Ana SayfaÇeviriNarko-devletler karşısında özgürlük – Raúl Zibechi

Narko-devletler karşısında özgürlük – Raúl Zibechi

Narko-devletlerin ulus-devletler geleneğinden bir sapma değil, aksine, ulus-devletlerin hem halk kesimlerinin yürüttüğü direnişleri hem de genel olarak özgürleşme mücadelesini karmaşıklaştıran yeni-madencilik/dördüncü dünya savaşı ile uyumlu yeni yapılanma biçimi olduğunu gözden kaçırmamak durumundayız.


Raúl Zibechi

Çeviri: Soner Torlak / Sendika.org*


Yüzde 1’in biriktirdiği zenginlik, hem büyük çok-uluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet eden hem de önemli bir iktidar faktörü olarak hayata geçirilmiş olan uyuşturucu ticareti ağları ve devlet aygıtının farklı kolları arasındaki bir ittifak eliyle korunuyor. Bu ittifak, kendi yasadışı işlerini hızlandırmak için kullandığı kendi denetimi altında geniş alanlar yaratarak çıkar sağlayan bir biçimde, madencilik ve enerji girişimleri için iktidar alanı dahilindeki toprakları kullanıma hazır hale getirmek üzerinden işlemektedir.

Son zamanlarda, uyuşturucu ticareti (narko-ticaret) kisvesi altında nüfuslar üzerinde bir egemenlik ve denetim tarzının kurulması gerçeğine dair analizler yayınlanmaya başladı. Narko-devletlerin ulus-devletler geleneğinden bir sapma değil, aksine, ulus-devletlerin hem halk kesimlerinin yürüttüğü direnişleri hem de genel olarak özgürleşme mücadelesini karmaşıklaştıran yeni-madencilik/dördüncü dünya savaşı ile uyumlu yeni yapılanma biçimi olduğunu gözden kaçırmamak durumundayız.

Narko-devletlerin (ve narko-kurumların) oluşumu sayıca artıyor gibi görünüyor ve Latin Amerika ile de sınırlı değil. Başta İtalya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde, siyasetçilerle ittifak halindeki mafyalar bazı belediye sınırları dahilinde ve hatta belirli bölgelerin bütününde, siyasi haritanın şekillenmesinde belirleyici bir etkiye ulaşan biçimde yerleşik hale gelmiştir.

Bu ittifak, Latin Amerika’daki pek çok ülkede, özellikle de sağ partileri ve adayları destekledikleri –her ne kadar bazıları yıllarca Lula hükümetine destek vermişse de sonrasında ta ters yönde keskin bir dönüş gerçekleştirerek– Brezilya’da ve Kolombiya’da evanjelik ve pentekostal kiliseleri ile birlikte faaliyet göstermektedir.

Geçtiğimiz aylarda, kent mimarisini bir barış kültürü yaratmak adına kullanan belediye yönetimi sayesinde, en şiddetli şehirlerden biri olan Medellin’in kontrol altına alınmasına dönük bir paradigma olarak desteklenen biçimde, Kolombiya’nın Medellin şehrinde denetim sağlamak adına yeniden şiddetli bir çatışma gerçekleşti. Şiddetin ortaya çıkışı ile birlikte, bu vitrin niteliğindeki şehir de uyuşturucu ticaretinin ittifaklarını ve işleyiş tarzını açığa vurmakla birlikte bu ticareti denetlemeye yönelik kamusal politikaların sınırlarını da göstermiş oldu.

Gazeteci Camilo Alzate’nin Yerel İdare 13’te süregiden savaş ile ilgili hazırladığı muhteşem haber, “bu ekonomi harikası şehir mafyaların denetimi altında” sözlerine yer verirken, şu açıklayıcı ifadeye yer veriyor: “Burada resmi iktidarın ihtiyacı olan gerçek iktidardan bahsediyoruz.” Vali Sergio Fajardo’nun (2004-2007) müdahaleci yönetiminin ardından, şehir, asayişi sağlamanın vitrini haline geldi ve küresel elitleri için uluslararası sermaye çevrelerinin forumlarına ev sahipliği yaptı.

Medellin, José Mujica’nın başkanlığı süresince Uruguay gibi bazı ülkelerde, genç insanların hayatın güzelliklerini keşfettiği ve gençlerin suç çetelerinden uzak durmalarını sağlayan spor alanları, halk kütüphaneleri ve toplantı mekanları inşa etmek yoluyla suça karşı mükemmel bir mücadele örneği olarak görülecekti.

Buradaki temel düşünce, iyi yönetimin, devlet aygıtındaki yaygın yolsuzluk dahil olmak üzere ayrıcalıklara dokunmaksızın yapısal eşitsizliklerin çözülebileceğiydi. Brezilya’nın Curitiba şehrinde on yıllar önce iş görmüş olan “kentsel akupunktur” kavramı, şehirde doğru yerde ve doğru zamanda yapılan müdahaleler yoluyla toplumsal sorunların çözülebileceğini ileri sürüyordu.

Kesin olan şey ise, ihraç edilen bu deneyimin, bu deneyimle yüzleşen sorumlu kişiler olmaksızın başarısız olduğuydu. Yerel İdare 13’ün önde gelenleri yetkililere şunları söylüyordu: “Kurumlara güvenmiyoruz ve hepsinden ötesinde polise güvenmiyoruz.” Bu kişiler sözlerini şöyle bağlıyorlardı: “Eğer bir topluluk polise güvenmiyorsa, geriye yapacak neyimiz kalır?”

İşte temel mesele budur. Uyuşturucu ticareti sorununu çözmek için belirli kesimlere odaklanan politikalar hiçbir işe yaramaz çünkü uyuşturucu ticareti halihazırda devlet aygıtına entegre olmuş durumdadır ve kurumları işleten gerçek iktidar konumundadır. Medellin’de geceleri sokağa çıkma yasağı uygulayan suç çeteleri tarafından tehdit edilen ve yerlerinden edilen yüzlerce insan var. Polis ise bir yandan mafyayı korurken, diğer yandan her zaman şüpheli olarak gördüğü genç insanlara saldırmak dışında bir şey yapmıyor.

Medellin’e gerçekleştirdiğim sayısız ziyarette, bu narko-iktidarın, belediye sınırları dahilinde şoförleri haraca keserek ulaşımın yanı sıra denetimi altında olan topraklardaki bütün işleri nasıl kontrol ettiğini doğrulama şansı buldum. Gaz bidonundan cep telefonuna ve televizyona kadar bütün iş alanları, kıtadaki pek çok şehri kat ederek Medellin’den Rio de Janerio’ya uzanan geniş bir coğrafyada uyuşturucu tacirlerinin (narkoların) elindedir.

Peki, bu narko-devlet iktidarı nasıl dağıtılabilir?

Bilinen bütün deneyimleri gösterdiği üzere, onu kendi içinden doğru dağıtmak imkansızdır.

Bu iktidarın bütün toprakların tam denetimini istemesiyle kendisini bütün halk örgütlenmelerini dağıtmaya adamış olması nedeniyle, bu mesele, sistem karşıtı hareketler açısından merkezi bir meseledir. Bu anlamda, ancak bu iktidarın çeperlerinde kendimizi örgütlememiz halinde, sağlam ve kalıcı özgürleştirici hareketler inşa etmenin mümkün olacağını biliyoruz.


[Chiapas-Support’taki İngilizcesinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Previous post
Yoksulluk sınırı 5 bin 600 TL'yi aştı
Next post
Kuşadası açıklarında 4.5 büyüklüğünde deprem