Ana SayfaDünyaDördüncü yılında 73. Ferman ve hatırladıklarımız – Namık Kemal Dinç

Dördüncü yılında 73. Ferman ve hatırladıklarımız – Namık Kemal Dinç


Namık Kemal Dinç


Kayyum tarafından kapatılmadan önce Diyarbakır Fidanlık Kampı binlerce Ezidi mültecinin kaldığı önemli mekanlardan biriydi. Kamp alanında bulunan futbol sahasının tel örgülerinde asılı bulunan 3/8 rakamları devasa boyutlarıyla dikkatleri çekiyordu. Ezidilerin yaşadıklarını bilmeyenlerin belki maç skoru olarak düşünecekleri bu rakamlar aslında onlar için zamanın durduğu tarihe işaret ediyordu. Ağustos’un üçüncü günü sabaha doğru başlayan Fermanın vahşetini, yaşadıkları acıları ve geride bıraktıklarını unutmamak için o kara günü temsil eden rakamları görünür bir yere asmışlardı.

Bu yazı dördüncü yılını dolduran 73. Fermanın nasıl hatırlandığına odaklanacaktır. Zira hakikat ve hatırlama arasındaki ilişki günümüzün en temel sorunlarından biri. Hatırlama da unutma da seçicidir. Neyi hatırladığımız, neyi unuttuğumuz veya niye bazı şeyleri unutup bazı şeyleri hatırladığımız sorgulanmazsa olaylar ve gerçekler hakkındaki yargılarımızda yanılgılar ve şüphelerin oluşması kaçınılmazdır. Suçu gizlemek, suç ortaklarını görünmez kılmak, mağdurla fail arasındaki zıt pozisyonları flulaştırmak, körlerin fil tarifindeki gibi gerçeğin sadece bir yönünü öne çıkarmak hakikatin anlaşılmasını zorlaştıran yöntemlerdir.

Soykırımlar, kötülüğün en kanlı, çirkin yüzünü gösterdiği, şiddetin komplike yöntemlerle sınırsız uygulandığı süreçlerdir. Bu sebeple soykırım denilince genelde ilk hatırlananlar acımasız şiddet pratikleri olur. Ama bu soykırımı uygulayan güçlerin bir amaç ve hedefi olmadığı anlamına gelmez. Genelde savaş süreçlerinde karşımıza çıkan büyük kırım, katliam ve soykırımlar etnik ya da dinsel arındırmayı öngören politik hedeflerin sonucu olarak ortaya çıkar. Çoğunlukla hedef, coğrafyanın bir kültürden bir inançtan bir kimlikten arındırılmasıdır. O toplumsal grubun bahis konusu olan coğrafyada kimlik olarak bir daha etkinlik göstermesinin, var olmasının önüne geçmektir.

73. Fermanın üzerinden dört yıl geçti. Fermana dair acı görüntüler bir fragman gibi hala gözlerimizin önünde duruyor olsa da Fermanın dünya kamuoyunda hatırlanma ve gündeme gelme biçimi IŞİD tarafından alıkonulan Ezidi kadınlara odaklanmaktan öteye gitmemekte. Basında yer alan haberler, çekilen belgesel ve sinema filmleri ya da yazılan kitaplarda ağırlık noktasının bu olduğunu görmek mümkün. 73. Ferman, tecavüzün bir soykırım yöntemi olarak en yaygın uygulandığı örneklerden biridir. Ezidi kadınların maruz kaldığı uygulamalar bütün insanlık açısından bir utanç kaynağıdır. Bu trajedinin gündemde tutulması hem devam eden mağduriyetin giderilmesinde hem de kamuoyunda duyarlılık sağlamada etkili olmaktadır.

Ancak Şengal Soykırımı tartışılırken konunun sadece alıkonulan Ezidi kadınlar üzerinden konuşulmasının, soykırımın nedenleri, nasıl gerçekleştiği ve Ezidilerin Şengal’deki geleceğine dair birçok soruyu ve cevabı gölgede bıraktığı gözden kaçırılmamalıdır. Soykırımın hedefinin Şengal’deki Ezidi varlığını ortadan kaldırmak olduğu düşünülürse bunda önemli bir sonuç alındığı söylenebilir. Şengali terk etmiş yüz binlerce Ezidi’nin bir daha ata topraklarına döneceklerini iddia etmek çok zordur. Ezidilerin Şengal’e dönebileceği koşullar yaratıl(a)madığı gibi Şengalin statüsüne dair Ezidilerin dahil edildiği bir tartışma da bulunmamaktadır.

