Ana SayfaYazarlarÖzcan KırbıyıkHDP’yi Meclis’e gönderenler, pastör Brunson ve ‘İstisna Kürt’ ile Platon’un Mağarası’nda – Özcan Kırbıyık

HDP’yi Meclis’e gönderenler, pastör Brunson ve ‘İstisna Kürt’ ile Platon’un Mağarası’nda – Özcan Kırbıyık


Özcan Kırbıyık


Öncelikle, İstisna Kürt tanımı ile neyi kast ettiğimizi ele alarak başlanmakta fayda olacaktır: Bu kavramı, egemen olan devletin üstesinden gelmesi gereken, varlığı ve görünürlüğü ile egemen olan devletin varlığını krize sürükleyen bir hayalet veya bir hortlak olarak beliren Kürt tipi olarak ele almaya çalışacağız.

Egemen olan devlet anlayışına göre İstisna Kürt tanımı, hem bedensel hem de zihinsel olarak ‘kamp deneyiminden’ geçirilmesi gereken ve aynı zamanda ancak ehlileştirilmesi ile medenileşmesi mümkün olan Kürt prototipini işaret etmektedir. Yine aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren ‘Kürt diye bir şey yoktur, onlar dağ Türk’üdür’ tezinin son 40 yıldır devam eden silahlı mücadele ile beraber çökmesinden sonra, devletin hedefi haline gelmiş olan Kürt tipini de kapsar. Dolayısıyla İstisna Kürt tanımı çokça ifade edilmiş olan ‘makul veya makbul Kürt’ tartışmasından uzak bir yerdedir.

Başka bir ifade ile İstisna Kürt, egemen olan devlet açısından henüz ehlileştirilememiş “kayıp” bir tiptir. Bununla beraber yine İstisna Kürt; devletin ekonomik, kültürel, askeri, sosyal statü, imtiyazlar veya şiddet aygıtlarıyla, ama mutlak suretle, savunmasız bir çıplak bir bedene indirgeme isteğinde olduğu kişiyi temsil eder.

***

Egemen olan iktidar açısından İstisna Kürt, kendi partisini kuracak siyasi ve sosyal bir yeteneğe ve belleğe sahip değildir. Bu yüzden bir parti kuramaz, ancak ‘üst akıl’ onlara parti kurdurur ve yönettirir. Yine egemen olan iktidara göre İstisna Kürt, parti kursa bile, barajı aşıp Meclis’e tek başına giremez, ancak ve ancak CHP’nin veya başka kesimlerin desteği ile parlamentoya girebilir. (link) Bu nedenle iktidara göre, İstisna Kürt’ün yanında veya yakınında yer alan herkes potansiyel olarak vatan bütünlüğünün muhtemel bir dahili bedhahıdır.

Bu kadarıyla da kalmaz egemen olan iktidar; O’na göre İstisna Kürt, kendi inancını da seçecek fiil ehliyetine sahip olamadığı için Pastör Brunson’ın Hıristiyanlaştırılması gereken biricik hedefi halini alacaktır. Hatırlanacağı üzere; Posta yazarı Nedim Şener, kısa bir zaman önce serbest bırakılmadığı için ABD’nin Türkiye’ye yönelik yaptırım uygulamaya başladığı ABD’li Pastör Andrew Brunson’ın iddianamesinde “Kürtleri Hıristiyanlaştırmayı amaçlamakla” suçlandığını belirtmişti. (link)

Burada, birilerini Hıristiyanlık’a davet etmek suç mudur, değil midir tartışması İslam’daki tebliğ anlayışını da tartışmanın bir konusu haline getirecektir. Anlaşılacağı üzere; egemen olan iktidar, Kürtlerin yalnızca hangi dili konuşacağına, nasıl yaşayacağına, ne uğruna ve nasıl öleceğine karar vermekle yetinmiyor, aynı zamanda Kürtlerin hangi inanca mensup olacağına da karar vermek istiyor. Kendi içinde bu bile egemen olan Türk devlet anlayışının Kürtlerin her an “kandırılmaya müsait kitleler” olduğuna dair bir kanaate sahip olduğunu ve “kendi başlarına” bırakılmaması gerektiğine olan sarsılmaz ‘inancını’ eleveriyor.

İstisna Kürt’ün “rehabilite” edilmesi

Hatırlanacak olursa, çatışmaların ve şehir savaşlarının devam ettiği günlerde AKP Hükümeti, Kürt illerinde ‘inşa ve ihya’ süreci adı altında ‘toplumsal ve sosyal rehabilitasyon’ ayağını başlatmış ve bu ‘rehabilitasyon süreci’nin yöneticisi olarak da vakti zamanında MHP’den AKP’ye geçmiş olan Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’i atamıştı. (link)

Tuğrul Türkeş’in beslendiği politik hafıza, milliyetçi ve militarist hınç dünyası bir yana, Kürt siyasetinin güçlü ve hatta tek siyasal akım olduğu şehirlerdeki Kürt kitlelerin ‘rehabilitasyon’a tabii tutulmasını öngören planlar hazırlanmıştır. Başka bir ifade ile; Kürtlerin, dünyadaki herhangi bir halk olmasından kaynaklanan asgari düzeydeki ulusal kimlik arzuları için ‘tedavi edilmesi gereken hastalık’ olarak Türk devletinin resmi politikasında yer edindiği görülecektir. Yani az veya çok Kürt ulusal bilincine sahip olan her Kürt, bu programa göre, tedavi edilmesi gereken bir ‘hastadır’. Tam da bu yüzden Ülkücü kökenli Tuğrul Türkeş’in bu ‘rehabilitasyon’ adı verilen sürecin başına getirilmiş olması hiç de tesadüf olarak görülmemelidir. Aksi taktirde, 40 yıldır devam eden yıkıcı savaş ortamının diğer tarafı olan ve devletçiliği(yani Türkçülüğü) temsil eden kimseler için neden bir ‘rehabilitasyon’ süreci söz konusu yapılmamıştır da Kürt tarafı yapılmıştır? Sorusu cevapsız kalacaktır. Çünkü bu savaş ortamı, devletin temel motivasyon kaynağı olan banal milliyetçilik için mühim bir beslenme ve maksimum fayda sağlama alanıdır.

