Ana SayfaManşet“İntihar Tepesi” ve tepenin ardı – Bekir Avcı

“İntihar Tepesi” ve tepenin ardı – Bekir Avcı


Bekir Avcı


İntihar ölme arzusudur. Ölümü üstlenmektir. Varlığa düşülen şerh, bedenin yokluğuna karşı bir kayıtsızlıktır. Kimi zaman, yaşamaya karşı olsa da yaşamdan yana olan bir gidiştir. Ölüm gibi bir gidişteki netliği dahi belirsizleştiren ayırt edilemezliktir. Kalanları “Neden yok olmayı beklemedi?” sorusuyla baş başa bırakan bir bilinmezliktir.

Ölümün kıyısından geçen bir arkadaşımın Beyrut’ta fotoğrafladığı “İntihar Tepesi”nin hikayesini öğrendikten birkaç gün sonra, oturduğum sokakta bir intihara şahit oldum. Bir kez daha zihnimi ve bedenimi esir alan bu benzersiz gidiş hali, yine beraberinde şu soruları getirdi: Neden artık var olmak istemem? Neden artık sevdiğim birine dokunma, bir çiçeğe bakma, düş kurma, kederlenme gibi basit ama yaşam dolu şeyleri terk ederim? Neden yok oluşu beklemem de, var olmamayı arzularım?[1]

İntihar Tepesi

Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki “İntihar Tepesi”, ölümü bekleyenlerin değil hakkıyla ölenlerin meskeni olmuş. Fenikeliler zamanında bir kale olan yere halk bu adı vermiş. Lübnan’da on beş yıl boyunca devam eden ve 150 binden fazla kişinin ölümüne yol açan iç savaş sırasında çok sayıda kişi bu kaleyi kullanarak intihar ettiği için Beyrutlular bu ismi uygun görmüş kaleye.

Kale ya da namıdiğer “İntihar Tepesi”, Caspar David Friedrich’in esrarengiz tablolarını andırıyor.[2] Törensel bir uğurlama alanı sanki: tepelerden birinin eteğindeki derin yarık kutsama ayini için açılmış, diğer küçük tepecik ayini yönetiyor ve su da her şeyi arındırıyor gibi.

Resim: Caspar David Friedrich

Lübnanlıların törensel bir uğurlama alanını andıran “İntihar Tepesi”nde yaşamlarını sonlandırmalarını, hikayesi Deyr ez Zor’dan Rakka’ya oradan Urfa’ya uzanan Suriyeli heykeltıraş Akram Saffan’ın şu sözleriyle düşünüyorum: “Maalesef buralardan savaş geçti ve her şey yerle bir oldu. Savaşı yaşayan insanlar olarak hepimiz şizofreniz.”

Saffan’ın sözleri, her şeyi anlatmaya kadir kısa bir Borges öyküsü gibi, eserleri ise daha fazlası.[3]

Şizofrenik bir kalış

Saffan’ın hikayesi ile Lübnanlılarınkiler arasında bir bağ kuruyorum, tek farkla: Saffan savaşa karşı varlığı tutar ya da ona tutunurken, Lübnanlılar varlığı terk etmiş. Bir namlunun ucunda ölmek ve bunca kederi sırtlanmak yerine ‘delice’ bir gidişi üstlenmiş Lübnanlılar, Suriyeli Saffan ise ‘şizofrenik’ bir kalışı…

Ama onun ‘şizofren’ vurgusunu Deleuze ve Guattarici manada düşünmek gerek; ‘arzularını serbest bir şekilde çözüp doğrudan dışavurabilecek’ potansiyele sahip olan olarak şizofren! Yani denetim altına alınamayan şizofren. Kapitalizmi içeriden yıkabilecek bir güce sahip olduğu için durmadan önlenen ve bastırılan bir sınır. Ya da Zygmunt Bauman’ın deyişiyle temsil edilemez, kodlanamaz akışların varlığının göstergesi olan ‘efendisiz insanlar’.[4]

Akram Saffan’ın heykellerinden / Fotoğraflayan: Arjin Dilek Öncel

Bu gidiş ve kalış halleri birer başkaldırıdır bana kalırsa; saf yaşama değil dayatılan bu kahrolası yaşama, arzulayan bedene değil esir alınarak aciz kılınan bedene, insanlığa değil zulmeden insana, kudretli doğaya değil doğayı talan edenlere karşı bir başkaldırı.

Evet, Saffan gibi bugün ‘gidişi’ değil ‘şizofrenik’ bir kalışı tercih edenler yaşamdaki ‘kaçış çizgileri’nin peşinde olabilirler. Peki ama tüm ‘kaçış çizgileri’ yaşamın içinden midir? İntihar sadece ‘dünyadan kaçmak’ mıdır?

Bilmiyorum. Sadece, “İntihar Tepesi”nden yol alanlara ve o gün yaşamına son veren arkadaşa bir elveda demek, onları ‘kaçan’ olarak görmediğimi not düşmek istedim. Zaten bu yazı da intihara bir övgü değil ama onu yermek niyetinde de değil. Antonin Artaud’dan yanayım ve onla bitirelim:

“İntihar bir çözüm mü? Hayır, intihar hâlâ bir hipotez. Gerçekliğin tamamı gibi, intihardan da şüphe duyma hakkımı kullanıyorum. Şimdilik, ikinci bir emre kadar, zaten herkesin elinin altında olan varoluşa karşı değil de, eşyanın, eylemlerin ve gerçekliğin içsel titreşiminden ve derin hissedilirliğinden şüphe duyarak kendine eziyet etmek şarttır.”


[1] Bekir Avcı, “Savaş, barış ve intihar: Neden artık var olmak istemem?”, Gazete Karınca, 2017, bkz.
[2] Friedrich’in bazı eserlerine buradan göz atabilirsiniz.
[3] Saffan’ın hikayesinin daha detaylı bir anlatımı için bkz.
[4] Mustafa Demirtaş, “Arzu Politikası: Deleuze ve Guattari Etkisi”, Otonom Yayınları, 2017.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Kültür savaşı nedir: Kültürel hegemonya kavramının yanlış kullanımları üzerine
Sonraki Haber
Şenyaşar ailesi şimdi de Suruç'u terk etmek zorunda kaldı