Ezidileri Şengal’de bekleyen eskinin statüsüz, korunmasız ve güvencesiz koşullarıdır. Hali hazırda Irak siyasetine yön veren politik aktörlerin Ezidilerin inanç kimliğini tanıyan, güvence altına alınmasını savunan, biraz daha ileri gidersek özerk bir statü kazanmalarını öngören bir perspektif ve yaklaşım içinde olduklarını söylemek imkansızdır. Ezidilerin kendini savunmak için oluşturdukları askeri güçleri tanımayan, lağvedilmesini yada kendilerine bağlanmasını isteyen güçler yeni bir soykırım tehdidi karşısında onları koruyacaklar mı acaba? Veya bir daha soykırımla karşılaşmayacaklarına dair teminat verebilirler mi?

3 Ağustos 2014 tarihi, Iraklı politik aktörlerin bu konuda güven vermediğini açık bir şekilde göstermektedir. IŞİD’in Şengal’i ve Ezidileri hedef aldığı, her an saldırıya geçebileceği gün gibi ortada iken hiçbir tedbir almayan, saldırı başladığında da halkı savunmasız bırakıp çekilenlerin ileri sürdüğü gerekçelerin kabul edilebilir bir yanı yoktur. 15 Ağustos 2007 tarihinden beri fiili olarak Şengal’deki Ezidi yerleşimlerinde hakimiyeti elinde bulunduran Kürdistan Bölgesel Yönetimi yetkilileri ve askeri komutanları halkı savunmasız bıraktıkları için IŞİD’in suç ortağı olmuşlardır.

Aradan geçen dört yıla rağmen hala bu suçun sorumlularının, geri çekilme kararını kimin verdiğinin açığa çıkmamış olması aslında kararın sahibinin kim olduğunu da imlemektedir. Hakikati öğrenmek isteyenler Fermanı yaşamış ve hayatta kalmayı başarmış Ezidiler’den neler olduğunu dinlemelidir. Mağduru dinlemek yerine suç ortaklarının aktardıklarını yaymaya çalışmak, Ezidiler Arap kirvelerine güvendikleri için köylerini terk etmedi o yüzden öldürüldü demek hem suç ortaklığına dahil olmak hem de hakikati karartmaya çalışmak demektir. Hala peşmergenin yeterli silahı yoktu, IŞİD’e karşı dayanması mümkün değildi demek ve buna inanmak nasıl mümkün olabilir?

Öncesinde sizi koruyacağız diye güvence veren, hatta Ezidilerin ellerindeki ferdi silahları ihtiyacınız olmayacak diye toplayan peşmerge, saldırıdan üç saat sonra saat 6’da Şengal’i terk edip Kürdistan bölgesine geçmek yerine hiç değilse kadın ve çocukların tahliyesi için bir tedbir alamaz mıydı? Nitekim yaklaşan tehlike karşısında bütün Ezidi köylerin etrafında mevziler kazılmış, bir direniş hattı oluşturulmuş. Buralarda sürdürülecek birkaç saatlik bir direniş savunmasız konumda olan insanların tahliyesi için zaman kazandırabilirdi. Ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimine bağlı peşmergeler herhangi bir şekilde halkı savunma kaygısı gütmeden, silahlarını da yanlarına alarak Şengal’i terk etmişlerdir. Bu terk ediş binlerce Ezidi’nin ölümüne, alıkonulmasına, köle pazarlarında satılmasına, tecavüze, katliama, devasa bir yıkıma, felakete sebep olmuştur.