Son kertede, egemen olan devletin kaygısı ve korkusu şudur; İstisna Kürt olarak tanımladığımız ve kendi varlığını zorun rolüyle kabul ettirmek zorunda bırakılmış olan Kürtlerin, ilerleyen zamanlarda “daimi Kürt”e dönüşme potansiyeli taşıyor olmasıdır. Zira, ‘Kürt yoktur’dan ‘Kürtler vardır, ama istisnadır’ noktasına gelinmiş olması, bir sonraki adımın “daimi Kürt’ün” varlığının kabulü olacağı gün gibi ortadadır. Bütün bu patırtı, bu gürültü, bağırışlar ve çağırışlar gelecekten haber getiren ve tarih sahnesindeki yerini almaya çalışan “daimi Kürt’ün” heyûlâsına işaret ediyor. Evet, sadece Türkiye’de değil, bütün Ortadoğu’da bir heyûlâ dolaşıyor. Ve bu heyula, “daimi Kürt’ün” heyûlâsıdır. “Daimi Kürt”, siyasal ve anayasal karşılığı olan, sadece ve sadece çıplak bir bedenden ibaret olmayan ve varlığı siyasal bir statü olarak kabul görmüş Kürt tipinin tanımını içerir.

***

HDP’nin Meclis’e girmesi, Ortadoğu’da ve dünyadaki gelişmeler vb. Kürtlerin mevcudiyetini daha da görünür kılmıştır. Bu durumda da egemenlik alanının biricik kaynağı olarak Kürt mevcudiyetinin yokluğu üzerine bina etmiş olan egemen iktidarlar geçmiş tarihleri özlüyor ve o tarihleri bugüne çağırıyorlar. Bunun en trajik örneği olarak AKP mitingine Tansu Çiller’in davet edilmiş olması ve Mehmet Ağar’ın oğlunun AKP’den milletvekili yapılmış olması örnekleri verilebilir. Zira Tansu Çiller ve Mehmet Ağar isimleri devletle müstesna olan Kürt coğrafyasındaki şiddet politikalarının mimarları olarak bilinirler. Bu durum, Kürt mevcudiyetinin görünürlüğünü kabullenemeyişlerin yarattığı derin buhranların ürünüdür.

Tıpkı Platon’un Mağara metaforunda olduğu gibi..  Gerçek dünyayı hiç görmemiş ve mağarada zincire vurulmuş bir halde bekletilen, yıllar boyunca gerçek hayatta olup bitenlerden sadece mağara duvarlarına yansıyan gölgeler ve yansımalar vasıtasıyla haberdar olan kimselerin hikayesidir bu. Zincire vurulmuş bu kişiler arasından birinin zincirlerinin koparılıp mağara dışına çıkarılması ile gerçek hayata maruz kalmasını anlatan bir metafordur aynı zamanda.

Mağaradan dışarı çıkan kişi için şimdi sıra dışarıyı, yani gerçek hayatı, mağara içinde zincire vurulmuş ve dışarısı hakkında en ufak bir bilgisi dahi olmayanlara anlatmaya gelmiştir. Fakat mağarada zincirlenmiş olanlar, gerçek hayatın mağara duvarına yansıyanlar olduğunu ve bununla birlikte hakikatin mağaranın dışında yaşandığını kabul etmeme yolunu tercih etmiştir. Birçok korku ve kalıpyargılardan dolayı mağarada olmayan konforlarının bozulmasından endişe ederler.

Ve fakat, zincire vurulmuşlardan birinin mağara dışına bir kere çıkmış olması ve dışarıda akan hayatı tecrübe etmesi ile beraber, mağarada ellerindeki ve ayaklarındaki zincirlerin varlığından memnun ve hayatını gerçeklerin duvarlara yansıyan gölgeleri ve yansımaları kadar devam ettiren kişiler için de hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır artık. Bu kesindir!

Burada Platon’un mağara metaforunda hakikate karşı hakikatin mağaraya yansıyan gölgesine ve yansımalarına sarılan ve mağaraya zincirlenmiş olan insanları varlığıyla rahatsız eden kişiyi İstisna Kürt ve HDP temsil etmektedir. Bu yüzden İstisna Kürt’ün ve HDP’nin mağaraya dönüp, eski yerini alması, ellerini ve ayaklarını zincire vurmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırı olacaktır. Bu yüzden de HDP, TBMM çatısı altında hiçbir şey yapmasa dahi, tek bir soru önergesi, tek bir araştırma önergesi veya  tek bir kanun teklifinde bulunmasa dahi, bizatihi TBMM’deki ontolojik varlığı ile, ayaklarındaki ve ellerindeki zincirlerden memnun olan mağara sakinlerini buhranlara sürüklemeye devam edecektir. Erdoğan’ın “HDP parlamentoya girsin diye destek verenler hesap verecek” biçimindeki retoriğini bu şekilde okumak lazım.