, bir hibe sağlayıcı ağ olan ve yine Soros tarafından kurulan Açık Toplum Vakfı’nın, sözcüsünün belirttiği üzere “personelin selameti ve güvenliğine yönelik yüksek seviyedeki endişeler” sebebiyle, Merkez Avrupa ofisini Budapeşte’den Berlin’e taşıma kararı almasından birkaç gün sonra yapıldı. Adından anlaşılabileceği üzere Açık Toplum Vakfı daha açık ve demokratik toplumlar yaratmayı amaçlıyor ve haliyle çoğunlukla demokrasi yanlısı meseleleri ve azınlık hakları örgütlerini finanse ediyor.

Bu da bizi ‘Soros tehdidi’yle meşrulaştırılan ikinci yasak türüne getiriyor: Hükümeti eleştiren STK’lara alanın kapatılması. Nisan seçimlerinden evvel başbakan Viktor Orban üstü kapalı olarak muhalefet üyelerine karşı olası “ahlaki, siyasi ve yasal” tepkilerden bahsetti. Nitekim bir yıl önce, CEU yasası hızlıca parlamentodan geçirildiği zamana yakın bir dönemde iktidar partisi Yurtdışından Fon Alan Örgütlerin Şeffaflığı ile ilgili bir yasa değişikliği önermişti. Bu yasa değişikliği yurtdışı fonlu STK’ların “yabancı faaliyetçiler” olarak kaydolmasını ve tüm materyallerinde bu etiketi yayınlamalarını şart koşmayı öngörüyordu. Yurtdışından fon alan çoğu STK azınlık meselelerinde ve göçmenlik, LGBTQ hakları veya politik özgürlükler gibi daha geniş insan hakları gündemleriyle çalışıyor. Kayıt zorunluluğunun üstüne bazı STK’ların işlemeye devam edebilmek için İçişleri Bakanlığı’ndan izin alma zorunluluğu ve katı ulusal güvenlik aramalarına da muhtemel olarak maruz kalmaları öngörülüyordu.

Seçimlerde hükümet bu tip STK’ların alanını daha da kısıtlama yönünde kampanya yürüttü ve seçim zaferi STK’ların göçmenlikle ilgili yürüttükleri faaliyetleri daha da suçlaştırmayı meşrulaştırdı. ‘Soros Durdur’[8] olarak bilinen yasa değişikliği, ne tesadüftür ki Dünya Mülteciler Günü olan 20 Haziran’da, üçte iki çoğunlukla parlamentodan kolayca geçirildi. Yasa değişikliğine göre göçmenlikle ilgili faaliyetlere finansal destek sağlayan ya da mütemadiyen örgütsel faaliyet desteği verenler 1 yıla kadar hapisle cezalandırılacak. Buna ek olarak bir örgütün “faaliyetleri göçü destekliyorsa” özel vergiler dayatılacak.

Bu yeni geçen değişiklikler dernek kurma, toplanma, basın ve hareket özgürlüğü gibi temel insan haklarını sınırlandırma potansiyeli taşıyor ve göçmenlikle ilgili çalışan STK’ları devasa bir yasal belirsizlikte bırakıyor. Bu yeni yasaların sonucunda STK’ların faaliyetleri yavaşlayacak ve ihtiyaç halindeki insanları temel desteklerden yoksun bırakacak. Hükümet temelde sığınma talebinde bulunanlara yardım edilmemesi gerektiğini çünkü onlara yardım ederseniz hapse atılma riskiyle yüz yüze kalacağınızı söylüyor. Barışçıl protestocular daha evvel gözaltına alındı, STK’lar olası vergi kaçırma bahanesiyle didiklendi fakat göçmenlere ve mültecilere yardım etme sebebiyle olası hapis cezası baskıyı bambaşka bir seviyeye çıkaracak. Macaristan Helsinki Komitesi başkanı Márta Pardavi, ‘Soros’u Durdur’ yasasının parlamentodan geçmesini değerlendirirken şöyle demişti: “İllüzyonlara kapılmayalım: Şu anda savaştan kaçan insanlara yönelik yardımlar nasıl cezalandırılıyorsa bir sonraki seferde de evsizlere yapılan yardımlar yeni hedef haline gelebilir.”