Tarihte filmi geri sarmak mümkün değildir ama peşmerge güçleri direnmiş olsaydı felaketin önüne geçemese de en azından bu derece boyutlanmasını engelleyebilirdi. Bu noktada suçun (geri çekilme kararının) sorumlusunun bireysel olarak peşmergeler olmadığını da vurgulamak gerekir. Peşmergeye direniş talimatı verilmiş olsaydı sonuna kadar direnecekleri, halkı savunacakları muhakkaktı. Nitekim sonradan Şengal’e dönüp IŞİD’e karşı savaşan birçok peşmerge çatışmalarda hayatını kaybetti. Dolayısıyla sorun ferdi olarak peşmergenin direnmesi değildi, hiçbir şekilde halkı savunmadan alanın terk edilmesi talimatının kimler tarafından ve neden verildiğiydi?

Ezidiler kendilerinin pazarlık konusu yapıldıklarını, Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından bir takım çıkarlar karşılığında Şengal’in IŞİD’e bırakıldığını düşünmekteler. Bu anlaşmaların neler olduğunu, karşılıklı olarak ne alıp verdiklerini elbette ki bizler bilemeyiz. Bu noktada bizim sormamız gereken sorulardan birinin şu olduğunu düşünmekteyim; aynı etnik kökenden gelinen, aynı kültürel kodları taşıyan, yeri geldiğinde “onlar bizim orijinimizdir” denilen Ezidiler nasıl bu kadar kolay gözden çıkarılmış, Ezidilerin tabiriyle pazarlık konusu yapılmıştır? Sorunun belki bir çok yanıtı olabilir ama ben burada biri güncel diğeri tarihsel iki cevapla yetineceğim: İlk olarak KDP’nin 2007’den itibaren Şengal’de etkinlik kurmasının kaynağında Ezidileri korumaktan çok hakimiyet alanını geliştirme perspektifinin ağır bastığını düşünüyorum. Daha temelinde yatan tarihsel ve ideolojik neden ise Ezidilerin Müslümanlar tarafından makbul olarak kabul edilmeyen inançlarıdır.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve en büyük siyasi gücü KDP, eğer Ezidiler Müslüman olsaydı aynı tutumu sergiler miydi? Sırtını dönüp çekip gitmek yerine en azından tahliyesi için çaba sergilerdi. Buna rağmen Ezidilerin 73. Ferman’dan mucize bir şekilde kitleler halinde kurtulmalarının iki önemli nedeni olduğunu düşünüyorum: İlki ferman hafızasının güçlü olmasıdır. Bütün Ezidiler bir ferman hafızasının içine doğuyorlar ve o hafıza ile büyüyorlar. Geçmiş fermanların aktarılagelen bilgisi onlara yeni bir ferman karşısında nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmiş. İkincisi ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışında silahlı Kürt unsurların onlara yardıma gelmesi, özellikle ilk saldırının ardından Şengal Dağı’nda mahsur kalan insanları saldırılara karşı koruması ve tahliye edip, güvenli bölgelere ulaştırmasıdır.

73. Fermanı yaşayan Ezidilerin en çok tepki gösterdiği konulardan biri Kürdistan Bölgesel Yönetiminin kendilerini savunmayıp terk etmesi iken diğeri Müslüman komşularının IŞİD ile birlikte hareket etmesi; hatta öldürmelerden yağmaya, kadın ve çocukları alıkoymaya kadar birçok kötülükte onlara öncülük yapıp, teşvik etmesidir. Müslümanların Ezidilere karşı bu düşmanca tutumlarının altında yüzyıllardır onları aşağılayan düşmanca bir dil ve söylemin dolaşımda olması gelmektedir. İslamın “büyük” alimlerinin Ezidiler aleyhine yayınladığı “katli vaciptir” fetvaları yerinde dururken sıradan bir Müslümanın onlarla sağlıklı bir ilişki kurması nasıl mümkün olacaktır? Her kuşakta yeniden yeniden üretilen bu bilginin katliam zamanlarında yapılacak kötülükleri meşrulaştıracağından şüphe duyulamaz.

