Ana SayfaKitapNesnel iyiliğin ve kötülüğün ötesinde: “Duvar” – Baran Güzel

Nesnel iyiliğin ve kötülüğün ötesinde: “Duvar” – Baran Güzel

HABER MERKEZİ – Soner Sert’in “Duvar” isimli öykü kitabı İthaki Yayınları’ndan çıktı. Dokuz adet öykünün yer aldığı kitabında yazar, görmezden gelinen insanların geçmişleri, bugünleri ve gelecekleriyle bir ülkenin karanlıkta kalan gündelik hayat tarihini anlatıyor. Baran Şimşek ise kaleme aldığı yazısında “Duvar” için şöyle diyor: “Nesnel iyiliğin ve kötülüğün olmadığı hikâyelerde yazar, bildiğimiz tuzaklara düşmüyor, sinemacılığının da verdiği kurgu becerisiyle, iyiliği ve kötülüğü harmanlıyor ve gerçeğe en yakın tabloyu çizmeye çalışıyor.”


Baran Güzel


Geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları’ndan Soner Sert imzası ile yayımlanan Duvar, çelişkilerin açtığı yaraları yama yaparak kapatmaya çalışan ancak yaptığı yamaların yaraları daha da kanatmaya devam ettiği insanların yaşamını konu alıyor. Yazarın, yönetmenliğini de yaptığı filmlerinden bildiğim kadarıyla, anlatılmaya değer olduğunu düşündüğü hikâyeleri, incelikle işleyen ve kurduğu kaotik atmosfere alıcısını (okuyucusunu-izleyicisini) ikna ederken, yaslandığı yapıların en derin noktasına dalmaya çalışıyor gibi görünüyor.

Nesnel iyiliğin ve kötülüğün olmadığı hikâyelerde yazar, bildiğimiz tuzaklara düşmüyor, sinemacılığının da verdiği kurgu becerisiyle, iyiliği ve kötülüğü harmanlıyor ve gerçeğe en yakın tabloyu çizmeye çalışıyor. Patronuna duyduğu öfkesini, çocuğuna merhamet göstererek dışarı vuran, geleceğe korkuyla bakarak var kalmaya çalışan babaların hüznünü okuyoruz mesela. Bulaşıkçılık yapan annesinin parçalanmış ellerini görünce, bir eldiven almak için mücadeleye giren sekiz yaşındaki Sait’in, tutkulu çabasına, çırpınışına tanık oluyoruz. Eldiveni annesine götürürken, en az onun kadar seviniyor, oyun oynamak yerine çalışmaya başlayınca, onun kadar üzülüyoruz.

Öykülerin hem çok içinde hem çok dışında kalarak bir seyir tuttururken, okuyucu ile hikâye arasına ince, soyut bir duvar çeken Sert, kitabın ismiyle müsemma bir çalışma yürütüyor. Duvar, hem soyut hem somut bir kalıba bürünürken, katmanlı yapısına alıcısını ikna etmeyi başarıyor. Yıkıldı/yıkılacak dediğimiz her duvar, akabinde daha büyük bir bütünün, küçük bir parçası olarak kalıyor. Örneğin, “İşçi Sınıfı Cennete Gider” isimli öyküde, başkarakter Apo ile birlikte bir serüvene dalarken, onun başarıya ulaşmasını, hedeflediği yere onunla beraber varmayı düşünürken, aştığı her engel daha büyük bir engelin çentiği olarak karşımıza çıkıyor. Klasik dramaturginin bu bilinen yapısını yazar, ustaca manevralarla yıkıp yeniden kuruyor ve her seferinde şaşırtmayı başarıyor.

Çoğu zaman kurduğu yapının en ötesinde berisinde kaldığı yanlarını ortaya çıkarıyor, meselenin ekonomi-politiğini de odağına alarak, bir şeyi zıttıyla anlatarak anlam yaratmaya çalışıyor. Olduğu yeri reddetmeyen ve kendi olarak kalmaya çalışan kahramanlarının, giriştiği mücadele sonrası yenilgisini, günümüz “kaybeden” hamasetinin dışında tutarak, yeni bir mücadele girişiminin de nüvesini atarak ortaya koymayan çalışan Sert; pes etmeyen, sürekli olarak yenilenen ya da yenilenmeye çalışan karakterlerin hikâyelerinin anlatıldığı öykülerde, katmanlı bir yapı sunuyor.

“Yangın” isimli öykü, söz konusu olan yapının en önemli örneklerinden birini oluşturuyor. Öyle ki, sokak çocukları da bu “yenilenme” halinden payına düşeni alıyor ve yaşamın sertliğini, zıtların birliğini en gerçekçi resmeden öykülerden biri de “Yangın” oluyor. Şiddetin hüküm sürdüğü mahallede, herkes payına düşeni alırken, kıyıda köşede olup “temiz” kalmak mümkün olmuyor. Yazar bu yönüyle, sokağın dilini de arabeskin yoz kalıplarının dışında tutarak, bir direniş alanı olarak sergilemeye çalışıyor.

İnsanlık, ilk çağlardan itibaren gücün ve iktidarın gölgesine sığınan, o gölgede kendini var eden, paranın ortaya çıkışı ve bir meta olarak değer görüşü sonrasında, kendi varlığına anlam arayan ve ontolojik olarak kişiliğini onun üzerine oturtan bireylerin hikâyeleri ile dolu… Yazar, “Konformist” isimli öyküsünde, bu gücün altına girerek, kendisini var etmeye çalışan günümüz insanının bir prototipini çarpıcı bir şekilde sunarken, onu yargılamıyor ve okuyucusuna alan açıyor. Bu yargıyı yapacak olan okuyucudur, diyor. Kötülüğü kamufle ediş biçimini kendi işaret ederken, bu kötülüğün neye yol açacağını okuyucusuna bırakıyor. “Bu hikâyeyi okurken bunu hissedeceksiniz!” diyerek, alıcısına tahakküm etmiyor. Bu duygu serbestisi okuyucuyu her öyküden sonra, durup kendini dinlemeye teşvik ediyor.

Beni en çok etkileyen, ilk öykü olan “Kılıç Artığı” ise bu yazının sonunda ayrıca işlenmeyi hak ediyor. Ermeni Soykırımı’nı anlattığı öyküsü adaklık bir koyunun kurban edilişi ile açılıyor. Kurbanın kesilişini korkuyla izleyen Artin isimli Ermeni bir çocuğun ailesi askerler tarafından götürülürken, küçük çocuğa Müslüman bir aile sahip çıkıyor. Hikâyenin karanlık atmosferi okuru sarmalarken, bilindik bir dramı tekrar ediyor gibi duruyor. Fakat yazar hikâyeyi, bütün ezberleri bozarak, katliamın doğasını kimsenin anlatmaya cesaret edemeyeceği bir finalle bitiriyor. “Kılıç Artığı” okurun hızla koşarken çarptığı bir duvar olarak, okuru daha ilk aşamada sersemleştiriyor.

Duvar isminin hakkını veren sert bir kitap.