Yasa değişiklikleri olsun veya olmasın, propaganda kampanyalarıyla yaratılan düşmanlık ikliminde birçok Macaristanlı nefreti kendine hak görüyor ve daha şimdiden bu nefret kendini çok ciddi meselelerde gösteriyor. Geçtiğimiz sonbahar, daha evvel bir mülteciyle hiç karşılaşmamış olan ufak bir kasaba sakinleri bir hafta sonu gezisi için gelecek olan mülteci çocuklara karşı protesto düzenledi. Bazı kasabalılar mülteci çocukların kaldığı yeri taşladı ve çocukları ağırlayacak olan motel sahibinin arabasına zarar verdiler.[9] Yine, seçimlerden birkaç gün sonra hükümet ilintili gazetelerden biri “Soros misyonerlerinin listesi”[10] başlığıyla STK çalışanlarının ve CEU akademisyenlerinin isimlerini yayınladı; gazetenin anlatımına göre liste olarak isimlerini paylaştıkları insanlar “hükümeti devirmek için uğraşıyorlar”dı. Ve daha geçenlerde, Genç Hıristiyan Demokratlar Derneği bazı hedef haline getirilen STK’ların kapılarına üzerinde “göçmenliği destekleyen örgütler” yazılı kırmızı etiketler yapıştırarak kampanya başlattılar.

Bu kısa ve kapsayıcı olmayan olaylar listesinin gösterdiği üzere Nisan seçimlerinden beri Fidesz hükümeti göçmenleri ve mültecileri daha da korunmasız hale getiren, akademik özgürlüğü daha da sınırlandıran ve STK’ların faaliyetlerini daha da engelleyen yasaları geçirdiler. Seçimler “adil” kelimesinin yanından bile geçmezken seçim zaferi, sözüm ona göç tehdidi ve uluslararası komplo söylemi hükümeti eleştiren alanları daraltmak ve sesleri kısmak için bahane olarak kullanılıyor. Fakat artan baskıya rağmen insanlar direniyor. Bağımsız haber siteleri ve blogları hükümeti eleştirmeye devam ediyor. Akademisyenler hükümet gündemlerine karşı gelebilecek bilgi ve analiz üretmeye devam ediyor. Göçmenlik ve azınlık hakları meselelerinde çalışan STK’lar Macaristan’da kalıp mücadele ederek korunmasız gruplara destek sağlamaya devam etmeyi planlıyor. Fakat Türkiye’den arkadaşlarımızın ve meslektaşlarımızın şüphesiz bildiği üzere direniş zorludur. Uluslararası dayanışma, sınırlar ötesinde birbirimiz için ayağa kalkma ve nasıl dayanacağımıza yönelik deneyim ve kaynak paylaşımları bazılarımıza hayati destek sağlıyor. Her iki ülkenin de daha yıllarca artan baskıya maruz kalabileceğini düşündüğümüzde, dayanışmanın daha da elzem olacağından eminiz.


* Sosyal Psikolog (Amsterdam Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi)
** Sosyolog (İnsan Hakları Hukuku uzmanı)
Judit Kende ve Emma Várnagy’nin Karınca için kaleme aldığı bu makaleyi Evrim Şaşmaz Türkçeleştirdi.

[1] https://www.osce.org/odihr/elections/hungary/373603

[2]  https://www.politico.eu/article/viktor-orban-media-empire-hungary-election-antal-rogan-fidesz-propaganda/

[3] https://www.theguardian.com/law/2012/mar/20/tunde-hando-hungarian-judges

[4] https://budapestbeacon.com/electoral-rules-rig-results-of-hungarian-elections-warns-princetons-kim-lane-scheppele/

[5] https://english.atlatszo.hu/2018/02/04/hungarian-government-spent-e40-million-on-anti-soros-propaganda-in-2017/

[6] https://index.hu/english/2017/04/12/ceu_embodies_everything_orban_is_against/

[7] https://www.washingtonpost.com/world/europe/hungarys-viktor-orban-promised-revenge-against-his-enemies-now-theyre-preparing-for-it/2018/05/11/b31377b2-4d69-11e8-85c1-9326c4511033_story.html?noredirect=on&utm_term=.66113517aee2

[8] https://www.theguardian.com/world/2018/may/29/hungary-criminalises-migrant-helpers-stop-george-soros-legislation

[9]https://index.hu/english/2017/10/06/the_villagers_were_so_horrified_of_the_refugees_that_they_even_banished_their_beloved_mayor/

[10] https://www.washingtonpost.com/news/worldviews/wp/2018/05/15/two-hundred-names-appeared-on-an-enemies-list-in-hungary-thousands-more-asked-to-join/?utm_term=.8da46198e4a7