Soykırıma karşı çıkan veya katliamlara dahil olmayan sınırlı bir Müslüman kitle dışında büyük çoğunluğun bu sürece katıldığı Ezidilerin anlatılarında mevcut. Katılanlar sadece Sünni Araplarla sınırlı değil, Sünni Kürtler arasından da çok sayıda aşiret veya fert bu suça iştirak etmiş. IŞİD’le birlikte hareket edenlerin araştırılması, sorgulanması, yargılanması ve adaletin tesisi için bir mekanizma oluşturulmuş değil. Ezidilerin şahsen tanıyıp, saldırılarına tanık olduğu bu kişilerle tekrar aynı coğrafyada yan yana yaşamaları nasıl mümkün olacak? Birçok Ezidi sadece bu nedenle geri dönüşü reddediyor. “Gidip onlarla yan yana gelsem ya onları öldürmem lazım yada onların beni öldürmesi lazım” diyorlar. Aslında anlatılan yüzyıllardır yaşanan fermanların tekrarından başka bir şey değil. Bu sebeple Ezidiler fiziki varlıklarını devam ettirebilmek için ya din değiştirip Müslüman olmuşlar yada yaşadıkları coğrafyayı terk etmişler.

Yaklaşık 150 yıldır sistemli bir din değiştirme, zorla Müslümanlaştırma politikasına maruz kalan Ezidiler ata topraklarında toplu halde yaşadıkları en önemli iki coğrafyadan birini terk etmek zorunda kaldılar. Bir daha Şengal’e geri dönebilecekleri ve çoğunluğu oluşturabileceklerine dair umutlar çok zayıf. IŞİD’i 150 yıldır devam eden bu sistematik politikanın son halkası olarak değerlendirmek mümkün. Orta Doğu’da kültürel, inançsal farklılıklara tahammülsüzlük, zorla din değiştirme, asimilasyon, yersiz yurtsuzlaştırma; Ezidiler, Kızılbaşlar, Kakailer, Şebekler, Dürziler, Nusayriler gibi azınlıkta kalan inanç gruplarının hepsi için ciddi bir tehlike olarak varlığını sürdürüyor. Bu tehlikenin kaynağında sadece IŞİD yok, aynı tekçi zihniyete sahip demokrasiyi içine sindirememiş, baskı ile toplumu yönetmeyi kendisine hak gören bölge devletlerinin hepsi var.

Uluslararası toplumun ve uluslararası kuruluşların da Ezidilere yardımcı olmak konusunda sınıfta kaldıklarını hatırlamak gerekir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere diğer uluslararası kuruluşlar ve devletler öncelikle Ezidilerin can güvenliğini sağlamak ve mülteci olarak kaldıkları yerlerde hayatlarını sürdürecek koşullar yaratmak konusunda oldukça pasif kalmışlardır. Halen daha Zaxo ve Duhok gibi yerleşimlerde kamplarda kalan Ezidilerin yaşamlarını zorluk içinde sürdürdükleri basından bile takip edilebilir. Raportörlerin “Şengal’de yaşanan bir soykırımdır” tespitlerine rağmen BM soykırımı resmen tanımamıştır. Daha önemlisi soykırım olarak tanınırsa ne tür bir düzeltme programı uygulanacağına dair ortada bir tartışma yok. Bütün bunlar Ezidileri belirsizlik içinde zamana yayılan bir erimeye sürüklüyor. Göç ve mültecilik yollarında sınırları aşan Ezidiler, BM’nin 7-8 yıl sonraya verdiği randevuları beklemek yerine balıklara yem olabilecekleri bir ölüm yolculuğuna çıkmayı tercih ediyorlar. Şengal’den kaçan Ezidilerin Orta Doğu’da komşu hiçbir ülkede sığınacak bir yer bulamamaları ve deniz aşırı memleketlerde kendilerine yurt aramaları da ayrı bir trajedi.

Sonuç olarak; dördüncü yılı dolan 73. Fermanı hatırlarken fotoğrafa bütünlüklü bakmanın ve mağdurun sesine kulak vermenin önemli olduğu söylemek isterim. Bize sadece hatırlamamız salık verilenleri hatırlamayalım, unutturulmak istenen hakikatleri de konuşalım. Gerçeğin ters yüz edilmesine, hakikatin karartılmasına müsaade etmeyelim. Soykırıma maruz kalan, kurtulan Ezidilerin seslerine kulak verelim. Soykırım tanıklarının her biri tarihsel bir belge değerindedir.